Bu kavramları geçmiş yıllarda toplumun yarıdan fazlası tepeden tırnağa yaşamıştır. Dar sokaklar, dar evler, geniş aileler, iç içe aynı evi paylaşmalar...

Bugünkü anlamda duş alma imkanlarının olmadığı zamanlar. Evde odanın bir köşesinde bu ihtiyacını gideren insanlar. Ancak çok daha detaylı yıkanma ihtiyacını mahalle hamamlarında kendisine sunulan imkanlarla giderenler.

Evlerin içerisinde olmayan su tesisatı yerine, bahçenin bir köşesinde ihtiyacı gidermek için yapılan çeşmeler. Ya da mahalle çeşmeleri...

Büyük alışveriş merkezleri olmadığı için, tüm ticaret hayatını mahalle bakkallarının vitrinlerinden ibaret zanneden çocuklar. Kırık leblebi, fasulye şeker ve iki bisküvi arası lokumlar. İşte lezzet ortamı.

Dondurma ihtiyacını seyyar dondurmacılardan giderenler...

Oyuncak nedir? Yıllar sonra tanışan nesiller. Onun yerine topaç, bilye, ceviz, aşık,  gibi kendilerine göre kuralları olan masrafsız oyunlar.

Okullara mesafe gözetmeksizin yaya gidip gelmeler. Servis, otobüs imkanlarını bilmeyenler...

Sınıflarda, sobanın etrafında kimi zaman titreyerek tahsil hayatını devam ettirmeye çalışan gençler. Plastik top bile bulamadığı için, yırtık elbise parçalarından, çaputlardan yaptıkları toplarla futbol oynamaya çalışan çocuklar...

Kaloriferin, doğal gazın, olmadığı yıllarda, soba yakacakları için kömür, odun, hatta yapma tezek telaşında olan aile büyükleri.

İmece usulü yapılan kışlık yiyecek stokları...

Öyle kış ayında yaz sebzesi, meyvesi, ancak resimlerde ve hayallerde olurdu. Her meyve ve sebze mevsiminde yenirdi.  

Karın çok yağdığı illerde, belediye imkanları sınırlı olduğu için, yağan karın yolları kapatması ile, kendinden sonra gelen insanlar yararlansın diye, kardan bir yol açmaya çalışan insanlar.

Çok değil bunlar kırk yıl öncesinin manzaraları...

Daha yakına gelelim. Doksanlı yıllarda köyden şehire liseye okumaya giden bir gencin, hafta sonları köyüne gelmek için otobüse verecek parayı denkleştiremezdi. Babanın, pazartesi tekrar okula dönerken cebine koyacak parası olmadığı için, çocuğun annesine; ''çocuğa söyle her hafta sonu köye gelmesin demesidir...''
Daha geçmiş yıllarda Devlet Parasız yatılı okulların imkanlarından yararlanmak, tahsil hayatını devam ettirmek için değişik illerde yatılı okuyanlar. Bu iller gitmek için, kilometrelerle yapılan yolculuklar. Saatler, hatta günler süren yolculuklar.

Bugün köylerde nerde ise, her evin önünde traktör, araba bulunmaktadır.

Yokluk, giyecek, değişik elbise bulamayanların yıkadıkları elbiseleri kuruyana kadar, dışarı çıkmamasıdır... Bugün her evde bulunan giyecek koyma dolaplarında nerde ise, o evde bulunan insanlara en az 15 sene yetecek elbise vardır.

Bazen sıcak yemek bulmak için, aşhanelerin önünde bir sıcak yemek için, saatlerce kuyruk bekleyen insanlar vardı. Bugün açık büfe yemeklerde yiyeceğinden fazlasını alıp çöpe atma alışkanlığı olan insanlar var etrafımızda...

Geçmiş yıllarda,  bazı insanların lokantaların önünden geçerken vitrinlerine bakarak iç geçirmesini görürdünüz. Bugün yabancı yemek satan dükkanların önünde yemek kuyruğuna şahit oluyorsunuz.  Geçmiş yıllarda bazı çocukların dondurma yalayan çocuklara, çikolata yiyen gençlere gıpta ile baktıklarını görürdünüz. Bugün bu saydıklarımız tatmayan çocuk yok gibidir.

Amma bütün bunlara rağmen, o yıllarda insanlar onurlu bir şekilde hayatını devam ettirip, kimseye el, avuç açmazlardı. Mahalle dayanışması burada devreye girerdi. Şükür vardı. Kanaat vardı. Bereket vardı. Paylaşma vardı. Bölüşme vardı.

Amma İsyan derecesinde sağa, sola saldırmak yoktu. İsyan etmek yoktu. İsyan amaçlı eylem yoktu.

Yırtık pantolonları, yamalı çorapları, ütüsüz giyecekleri, buruşuk gömlekleri, eski nesil çok iyi bilir. Kimi zaman kardeşleri ile paylaşılan ortak elbiseler olurdu. Kimi zaman ise,  abilerin ablaların elbiselerini giymek için, sıra bekleyenler vardı. Çünkü onlara yeni bir şeyler alındığında abi ve ablaların elbiseleri kendilerine kalacaktı.

