Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti sırasında yaptığı açıklamalar Lozan Antlaşması’nı gündemin bir numaralı başlığı haline getirdi. Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu TRTHaber’e Yunanistan’ın ihlallerini ve Ankara’nın revizyon istediği maddeleri anlattı. “Taleplerimiz ne Yunanistan'ın ne de başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne ilişkin bir talep değildir” diyen Çavuşoğlu “Lozan'ı imzalayan garantör bir ülke olarak, soydaşlarımızın haklarının sonuna kadar takipçisi olacağız” mesajı verdi.

Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu’nun sorularımıza yanıtları şöyle:

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinden önce bir Yunan televizyon kanalına verdiği röportajda Lozan’ın güncellenmesi gerekliliğine yaptığı vurgu Lozan’ı tekrar gündeme getirdi. Biz Türkiye olarak Lozan'ın nasıl bir güncellemeden geçirilmesini istiyoruz, taleplerimiz neler?

Normalleşmenin sağlanmasını istiyorsanız tüm konuların konuşulabilir olduğunu göstermeniz gerekir.

Sayın Cumhurbaşkanımız verdiği mülakatta Lozan'ın güncellenmesi gerektiğinden bahsetti fakat Atina’da, ziyaret sırasında bu konuda herhangi bir söz söylememişken, bu defa Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos basın mensuplarının önünde Lozan'ın güncellenemeyeceğini ve buna taraftar olmadıklarını belirtti.

Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanımız tekrar Lozan'ın güncellenmesine atıfta bulunarak Batı Trakya’da yaşanan sorunları dile getirdi.

Şunu net ifade etmek lazım. Cumhurbaşkanımızın Lozan'ın güncellenmesi talebiyle ilgili kastı, ne Yunanistan'ın ne de başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne ilişkin bir talep değildir.

Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlıklarla, hem de İstanbul'da kalan gayrimüslim azınlıklarla ilgili olarak Lozan'ın 37. ile 45. maddelerinde bazı hükümler yer alıyor.

Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, özellikle hükümetlerimiz döneminde Lozan’da yer alan bu hükümler çerçevesinde, azınlık mensupları için her türlü değişikliği, olumlu adımları atmak için gayret sarf ediyoruz.

Biz bu adımları atarken Batı Trakya Türk azınlığının içerisinde bulunduğu sorunların giderilmesi bakımından Yunanistan'a da düşen yükümlülükler var. Fakat Yunanistan, Batı Trakya’da yaşamakta olan azınlık toplumunun müftülükler, eğitim, vakıflar, etnik kimlik, kültürel ve sosyal hakları konusunda Lozan’dan doğan haklarını vermemekte direniyor.

Hal böyle olunca, Lozan'ın bahse konu hükümleri zaten Yunanistan'ın fiili uygulamalarıyla değiştirilmiş oluyor.

Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği güncelleme sözü buna ilişkin bir ifadedir.

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’dan bir açıklama geldi. “Müftülükler konusu doğrudan Yunan vatandaşı Müslümanlar ile ele alınmalı böylece bu konu bir an önce halledilsin ve kalıcı bir yasal düzenleme gerçekleştirilebilsin” dedi. Hemen sonrasında Yunanistan Eğitim ve Din İşleri Bakanı Kostas Gavroğlu Yunanistan “hükümetinin Batı Trakya'da Müslüman Türk azınlığa yönelik saygılı bir politika izlemek arzusunda olduğunu belirtti ve müftülerin seçim meselesinin de mutlaka bu politika çevresinde ele alınması gerektiğini” söyledi. Bu değerlendirmeyi nasıl buluyorsunuz, nasıl bir adım olarak değerlendirebiliriz?

Yunanistan'ın bu anlamda olumlu bir şeyler söylemesi esasen Türkiye’de Lozan ile ilgili Cumhurbaşkanımızın söylediklerine ne olursa olsun muhalefet etme anlayışında olanlara bir şeyi anlatıyor olması gerekiyor.

