Büyüklerimiz, Arapça’yı bilmeksizin Kur’an-ı kerim’i okumanın hükmünü açıklarken, Kur’an’dan sadece dili bilenin değil, duyu sahibi olan herkesin bir nasibin olduğunu özellikle belirtirler. Buna göre, Kur’an’ın güzel bitkilerin kokularıyla harmanlanmış kağıdının özel kokusundan başlayarak gözün, dilin, kulağın ve dokunmanın da ondan devşireceği nice güzelliklere işaret ederler.

Büyüklerimizin bu yorumlarının bizzat Kur’an’ın kendisinden ve Peygamber Efendimiz’in (sav) ilgili hadislerinden kaynaklandığı ise aşikardır.

Allah, sözün en güzeli olarak nitelediği Kur’an’ı (Zümer 39:23) tertil üzere (Müzzemmil 73:4); Peygamber Efendimiz ise onu seslerimizle süsleyerek okumamızı emretmiştir (Ebû Dâvud ve Nesâî).

Sözün en güzeli olmak, yazılırken de en güzel şekilde, Hüsn-i Hat ile yazılmasını gerektirmez mi? Okunurken seslerin süslenmesi, Mushafın süslenmesine de yöneltmez mi?

Bu soruların cevabı doğrudan Müslüman sanatlarının meşruiyetine ve bu meşruiyetin yegâne kaynağı olarak Kur’an’ın bizzat kendisine bağlanır:

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fanus içinde. Fanus sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur! Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nur 24:35)

Bunun için büyüklerimiz her durumda nurdan bir payı olan güzelliği esas alarak, güzelliğin zatı gereği sevildiğini, buna süs güzelliği eklendiğinde ise ‘Nur üzerine nur’ gibi, güzellik üstüne güzelliğin ve muhabbet üstüne muhabbetin hasıl olacağını söylemişlerdir.

Müslüman sanatlarının tamamını ihtiva eden bu husus, kitap sanatlarının da çıkış noktasıdır. Diğer bir söyleyişle Müslümanların kitap sanatlarına mahsus hemen her kelime Kur’an Mushaflarının tezhip ve tezyîniyle ilgili kelimelerden, terkiplerden, ıstılahlardan, mecazlardan doğmuştur.

Arapça zyn köküyle zinet’ten gelen et-tezyin: bezemek ve donatmak demektir; izyan: bezenmek ve donanmak; el-izdiyan: bezenmek; el-izyinan: gereği gibi düzünüp kuşanmak’tır. Yevmu’z-zinet terkibiyle de bayram anlamına gelir.

Arapça zhb kökünden gelen ez-zeheb: ilk ve en maruf anlamıyla altın demektir. El-Mezhep: yürüyüp gitmek, seyr ve gidilecek yer; el-izhab: gidilmek ve iletmek, bir nesneye altın sürüp yaldızlamak anlamındadır. Tezhib ise, bir nesneye altın sürmek ve yaldızlamak manasındadır; altın sürülmüş ve yaldızlanmış nesneye de el-müzehhep denir.

Mütercim Âsım Efendi’nin Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi’inden aktardığımız bu tanımları, Celâl Esad Arseven, Istılâhât-ı Mi’mariyye’sinde “Tezyinat: Binaların harçlı ve dâhili cidârlarını tezyin içün yapılan oya veya resimli nukuş; Tezhip: Bir satıh tezyinatını altun varakla yaldızlamak” şeklinde sadeleştirerek vermiştir.

Bunlara göre altını malzeme edinen tezhip, tezyinatın bir dalıdır. Diğer bir söyleyişle tezyin genel, tezhip özeldir. Dolayısıyla Kur’an’ın tezhibi, bir tezyin imkânı olarak geometriyle birlikte bitkiler ve zâhirî-hayâlî şekiller aleminin denizidir.

Bunu bir Mushafla birlikte düşündüğümüzde, kitap sanatları esasında müstakil bir Kur’an tezhib ve tezyîn sözlüğüne erişiriz:

Cilt; şemse; Mushaf formatı; zahriye; serlevha; unvan sayfası; müzehheb sayfa; sûre başlığı; hüsn-i hat; Yâkut tarzı; aklâm- sitte / şeş kalem; durak; şüceya; mushaf gülleri; gülbezek; aşır gülleri; secde gülleri; hizb; koltuk tezhibi; kenarsuyu; satır arası tezhibi; iç ve dış pervaz süslemeleri; levha -sayfa- boşlukları; köşebent; geometrik tasarım; rûmîler; zencirek; mücevher; şeşhane; pençberk, helezon yaprak stilleri; zerefşan, hâtime; ferağ kaydı; temellük kitabesi; ketebe… ve daha yüzlerce kelimeyle bir dil ve sanat şahikası açılır önümüze.

Kur’an tezhib ve tezyîn sözlüğü adıyla müstakil bir sözlük, bugünkü hafızamızda ya da kaydî olarak elimizin altında var mıdır?

Buna verebileceğimiz cevap “Yoktur ama vardır vardır” şeklinde olacaktır. Zira, Kur’an okumakla yükümlü olan her Müslümanın zihninde şu ya da bu miktarda yerleşmiş birkaç kelime de olsa mutlaka vardır, fakat bilgisayar hatlı Kur’an okuyanların zihninde ve pratiğinde bütünlüklü olarak maalesef yoktur.

Bu bahsi niçin açtığımı ise, Hattat Hüseyin Kutlu Hocamızla ekibinin yeni ve muhteşem Mushaflar çalışması üzerinden örneklendirerek, nasipse izleyen yazımda anlatacağım inşallah.