Bir zamanlar şairlerimiz şehirlerimizi anlatırlarken “Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar”, “altında mıdır, üstünde midir cenneti alâ, yek seng’ine tüm Acem mülkü fedadır” derlerdi. İçinde yaşadığımız coğrafyanın kıymetini bilmiyoruz. Doğu ile batının, kuzeyle güneyin kesiştiği bir noktadayız. Hz. Âdem burada yaşadı, tarihin sonu da burada gerçekleşecek.
Dört mevsimin yaşandığı bu coğrafyada dünyada yaşayıp da burada yaşamayacak ne bir bitki ne de bir hayvan türü var. Burası “arz-ı mev’ûd” coğrafyası. Burası Ademoğullarının/insanlığın ata yurdudur.
Bugünlere geldik! Dünyanın en zengin ülkesinde yoksul bir hayat yaşayan bir halktan söz ediyoruz. Akıl, vicdan, ahlak, merhamet… Nereden bakarsanız bakın yoksulluk her yerde.
Zengini de mutsuz, fakiri de… İktidar sahibi de mutsuz, muhalefeti de… Türk’ü-Kürd’ü, Alevî’si-Sünnî’si, kadını-erkeği, sağcısı-solcusu, dindarı-laiki fark etmiyor; hepsi perişan…
Aynı ülkenin çocukları birbirinin mezarını kazıyor sanki.
Depresan tüketimi patlamış, siz keneviri yasaklamaya devam edin… Sonuçta herkes, kaçtığını zannettiği şeye doğru koşuyor. Bu durum sadece ülkemizde değil, İslam dünyasında da böyle. Sadece İslam dünyasında değil, tüm dünyada böyle…
CHP Tunceli Eski Milletvekili, Barış Partisi Kurucu Başkanı Ali Haydar Veziroğlu geçen gün “Değerli CHP’liler” diye bir mesaj yayınladı. Ama kimse gerçeği aramıyor sanki. İnsanlar korkularıyla hareket ediyorlar. Hep bir kurtarıcı arıyorlar ve birilerini “günah keçisi” ilan ederek ondan intikam almaya çalışıyorlar, çevresini çağırıyorlar.
Siyaset, ilginç bir linç kültürü üretti. Bu sadece iktidar-muhalefet ilişkilerinde değil, kendi içinde de böyle. Bu durum STK ya da iş dünyasında da böyle. Kimse kendi nefsini, liderini, örgütünü, şeyhini sorgulamaya yanaşmıyor.
Veziroğlu söz konusu açıklamasına “CHP’li değilim, olmak gibi bir düşüncem de yok. Ayrıca uzun zamandır siyasete mesafeliyim ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla da özel bir dostluk ilişkisi içinde değilim.” diye başlıyor ve ekliyor:
“CHP’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Sayın Kılıçdaroğlu’na ve taşıdığı değerlere karşı terbiyesizlik yapanları da yaptıranları da uyarıyorum. Bu saygısızlığı sürdürmeyin.”
Veziroğlu’nun 9 maddede özetlediği tavsiyeler şöyle:
-
Vicdanı ve bilgisi olan hiç kimse Kemal Kılıçdaroğlu'nun bugün gündemde olan aktörlerden daha az CHP’li olduğunu söyleyemez.
-
Hiç kimse CHP’yi ve CHP’lileri akçeli işlere bulaştırdığını ifade edemez.
-
Kılıçdaroğlu'na Altılı Masa sürecinde bazı kişiler tarafından hainlik yapıldığı görmezden gelinemez.
-
Onun politikada yükselmelerine vesile olduğu, CHP’yi şahsi çıkarları için basamak olarak kullanan bazı aktörler tarafından hançerlenmediği iddia edilemez.
-
Günümüzde yapay olarak estirilen bu rüzgar ve döndürülen kasırganın, CHP’nin kurumsal kimliğini koruma gayretinden değil, CHP’de varlığını sürdürmek isteyen politikacıların kendi çıkarları için yapıldığı düşünülemez.
-
Kılıçdaroğlu'na dün “Git evinde otur, torunlarınla zaman geçir.” diyenler, bugün koro halinde “Yargıya doğru bildiklerini değil, doğru olmayanı söyle.” demektedirler.