Sayın Cumhurbaşkanımız Lozan'ın güncellemesinden bahsederken, esasen vermek istediği mesajı Yunan yetkililer almış durumda. Dolayısıyla Sayın Çipras’ın yapmış olduğu müftülüklerle ilgili açıklaması olumlu bir adım. Fakat bu Batı Trakya'daki Müslüman Türk azınlık için bir lütuf değil. Çünkü dini ve kültürel özgürlükler hem uluslararası anlaşmalar, hem de sözleşmeler nezdinde tanınan, hem de Lozan bağlamında azınlıklara özellikle tanınan haklardır.

Biz yıllardır, Atina Anlaşması gereği Batı Trakya'daki Müslüman Türk azınlığı, müftüleri kendisi seçmelidir diyoruz.

Nitekim Yunanistan 1920’de çıkarmış olduğu bir yasa ile azınlık toplumunun müftülerini kendisinin seçmesine imkan sağladı. Ne zaman ki Gümülcine Müftüsü Hafız Mustafa Efendi 1985’de vefat etti ve Yunanistan o tarihten sonra azınlık toplumunun kendi müftüsünü seçmesine imkan verilmedi. Yaklaşık 65 yıldır devam eden uygulamadan nedensiz bir şekilde vazgeçilmiş oldu.

1985 problemin başladığı tarihtir. Yunanistan, Müslüman azınlığın tasvip etmediği, kendisinin güdümünde atamış olduğu müftüleri azınlığa dayatmış oldu.

Çıkış yolu arayan azınlık mensupları da bu defa; madem siz bize bunu dayatıyorsunuz, biz de sizin bize dayattıklarınızı istemiyoruz, atadığınız insanların bizi temsil kabiliyetine inanmıyoruz diyerek net bir tavır gösterdi ve bunun sonucu olarak da kendi müftülerini seçti. Şu anda Batı Trakya'daki Müslüman Türk azınlığı için itibarlı ve meşru olan müftüler kendi seçtikleri müftülerdir.

Yıllardır bu sorun devam ediyor ve bu çerçevede istenmeyen olaylar cereyan ediyor. Daha çok yakın bir zamanda seçilmiş İskeçe Müftüsü bir cenaze namazı kıldırdı diye 7 aylık hapis cezasına çarptırıldı.

Yaşanan bu olumsuzlukların hepsi toplumsal huzuru bozacak ve Müslüman Türk azınlığının haklarını izale edecek mahiyette.

Türkiye olarak yıllardır adım atmak isteğimizi belirtmiş olmamıza ve ülkemizdeki azınlıklar için de birçok adım atmış olmamıza rağmen, Yunanistan dayatmalarından bir türlü vazgeçmedi. Ne yaparsak yol alamadık.

Masanın etrafında konuştuğumuz zaman sanki her şey normal seyrinde devam ediyormuş gibi görünüyor ama dönüp geldiğimizde herhangi bir adım atılmıyor, mevcut statüko devam ediyor.

Sayın Cumhurbaşkanımızın Lozan'ın güncellenmesine ilişkin atıflarının sonucunda, Sayın Çipras ve Gavroğlu’nun hatta Koçyas’ın bu noktadaki açıklamaları olumlu bir adım.

Bundan sonra bu açıklamaların altının nasıl doldurulacağı, yöntemin, metodun ne olacağı, gerçekten azınlık toplumunun iradesini yansıtacağı bir yöntemle mi adımların atılacağını, izleyeceğiz göreceğiz.

Bahsettiğiniz sorunların (eğitim, müftülükler, vakıflar ve diğer kültürel haklar) Lozan maddeleri ile aşılması mümkün mü? Yoksa bu sorunlar tamamen Lozan'ın kuralları uygulanmadığı için mi ortaya çıkıyor? Lozan'ın değişen dünyanın insan haklarına ilişkin uyum sorunu var mı?

Lozan'ın tarihi 24 Temmuz 1923. O tarihte düzenlenen anlaşma gerçekten de her iki toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak mahiyetteydi. 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel Haklar Bildirgesi’nden itibaren, insan hakları temelinde bir takım düzenlemeler de yapıldı.

Bunlarla beraber Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Bildirgesi gibi uluslararası metinlerle beraber her iki azınlık toplumunun bu noktadaki hakları daha da tahkim edilmiş oldu.

