Bütün kızgınlıklarımız ve kırgınlıklarımız bir yana; hepimiz yaşamayı seviyoruz ve bu dünyada yaşamak için gerekli olan her şeyi baya baya seviyoruz. Hatta yaşamak için gerekli olan miktarından fazlasını elde etmeyi seviyoruz.

Özendiğimiz o kadar çok şey var ki, saymakla bitmez. Bazılarımız bazılarının hayatlarını yaşamak istiyor, ne garip! Bir başkasının yerinde olabilmek mümkün olabilseydi; mesela bukalemunların renk değiştirmesi gibi biz de hayat standartlarımızı değiştirip deneme imkanına sahip olsaydık, herhalde şekilden şekle, kılıktan kılığa, hayattan hayata geçmekten yorulur, biter ve o yolda helak olurduk.

Elimizden gelecek pek fazla bir şey de yok.

En akıllılarımız ve en iyilerimiz, halinden memnun olabilenler oluyor. Yaşadığı standartları ve verilen imkanları kabullenen ve selim bir kalp ile hamd edebilenlerimiz kurtuluyor.

Kurtuluyor dediysem, yalnız dünyada değil elbet, ahirette de kurtuluyor.

Din; dünyada kendisine verilenlerden razı olan bireyler yetiştirme kuralları manzumesidir, şeklinde bir tarif yapsam yanlış olmaz, haddimi de aşmış olmam sanırım.

Verilenden memnun, verilmeyenden razı, istenileni yapan ve yasaklananlardan kaçınan insanlar; mutlu ve mesut bir dünya hayatını ve dahası aynı şekilde bir ahiret hayatını kazanabilme umudu en yüksek olanlarımız oluyor.

Bizi bozan ve yoldan çıkaran, bütün istek ve arzularımızı kontrol altında tutmamızı sağlayacak olan da bu sonra gelecek olan yani ahirimizde elde etmeyi umduğumuz kazançtır.

Gözümüz ve gönlümüz doymak bilmez tamam ama doymayı bilen midelerimizle bile sorunumuzu çözemiyoruz.

Hem dünyanın hem ahiretin en yüksek makamlarına talip oluyor ama tırnağımız incinmesin istiyoruz. Bedelsiz bir sefa sürme sevdasıdır aldı gidiyor…

Gerek geçmiş nesillerden gerekse çağdaşlarımızdan, büyük emeklerle büyük kazançlar elde edenlerin hikayelerine bayılıyoruz. Biz galiba, bilgi çağının her şeyi sadece bilgiden ibaret gören nesilleriyiz. Bilmek yetiyor bize, yapmaya gerek görmüyoruz.

En basit hayat kurallarından en ağır sorumluluklara kadar, kaçabildiğimiz ne varsa kaçmayı marifet biliyoruz.

İdeallerimiz hatta din anlayışımız bile bu keyfin etrafında şekilleniyor. Bizi yoran hayırlardan kaçıyoruz. Kolay ve kısa vadeli zahmetlerle büyük menfaatler elde etmek cazip geliyor.

Bunu sorun olarak görmek istemiyoruz, ona da tamam. Ama bari kendimizi dev aynasında görmeseydik…

Kendimizi sigaya çekmekten korkuyoruz. Baksanıza bu satırlarda hep ‘biz’ kullanmışım, hiç ‘ben’ yok. Ucu bana dokunmasın da kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın!

Nasihatlerin fayda etmemesinin ne kadar basit ve anlaşılır bir sebebi olduğunu görmek için çok akıllı olmaya da çok şey bilmeye de gerek yok.

Bizden bir sonraki nesli beğenmememizin haklı yanı elbette var ama biz de bizden önceki nesilden daha iyi değiliz.