‘’Pamuğum benim!’’ diyerek avuçladı biricik nenesinin yanaklarını. O, öpmeye çalışırken anneannesi ondan kurtulmaya çalışıyordu.

-‘’Azize, kızım, hadi oyalanacak zaman değil! Çoktan dolmuştur avlu! Bak senin yüzünden geç kalacağız’’ dedi..

-‘’Ben hazırım bile’’ dedi Azize.

Nenesinin heyecanı bambaşkaydı bugün! Dile kolay! Ayasofya açılıyordu! Adını aldığı mabede duyduğu hasret çok derin ve bambaşkaydı Safiye Nene’nin. Çemberlitaş’ta, Ayasofya’ya bir ok atımı mesafede oturuyorlardı. Ehl-i Hal, derviş ruhluydu nenesi, özel virdleri vardı, çocukluğundan itibaren özel bir disiplinle yetişmişti, metafizik kavrayışı çok yüksekti, erbab-ı esrar bir kadındı, şahid olduklarını başkalarına anlatsa ‘’senin nenen vallahi evliya!’’ diyecekleri bir çok hikayesi vardı. Sadece ikisinin bildiği sırları vardı! Namaza durduğunda derin bir nazarla bakabilenler bu yaşlı kadının sanki Kabe karşısındaymış gibi kıyama durduğunu düşünmeleri içten bile değildi. O nasıl bir huşû haliydi öyle! Hem çok aşikar ve hem de çok ketum bir yanı vardı Safiye Nene’nin.

Azize, Psikoloji son sınıf öğrencisiydi. Seccadesini çantasına koymaya çalışan 88 yaşına gelmiş nenesini tarif edilemez bir muhabbetle izlerken, dimağına dinlediği hatıralar hücum ediyordu.

- ‘’Kuzum! Azizem! 14 Şaban 1353 Beraat Gecesi doğmuşum ben. Evdekiler ismim ne olsun diye karar verememişler, 2 gün sonra Ayasofya Camii Kebir’de ezanlar susturulunca o ana kadar fikrini izhar etmeyen hacı dedem beni beşiğimden kucaklayıp sağ kulağıma Ezan, sol kulağıma Kamet okumuş! Torunumun adı Safiye olsun demiş ağlayarak! Ben de sen doğunca sana o yüzden Azize dedim kuzumm!’’ deyişini hatırladı.

Ayasofya’nın açılacağını, kararın açıklanmasından çok önce ilk nenesinden duymuş, hayret etmiş, ne mana ve nede ihtimal vermemişti! Ayasofya ile alakalı haberleri yakından takip eden nenesine Mart 2018’de: ‘’Neneciğim! Devlet, Ayasofya dahil 54 müzenin bilet ve bilet ürünlerinin ihalesini dokuz yıl boyunca merkezi İsviçre’de bulunan ve arkasında Siyonist bir firma olduğu iddia edilen bir şirkete vermiş diyorlar!’’ dediğinde nenesinin bir an durup ‘’Elhamdulilllah! Bismillah: Bâbûna’’  diyerek tebessüm edip şükür secdesi yaptığını, yine bir yıl sonra Mart 2019’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya ile alakalı yaptığı açıklamayı akıllı telefonundan neenesine; üzüleceğini düşünerek istemeye istemeye de olsa izlettiğinde Cumhurbaşkanı’nın: ‘’…. Ayasofya’nın belli bir bölümünde şu anda namaz da kılınıyor. Bunları da aşmak bizim için sorun değil aşarız ama getirisi, götürüsü nedir? Bunu da burada açıklamam doğru olmaz. Bunun bir götürüsü var. Onun, bizim için faturası çok daha ağırdır. Unutmayalım dünyanın çok çeşit ülkelerinde bizim binlerce camimiz var. Acaba bunu söyleyenler, bu camilerin başına ne gelir, bunu düşünüyor mu?” sözlerini bitirdiğinde,  pür dikkat konuşmayı dinleyen nenesinin ‘’Elhamdulilllah! Tebareke: Hitânûna’’ diyerek ‘’karar çıktı hayırlı olsun. Ayasofyamızı açıyoruz’’ dedikten sonra şükür secdesi yaptığını, ‘’hadi ne duruyorsun sende şükür secdesi yap’’ deyişini hatırladı. Çok kısa bir vakit içerisinde Ayasofya’nın aleyhine gelişen bu iki olaydan nasıl oluyordu da bu sonucu çıkartabiliyordu halen aklı almıyordu. Çok geçmemiş nenesi haklı çıkmıştı! Vakıaları nasıl okuyordu bu kadın? Bu sorunun cevabını bulamıyordu! O bunları düşünürken Safiye Nene sokak kapısına çoktan inmişti bile…