Dolayısıyla hem Lozan hem de uluslararası metinler çerçevesinde baktığımızda bu konuların çözümlenmemesi için bir neden yok.

İstenirse azınlıkların kimlik sorunu, din özgürlüğü sorunu, eğitim özgürlüğü sorunu, vakıflarla ilgili sorunlar aşılmış, her türlü özgürlükleri tam manasıyla teslim edilmiş olabilir.

Biz bu konuda adımlarımızı attık. Özellikle vakıflar noktasında. 2003 yılında çıkarmış olduğumuz bir yasa ile gayrimüslim azınlığa ait vakıf mallarının onların cemaatlerine iade edilmesine imkan tanıdık. 2008 ve 2010 yıllarında tekrar güncelledik. 1029 vakıf mülkü azınlık cemaatlerin vakıflarına iade edildi. 21 adedi iade edilemediği için Türkiye tarafından tazmin edildi.

Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, Kültür Bakanlığımız aracılığıyla gayrimüslim azınlıklara ait vakıf mülklerini, bir çok kiliseyi restore ettiriyoruz. Bunların en bariz örneklerinden bir tanesi şu anda Sümela Manastırı. Çok güç koşullarda bile olsa restorasyonu devam ediyor. Kısa bir süre içerisinde de tamamlanmış olacak. Demir Kilise, 7 Ocakta Bulgaristan Devlet başkanının Türkiye'ye gelmesiyle beraber açılacak. Bundan birkaç hafta önce Yenikapı’daki Aya Yorgi Kilisesi Vakıflar Genel Müdürlüğümüz tarafından restore edildi ve hizmete açıldı. Ve daha birçok yerde restorasyonlar devam ediyor.

Türkiye, Gökçeada’da sadece 4 öğrenci bulunan bir yerde Rum ilkokulu, ortaokulu açtı yetmedi lise olarak açtı.

Rum azınlık mensuplarının yeniden Türkiye'ye dönüşüne imkan sağlayacak ortamı hazırladı.

Şu anda askerliklerini bedelli ödemek suretiyle burada vatandaşlıklarını devam ettiren azınlık mensuplarımız var.

Sayın Cumhurbaşkanımız çok defadır söylüyor, bir yerde müftüleri seçtirmiyorsunuz ama diğer tarafta patrik seçimlerine imkan sağlamak için Türkiye onların tercih ettiği din adamlarını Türkiye vatandaşı yaptı.

Bu hakların teslimini hiç yüksünmeden, dert etmeden yerine getiriyoruz. Biz farklılıklarımızı zenginlik olarak görüyoruz. Bu topraklarda kendisini farklı hisseden, ötekileştirilmiş hiç kimse olmasın istiyoruz.

15-16 yıllık süre içerisinde bu eksende birçok adım attığımız rahatlıkla görülebilir.

Fakat Yunanistan'da ne oluyor diye bir dönüp baktığınız zaman bırakın ileri gitmeyi, adımların geriye yönelik atıldığını, daha güç koşulların yaşandığını görüyorsunuz.

Bu sıkıntıları Yunan siyasetçiler nezdinde gündeme getirmemizi isteyen Müslüman bir Türk toplumu var. Biz onların taleplerini ve beklentilerini gözetmek zorundayız. Biz Lozan'a imza atarken aynı zamanda onların bir garantörü olarak imza attık. Soydaşlarımızın talep ve beklentilerini göz ardı edemeyiz.

Batı Trakya'daki yurttaşlarımızın haklarını son yıllarda daha fazla gündeme getirir olduk. Sorunlara daha mı fazla şahit olmaya başladık, yoksa ilişkilerimizi daha fazla mı geliştirdik? Türkiye’nin üstlenmiş olduğu bu misyon Batı Trakya’daki soydaşlarımız açısından ne ifade ediyor, nasıl bir anlamı var?

Bu sürecin en önemli aktörü Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. İlk olarak Cumhurbaşkanımızın Lozan ekseninde bu konuyu gündeme getirmiş olması bir farkındalık oluşturdu.