-
Doğru veya yanlış, şaibelerle anılacak bir CHP siyaseten başarılı olabilir mi? Tabii ki “hayır.” Çünkü CHP’nin kurumsal kimliğinin kırmızı çizgilerinden biri şaibesiz olmaktır.
-
Kılıçdaroğlu’nu harcamaya çalışanlar bu şekilde, Erdoğan’ın eline kullanması için önemli bir silah vermiş olacaktır. Dahası, Tayyip Bey CHP’li yöneticilerin verdiği bu silahı en etkili şekilde kullanacaktır.
-
Silahı kullananın da, silahı verenin de aynı amaca hizmet ettikleri ortadadır.
(Veziroğlu, Kılıçdaroğlu’nu alaşağı etmeye çalışanların Erdoğan’ın planlarına alet olduğunu söylerken, Kılıçdaroğlu’na karşı çıkan lobi, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın adamı olduğunu iddia ediyor.)
Yargının gerekçeli kararı gerçek bilgi ve belgelere dayanması halinde, partilerine karşı samimiyetle sorumluluk duyan ve ömrünce emek veren saygıdeğer gerçek CHP’lilerin yapması gereken; tüm bu çirkinliklerde payı olanları saf dışı bırakmaktır.
Kılıçdaroğlu'yla veya onsuz CHP’nin kendi fabrika ayarlarına dönmesini sağlamaktır.
Veziroğlu böyle diyor da, ben dışarıdan baktığımda aslında partiyi ele geçirmek isteyenlerin arkasında ve arasında en aktif kişilerin çoğu, uluslararası sistemin adamları ve onların yerli işbirlikçileri. Uluslararası sistem sanki, CHP’yi geçirip onun üzerinden iktidarı yola getirmek için onu sopa olarak kullanmak istiyor.
Ben CHP’li değilim. Hiç de olmadım. Kılıçdaroğlu’cu da değilim tabii ki. Ama ülkemdeki siyasi partilerin kendi içlerinde ve rakipleriyle yaşadıkları polemik, üslup açısından da, muhteviyat açısından da, şiddetin dozu açısından da asla kabul edemeyeceğim bir durum.
Kimin iktidarla, kimin uluslararası sistemle siyasi ve menfaat bağı olduğunu araştıran herkes, bu siyasi emellerini müstevlilerin siyasi emelleri, şahsi çıkarlarını finans kapitalin çıkarları ile tevhid ettiğini görecektir.
Siyaset ve sivil toplum, cemaat ve medya, akademi çevresindeki ilişkiler mide bulandırıcı, utanç verici. En güvenilir gibi gözüken kişilerin bile etrafında bir sürü münafık karakterli kripto elemanı, mafyöz, yiyici-vurguncu tipleri görebilirsiniz.
Şeytan birilerini böyle kandırıyor: “Memleketi kurtarmak için kendini fedaya hazır bir parti ve kadrolara ihtiyaç var. Onları yönetecek bir lider gerekli. Harekete geçmek için güçlü bir medya lazım. Bu hareketin finansmanı gerek. O zaman kamu kaynaklarını bu dava için ötekilerin elinden almak gerek.”
Ülkeyi kurtarmak, toplumu dönüştürmek üzere yola çıkanlar önce kendileri dönüşüyor ve sonra hem iç çatışmaların hem de yağmacıların merkezine kayıyorlar.
Sonuçta herkes aynı şeyi söylüyor: “Her şey vatan için!”
Söz konusu olan “vatan” ise, geriye kalan her şey teferruat oluyor.
Tabii ki bu yolun sonunda ne din kalıyor, ne ahlak, ne de vicdan kalıyor. Gayeye giden her yol meşru oluyor onların gözünde. Ve zaten ondan sonrası malum…
Ne olduğunu görmeniz için herkes kendi çevresine baksın yeter, ötekilerin kirli çamaşırını aramalarına gerek yok. Zaten kısa süre sonra da herkes ötekilerin kirli çamaşırlarını perde olarak kullanarak, onları halkın gözüne sokup kendi hırsızlıklarını gizlemeye çalışacaktır.
Bu yolun sonuna giderken aşılan en kritik eşik, adaletin katledilmesidir.