-‘’Azize hadi kuzum!’’

Sıcak güneşin altında yürüyerek Şerefefendi Sokak’tan Türbedar Sokağa geçtiler, yol boyu artan kalabalıktan ara ara yürümekte zorlanıyorlardı. 88 yaşındaki o kocamış, yaşlı ihtiyardan eser yoktu. Azize hayretle bakıyordu nenesine. ‘’Yoruldun mu? Az soluklanalım mı?’’ diye soruyordu ara ara. Nenesi duymuyordu bile. Divanyolu Caddesine doğru kalabalık artıyor; uğultu, tekbir sesleri arasında kayboluyordu. Arı kovanı gibiydi Suriçi!

Sultan II. Mahmut Türbesinden geçtiler, az ilerde Divan Yolu’na döndüklerinde demir parmaklıkların önünde durdu Safiye Nene. Merdivene çömeldi. Azize’nin elinden su şişesini aldı birkaç yudum içti, kalktı ve Sultan II. Abdulhamid’in türbesine doğru süzüldü. Türbenin içindeydiler. Safiye Nene edeb-i erkanla durdu, selam verdi, baş eğdi, boyun büktü, ellerini açtı, okudu okudu ve Azize’nin de duyduğu şu kelimeler döküldü dudaklarından; ‘’Yasin: Sekfûnâ!’’

Cuma Namazı’na çok az kalmıştı! O kalabalık içerisinde nasıl ilerleyebiliyorlardı hayret ediyordu Azize. Nenesi elini değil, bileğini tutmuş O’nu adeta bir katar gibi çekiyordu. Yatağını arayan nehir sel olmuş, onlarsa birer damla akıyorlardı Ayasofya’ya doğru. Artık okunan Kur’an-ı duyuyorlardı. Tramvay yolu üzerinden Mehmet Akif Ersoy Parkı sağlarında kalacak şekilde yürüdüler, Ocak 2016’da bir canlı bombanın kendisini patlattığı saldırının merkezi olan Alman Çeşmesi istikametine geldiklerinde durdu Safiye Nene az soluklandı, biraz sonra milyon taşı’nın yanına varmışlardı bile.

Safiye Nene tam o noktadan kıble istikametine döndü, Ayasofya’dan gelen sese kulak verdi! Reis-i Cumhur Kur’an okuyordu! ‘’Elif Lâm Mîm! Zalike’l kitabu la raybe fiyh! Huden lilmuttekiyn’’  avuçlarını göğüs hizasında birleştirdi, Ayasofya’nın kubbesi hizasına doğru kaldırdı, adeta kubbede ki yuvarlak alemi nişangah alırcasına okudu, okudu, okudu. Sonra Azize’nin duyacağı bir şekilde ‘’Kef  He Yâ Ayn Sâd: Kifâyetûna!’’ dedi ve avuçları arasından Ayasofya’nın kubbesi üzerinde ki aleme doğru üfledi!

Ezan-ı Muhammedi’nin okunmasına çok az kalmıştı! Görevliler o  noktaya kadar defalarca: ‘’Hanımefendi bakar mısınız! Nene! Kadınlar için ayrılan kısım burada değil, buraya geçemessiniz’’ deselerde dinlemiyordu kimseyi Safiye Nene. Emniyeti sağlayan, bariyerlerin arkasında duran genç bir polise yaklaştı Safiye Nene, kulağına bir şeyler söyledi sonra Azize’ye dönerek ‘’Tut Elimi Azize! Sakın Bırakma Yavrum!’’ dedi. Safiye Nene önde, torunu Azize ardında, Alemdar Caddesi’nin kesişme noktasında ki polisin garip bakışları arasında bariyerlerin arkasına geçtiler.