Ayakkabılar ortaktı.

Etrafında tüm caka satan çocuklara rağmen, dimdik hayata tutunmasının kendisi için ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğrenenler, geleceğe ümitle bakar. Aynı anlamda gayet güçlü olurlardı. Böyle başarılı olan nice gençlerin hikayelerini biliyoruz. İnançlı ve azimli, gayretli olmak. Başarıyı getirir. Maddi ve Manevi anlamda çekilen ezikliklerin çilelerin ağırlığına rağmen.

Bir de yolculuklar vardı. Bitmeyen yollarda... Araba mı desem, tren mi desem... Saatlerce , günlerce süren yorucu, bıktırıcı, yıpratıcı yolculuklar. Hasret getirir, hasret götürürdü...

Şimdi tüm değer yargıları unutulmaktadır.

İnsan için, en kıymetli olan şeyin, onurlu yaşamak olduğunu bilmemiz gerekir.  Zenginliğin gönül zenginliği olduğunu yaşayarak öğrenir insan. Mutluluğun ise, maddi anlamda var olan her şeyini paylaşmak olduğunu hayatın her alanında uygulayarak öğrenirdi.

Bütün bu anlatılanları ve anlatamadıklarımızı, o yıllarda bir odaya doluşarak, hayatlarını devam ettirmeye çalışan insanlar mutlaka hatırlayacaklardır.
Bir gecede değişen iktidarlar, batık bankalar, yükselen faizler, bütün bunlara rağmen piyasadaki yokluklar...
Bugün insanımızın var olan onca nimete karşılık, zaman zaman var olan bazı sıkıntıları bahane ederek, şükretmemesi, hep şikayetçi olması, her şeyin en güzelini talep etmesi gerçeği ile karşı karşıyayız.

Üretmeden tüketmek çılgınlığı yaşanıyor. Hatta bazı sosyologlar,  bu çılgın alışveriş hareketliliğini, AVM mabedi diye adlandırıyorlar.
Vahşi kapitalizm tüm tarafları ile boy göstermeye devam ediyor.

Oysa ki, yoklukları bir kuyruk atmosferinde yaşamış bir neslin çocuklarıyız. Beklenen yağ, tüp, şeker, benzin, hatta ekmek kuyruklarında oluşan bir kültür vardı.
Emekli maaşlarını almak için, kuyruğa geçen insanlardan ölenlerin olduğunu hatırlıyoruz. Çünkü sabah erkenden gelir bankların önünde kuyruk olurlardı... Hey gidi günler...

Bugün nerede ise, herhangi bir sokakta araba park edecek yer yoktur. Gelir düzeyi eskiye göre çok iyidir. İnsanlar yatırım araçlarına bile yönelmektedirler. Tatil diye bir kültür gelişti. Ne ile olur. Tabi ki, para ile...

Amma hep şikayet hep huzursuzluk, hep şükretmemek, olayları ile karşı karşıyayız. Bu yaşananları görünce; insanın şöyle diyesi geliyor.
Tüm  yapılan atılımlara arkasını dönsün... Protesto etsin... Hastalanırsa, Başakşehir hasta hanesine, Şehir hasta hanelerine, gitmesin... Hastanede vefat edenlerini rehin olarak bıraksın... Marmara'yı kullanmasın... Köprüleri kullanmasın... Viyadükleri  kullanmasın... Tünelleri  kullanmasın... Bölünmüş yollardan değil, eski yollardan yoluna devam etsin... Ben eczanelerden ilacımı almayacağım deyip, SSK hasta hanelerinin eczanelerinin önünde sıra beklesin... Emekli maaşımı almak için kuyrukta bekleyeceğim deyip, bankaların önünde sabahın erken saatinden önce sıraya geçsin... Ulaşımda hava yollarını kullanmasın... Ben bu enflasyon rakamlarını kabul etmiyorum deyip, eski enflasyon rakamları ile işlem yapılmasını istesin... Bugün ki faiz oranları ile değil de; eski faiz oranları ile işlem yapmak istiyorum diye, ayak diresin... Şu an sahip olduğu mal varlığını kabul etmeyip, eskiye dönsün... Son model arabalar yerine Murat 124 arabasına binsin...  Eski daha iyi deyip, Kadınların zorla başını açtırsın... Tüm baş örtülüleri devlet dairelerinden kovsun... Meclisteki baş örtülülere haddini bildirsin... Belki o zaman mutlu olurlar...

İşte o zaman;

İster istemez şu ilahi uyarı aklımıza geliyor. Mülk suresi 23. ayet ''De ki: O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!" Bugün eskiye dair anlattığımız şeyleri bazı insanlar belki bir hikaye gibi dinlemektedirler. Bunlar çok değil otuz, kırk, elli sene önce yaşanan Ülke gerçekleridir...  

Ancak yaşayanlar bilir...