Medeniyetlerin mahiyetleri, hakimiyetleri ve rekabetleri… konusundaki bilgiler kadim zamanlardan beri insanların ortak ilgisidir.
Bu nedenle zikrettiğimiz hususlardaki bilgiler hayatın hareketine tabi ve yeni ilaveyi kabul etmeye açık olarak sürekli çeşitlenmiş ve ihata edilmesi kolay mümkün olmayan devasa bir maddi birikime ulaşmıştır.
Biz medeniyet hakkında kendi inancımızın yani İslam’ın çizdiği hadleri gözeterek ve İbn Haldun başta gelmek üzere öncelikle kendi büyüklerimizden öğrendiğimizle söz konusu birikimi çerçevelemeyi tercih eder, böylelikle -konu hakkında derinleşmek isteyenlere de mani olmaksızın- malumatta boğulmamayı seçeriz.
İnancımızdan aldığımız temel bilgiler şu meallerdeki ayetlerdendir:
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır. (Hucurât, 49/13);
“(Resulüm!) Sana da kendisinden önceki kitapları tasdik edici ve onları denetleyici olarak bu kitabı hak ile indirdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen bu gerçeği bırakıp da onların isteklerine uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Allah size hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.” (Mâide, 5/48);
“Biz her ümmet için uyacakları dinî kurallar koymuşuzdur. Boşuna bu konuda seninle tartışmasınlar ve sen rabbinin yoluna çağrıda bulunmaya devam et! Sen hakka götüren doğru bir yol üzerindesin.” (Hac, 22/67).
Bu ilahî hükümler bizim kendimizinkinden başka medeniyetlere bakış açımızı ve onlarla “Allah’a itaat temelinde hayır işlerde yarışma” esasında ilişki kurma tarzımızı belirlediği gibi, dünya merkezli coğrafi farklılıklar, tarihsel akış, şeriat farkları, dil ve iletişim araçları, kültürel ve sanatsal ayrımlar, toplum ve hukuk yapıları, ekonomi anlayış ve uygulamaları ile bilim-teknoloji düzeyleri ise ortaklıklarımızı, rekabetlerimizi, yardımlaşmamızı ya da çatışmalarımızı belirler.
Böylece biz “De ki: ‘Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız’ deyin.” (Âl-i İmrân, 3/64) mealindeki ilahi hüküm gereğince diğer ümmetlerin ve medeniyetlerin varlığını, onları da Allah’ın yaratması ve bizimkinden Kendi emriyle teşekkül eden sebeplerle ayırması nedeniyle kabul ederiz.
Buna göre medeniyetler arasındaki ilk ayrımı düşmanlığa göre değil, önce Allah’ın emrine ve O’nun sünnetine göre yaparken, kendi şeriatımızla mayalanan medeniyetimizi de yine bizim için seçilmiş olması nedeniyle diğerleriyle karıştırmadan, aslına uygun şekilde tatbik etmenin gayretini güderiz.
Allah’ın yaratışındaki ve dünya hayatındaki ortaklığımız nedeniyle kendi medeniyetimizin sair medeniyetlerle olan benzerliklerini göz ardı etmeyiz ancak benzerliklerin Allah’ın bir imtihanı olduğunu düşünerek (bkz.: Enfâl, 8/30) onları medeniyet farkını perdeleyecek bir değere de asla dönüştürmeyiz. Bu manada “Onlar öyle oldukları için kötü, biz böyle olduğumuz için iyiyiz” demek yerine, “Onlar öyle oldukları için öyleler, biz de böyle olduğumuz için böyleyiz” demeyi yani herkesin medeniyetini kedine güzel bilmeyi ve son tahlilde salt kendi medeniyetimizi izlemeyi ilke ediniriz.
Medeniyetler arasındaki kültürel etkileşimin kendi düzeyinde sârî olarak (bulaşma yoluyla) işleyen bir hakikat olduğunu bu sebeple hakkında dikkatli olunması gerektiğini düşünürüz. Zira bu türden bir etkileşim, etkileyenin aktif, etkilenenin pasif konumuyla ve o unsura karakterini veren ahlak ve zevkin de onunla birlikte etkilenene taşınmasına sebep olmakla çoğu zaman tahrip etme niteliği yüklenebilmektedir.
Bizim milletimiz hükmettiği geniş coğrafya itibariyle çeşitli medeniyetlerle yüz yüze geldiği için etkileşim konusunda en deneyimli milletlerin başında gelmektedir. Buna rağmen Çinlilerden tevarüs ettiğimiz minyatürde aradan geçen şunca zamana rağmen güzel yüz teşkilinde hâlen çekik göze itibar edişimiz söz konusu etkileşimin masum ve kolay değişen bir husus olmadığını anlamamıza yetmektedir..
Günümüzde ise Batı kültüründen etkilenişimizde bir ricat halinin kanıksanmış çaresizliğini de aşıp, doğrudan gönüllü teslimiyete dönüşen taklit problemiyle yüz yüze olduğumuz malumdur.