Tam o anda Safiye Nene, Azize’ye dönerek ‘’tekrar et kızım’’ dedi!

‘’Ha! Mim! Ayn! Sin! Kaf!: Himâyetûna!’’

’Fese yekfiy ke hümüllahu ve hüves'semıy'ul aliym’’ (Allah sana yetecektir. O, işitendir, bilendir)

’Sitru'l arşi mebsulün aleynâ’’ (Arşın örtüsü üzerimize serilmiştir.)

Ve yürüdüler…

Artık o andan itibaren sadece Azize, Safiye ve Ayasofya vardı artık!

Adeta gökler yarılmış! Mele’ûl Alâ’dan fevc fevc yağan tecelli gönüllerinden dolmuş taşmış, kollektif bir cezbe yaşıyorlardı. Meydan, tek bir seccade olmuştu sanki! Sesler derinleşmiş, her şey ve her renk Ayasofya dışında flu, -ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnızca mâna- nehri üzerinde yürüyorlardı. Her baktıkları köşede bir şehid, bir gönül sultanı, bir komutan, bir dava adamı vardı artık! Devleti- Ali’nin kozasından kelebek olup uçan kim varsa oradaydılar! Övülen askerler, Fatih’le birlikte  selamlıyordu onları. Tanıdık yüzler tebessümle bakıyorlardı! Ayâ (azize) Sofya ve üç şehid evladı Pisti (iman), Elpida (Umut) ve Agapi (Sevgi) secdedeydiler.

Cülus törenleri, itikaf yapanlar, namaz kılanlar, Kur’an okuyanlar, meydan da kılıç sallayanlar, kardeş kanı akıtanlar, kafirlik şerbeti içenler, küffarla cenk edenler, Medusa’nın karanlıkları, Pagan Roma, Artemis, Ahit Sandığı, kutsal kase, Tapınakçılar, Kaballar  kim ve ne varsa, ne yaşanmışsa Ayasofya’nın taş duvarlarından kare kare yüreklerine akıyordu. Yürüdükleri istikamette her adımda bir aylık mesafe alıyorlardı sanki!

Kıble önlerinde açılıyor, Belde-i Muhayyere Kın Nesreyn (*) derinliğine ulaşıyor, kıbleteyn oluyordu. Kubbe’nin aleminden Mescid-i Aksa Haremi Şerif’i gülümsüyor, taş atan çocukları, tankların önüne geçen gençleri, saçlarından tutularak yerlerde sürüklenen Filistin’li kızları görüyorlardı.

’Bir’ruh Bid’dem Nefdiyke Ya Aksa!’’ -Canım-kanım sana feda olsun ey Aksa- seslerini duyuyorlardı! Harem-i Şerif’in avlusunda İzzettin  El Kassam, Şeyh Yasin dimdik duruyorlardı! Yürüdükleri yolu yürümüyorlar, yol onları yürüyordu artık. ‘’Sefere! Zafere!’’ nidaları geliyordu Beyt’ul Makdis’ten! Ezan-ı Muhammed’i okunuyordu Ayasofya’nın minarelerinden.

Allah’u Ekber!

Allah’u Ekber!

Duydukları ezanla zerre’den kürre’ye derinlik kayboluyor, zaman ve mekan hem var ve hem yok oluyor, Azize ve Safiye aradan çekiliyordu artık! Ayasofya’nın taş duvarları değişiyor, suretler, sirete aksediyor, Ayasofya, Safiye oluyor, lisan-ı hal ile konuşuyor, Safiye’den Safiye’ye seslenerek:

‘’Nerede Kaldın Ey Safiye?’’ diyordu…

‘’ Beni kimlere bıraktın Safiye? Özlemedin mi beni Ey Safiye? Ezansız kaldım! Secdesiz, zikirsiz kaldım Safiye! Yıllarca garip, kimsesiz kaldım! Beni zincirlediler, her gün ağladım Safiye! Nerede kaldın Ey Safiye?’’ diyordu…

Ağlayarak!  ‘’Geldim!’’ dedi Safiye Nene!