Tanrı-Krallık rolü üstlenen, ilah ve rab konumuna yükseltilen kurtarıcı liderin etrafında zaten bir sürü “öl de ölelim, vur de vuralım, emret komutanım” diyen tetikçi var.
Oraya gelince, zaten artık son çıkış yolu da geçilmiş demektir. Bundan kısa süre sonra da “keskin sirke küpüne zarar vermeye başlayacaktır” ki, ondan sonrası için çöküş kaçınılmazdır.
İşte o zamana kadar haksızlıklar karşısında susup köşelerine çekilenler için şimdi şu uyarıyı hatırlatmanın tam zamanı:
“İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım?”
Evet, gelinen noktada CHP kongresinde bugünkü yönetim hile yapmışsa ve bu ispatlanabiliyorsa, Kılıçdaroğlu göreve iade edilmelidir. Ancak Kılıçdaroğlu da dürüst bir siyaset adamı olarak, doğru yönde ileri doğru bir adım atacaksa, partisini kongreye götürmeli ve orada önemli bir konuşma yaparak aday olmadığını açıklamalıdır.
Bu saatten sonra Kılıçdaroğlu CHP’yi zor yönetir. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu gerçekten hile yapmışsa, onlarla da yola devam edilemez.
Peki, ne olacak?
O belli değil.
CHP’de ne ideoloji kaldı, ne kadro. Zaten bana göre “Cumhuriyet (…) Partisi” olmaz. CHP, tarihi rolünü, misyonunu tamamlayan bir parti. İsterlerse o hatırayı yaşatmak için bir vakıf ya da dernek kursunlar. Sonra da “Atatürkçü Parti” diye bir parti kurarlar. “Cumhuriyetçi Parti” mi derler, “Laik Demokratik Halk Partisi” mi, “Cumhuriyetçi Sol Parti” mi... Yeni bir ya da birkaç parti kurarlar. Ya da mevcut diğer partiler kendi aralarında “Sol / Sosyalist / Cumhuriyetçi Halk İttifakı” mı derler, bir ittifak kurarlar.
Sandıkta da boylarının ölçüsünü alırlar.
-
yüzyıl sonunda kapitalizm, komünizm, faşizmin gölgesinde oluşan kavram ve kurumlarla 21. yüzyılı açıklamak mümkün değil. Aynı durum sağcı, milliyetçi, liberal, merkez partiler için de geçerli. Bu partiler, kendilerini doğru düzgün tanımlamaktan bile aciz. Dolayısıyla kendilerini ötekilerden ayırt edecek özellikler bakımından da fikrî olarak büyük bir fakr-u zaruret içindedirler.
Siyasetin de, demokrasinin de, ulus devlet anlayışının da içi boşaldı.
“Global Reset” sürecinde, “Transhümanizm” projesinde; yapay zekâ ve nesnelerarası iletişimin nesnesi olan bireylerin beyinleri kontrol edilecekse, kadın-erkek, sağcı-solcu olmanın ne anlamı kalıyor ki?
Ne STK kalacak, ne parti, ne din, ne tarih, ne gelenek, ne ideoloji...
O zaman neyin kavgasını veriyoruz ki?
Yeni bir dünya savaşının eşiğinde, yarın bu ülkeyi bizden isteyenler sağcı-solcu, şeriatçı-laik diye bizi ayırt etmeyecek. Çünkü birileri, bu ülkede yaşayan insanların kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar, servet ve gelecek damıtmak istiyorlar.
Gelinen noktada bugün bir yandan iktidar-muhalefet, öte yandan partiler kendi içinde; dini ve ideolojik gruplar da kendi içinde birbirini dinlemek ve anlamak yerine, yok etmek için seferberlik ilan etmiş gözüküyor.
Bu ahmaklık ve akılsızlıkla, kendimizi yok etmek için düşmana da ihtiyacımız yok aslında. Karı-koca, anne-baba ve çocuklar, komşular, sermaye grupları… Hepsi birbirinin gözünü oymaya, birbirinin malına çökmeye çalışıyor.
Sahi bu gidiş nereye?
Şimdi kollarımızı makas gibi açarak bağırma zamanı:
“Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak!”
Selam ve dua ile.
A. Dilipak