Cumhurbaşkanımızın gönül coğrafyamıza ilişkin olarak hassasiyeti herkesin malumudur. Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar uzanan bir derdi var.

Haklar notasında yıllardır adım atılmadığını görmüş olması O’nun derdini daha fazla artırıyor ve artık çözüme yönelik adımların atılması gerektiğini ifade ediyor.

Yunanistan ile komşuluk ilişkimiz var. Son yıllarda özellikle üst düzeyde bir çok görüşmeye fırsat sağlanmış oldu. Hükümetler düzeyinde sağlanan karşılıklı görüşmelerle konu sıcak bir gündem halini aldı. Son olarak da Sayın Cumhurbaşkanımızın Yunanistan seyahati esnasında bu konuyu güçlü bir tonla dile getirmiş olması hakikaten önemli bir farkındalık ortaya koydu.

Özellikle Lozan'ın güncellenmesi meselesi bu noktada bir farkındalık oluşturdu, bir düşünceye sevk etti. Hem Yunanistan'daki yetkililere hem Türkiye'de bizlere ne oluyor dedirtti. Halının altına süpürülen sorunların süpürülmüş olmakla sorunları gidermeye olanak sağlamadığı görülmüş oldu.

Lozan uluslararası hukukta objektif statü yaratan anlaşma olarak kabul ediliyor. Türkiye'nin itirazları bu anlamda Lozan'a dair AB veya BM’de bir karşılık bulabilir mi, Bu konuyla ilgili ilgililer mi?

Bulması gerekir.

Ne kadar karşılık bulur bilemeyiz fakat bulması gerekir. Sadece Lozan'la ifade edilecek haksızlıklar ve özgürlüklerin kısıtlanması meselesi değil bu.

Örneğin vakıflar konusu. Siz bunların azınlık tarafından temsiline azınlık tarafından yönetilmesine olanak sağlamıyorsanız orada dini özgürlükleri kısıtlayacak bir mahiyet arz edecek nitelik kazanıyor.

Eğitim özgürlüğüne baktığınız zaman bugün Yunanistan Devleti anaokullarını zorunlu hale getirmiş oldu ama 6 yaşındaki azınlık mensubu çocuk Yunan anaokuluna gidiyor. Kendi kültürü dışında, Hristiyan ritüelleriyle eğitim verilen bir yerde 6 yaşındaki çocuk anaokuluna gitmek zorunda kalıyor.  Çift dilli bir anaokulu olması gerekirken bundan da mahrum bırakıyorsunuz.

Kendi kültürünüzü kendi dini ritüellerinizi bir yerde o çocuğa empoze ediyorsunuz. Bu insanlık dışı bir şey kabul edilebilir bir şey değil.

Yunanistan 1927 tarihli 1929 tarihli olan ve azınlık toplumunun sosyal, sportif ve kültürel faaliyetlerini yürüttüğü iki derneğini içerisinde Türk ibaresi geçiyor diye 1985 yılında bir valilik kararıyla kapattı. Yani etnik kimliğin de bir inkarı var.

Bu ihlaller, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde, hem de diğer uluslararası metinlerle tanınan özgürlüklerin ihlalidir.

Bu konu Avrupa Birliği’ni, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni, Yüksek Adalet Divanı’nı bu yönüyle ilgilendirir.

Lozan konusunda Türkiye olarak biz bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izlemeye süreç işletmeye devam edeceğiz? Yol haritamızda neler var?

Doğru bildiğimiz yolda ilerlemek için gayret sarf edeceğiz.

Sayın Cumhurbaşkanımız bu anlamda bir çığır açtı. Hakları vermiyorsanız, zaten Lozan’ı fiiliyatta değiştirmiş oluyorsunuz dedi.

Yunanistan makamları tarafından ortaya çıkan bu son açıklamalar bu noktada beklentilerimizi karşılayacak mahiyette olur mu olmaz mı onu zaman gösterecek.

Fakat biz Lozan'ı imzalayan garantör bir ülke olarak, Müslüman Türk azınlığın, soydaşlarımızın haklarının sonuna kadar takipçisi olacağız.