 ‘’Geldim!’’

Öz’üm, Aslım, Adım! Canım! Geldim!

Sensiz kaldırımlar soğudu, sokaklara boran vurdu, evlerimiz, kalplerimiz dondu Ey Ayasofya’m!

Sensiz; mukaddesatımıza yabanlar hücum etti Ey Ayasofya’m! Ama geldim!

Sensiz; Ebu Leheb’ler secdeye vardı, bizi aldattılar Ey Ayasofya’m!

Sensiz; Kelam-ı Kibar’ı yerlere attılar, bizi budadılar Ey Ayasofya’m! Ama Geldim!

Sensiz; Tüm camiler ezansız, secdesiz kaldı Ey Ayasofya’m!

Sensiz; Virane oldu bulvarlar, şehirler! İstanbul utandı, biz utandık Ey Ayasofya’m! Ama Geldim!

Sensiz; Mescidi-i Aksa düştü Ey Ayasofya’m! Beytullah karalar bağladı!

Darağaçlarında şehidler bıraktım senin için, zindanlarda yiğitler…

Geldim!’’

dedi Safiye!

‘’Geldik Ey Ayasofya’m!’’

Hasretinin, derdinin ve davasının ağır yükünü, zayıf omuzlarında taşıyan 88 yaşındaki Safiye Nine, güneşin taşları eriten sıcağı altında bin aylık hasretin bitecek olmasının heyecanı ve omuzlarında taşıdığı melal yüklü o koca dağı artık taşıyamadı ve o dağ bir anda küçücük kalbine iniverdi! Safiye Nine meydanın kaldırımlarına yığılmıştı!

Kendine geldiğinde başı ucunda Azize’si ve etrafına toplanan kalabalıkta kendisine su içirmeye çalışan genç bir delikanlının boynundaki Filistin atkısının püskülüne yakın yerinden kendisine gülümseyen Kubbet’us Sahra baskısını gördü.

Kalkmaya çalıştı, hafifce doğruldu!

’Allah razı olsun evladım! Sağolasın! Adını bağışla bana!’’ dedi.

Genç adam: ‘’Benim adım, Özgür Nene! Özgür Kudüs Öztürk!’’

O anda Safiye Nene’nin gözlerinden akan yaşın nedenini ve aslında neden secdeye kapandığını hiç kimse anlamadı!

Azize Hariç…

Safiye Nene, yine bir şükür secdesindeydi…

Bismillah: Bâbûna! (Kapımız!)

Tebareke: Hitânûna! (Duvarımız!)

Yasin: Sekfûnâ! (Çatımız!)

Kef  He Yâ Ayn Sâd: Kifâyetûna! (Kifayetimizdir! Bize Yeter!)

Ha! Mim! Ayn! Sin! Kaf!: Himâyetûna (Himayetimiz! Koruyucumuzdur!)

Bülent Deniz

Habervakti.com

Genel Koord.

@bulentdenizim

(*) Belde-i Muhayyere Kın Nesreyn:

Kaynaklarda; Kın Nesreyn’den kasıt (İstanbul)’dur, Kudüs-ü Şerif ve Medine-i Münevvere’ye atıf yapılır.

Kimi kaynaklarda ise Kın Nesreyn İstanbul, Bahreyn ve Medine’dir diyende olmuştur.

Bu üç şehre İslam litaratüründe “Belde-i Muhayyere” adı verilmiştir. İstanbul, kıbletyn’in başlangıç noktasıdır!

‘’Belde’’: Yer, bölge,şehir 

‘’Muhayyer’’  Osmanlıca anlamı ile kullanılıyor;

‘’Hayr’’:  Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Seçimlik. Seçilmiş.

‘’Kın’’: Kuşun gözettiği/gözetlediği yer, alan, diyar belde, şehir

‘’Nesr’’: Kartal ve benzeri büyük yırtıcı kuşlar.

‘’Eyn’’: İki veya Çift

İki Kuşun gözettiği-gözlediği yerden kasıt Doğu Roma-Bizans devlet amblemindeki İKİ KARTAL (İstanbul)

Allah en doğrusunu bilendir!

www.bulentdeniz.com