Bir önceki hafta hasbihal anlamında hocalarımıza açık mektup yazmış ve kendilerinden beklentilerimizi, mümkün olan en açık ve en kibar dille ifade etmeye çalışmıştım.

Hocalarımızdan farklı geri dönüşler aldım. Kimisi memnun olup teşekkür ederken, bazıları da rahatsızlıklarını dile getirdiler. Neticede bir insanın fikir ve sözlerinin farklı değerlendirmelere muhatap olmasından daha normal bir şey yoktur. Bu yüzden her şekilde o yazıyı okunmaya değer gören ve fikrini beyan eden herkese teşekkür ediyorum.

Orada aslında iğneyi hocalarımıza batırmaya cüret etmişken, çuvaldızı kendimize yani cemaate batırmanın da tam vaktidir. Zira hem camiler hem idareleri, hem de görevlileri olan imam ve müezzin kayyımlar, neticede cemaatin dünya ve ahiret saadetini temin etmek amacıyla görev icra ediyorlar.

Yani asıl unsur, asıl konu biziz yani cemaat!

Bu yüzden öncelikle, bu konuda kendi yerimizi doğru bilmek ve algılamak gibi temel bir nokta bulunuyor. Biz din hizmetleri diye özetlenen faaliyetler zincirinin nihai halkası, temel hedef kitlesi ve ayrılmaz parçalarıyız.

Biz kendilerine her sözün başında saygı ifadeleri ile seslenilen ve değeri takdir edilen bir topluluğuz. Muhterem cemaat, aziz cemaat gibi hitapların karşılığı elbette saygı ve dikkatle dinlemek ve sözün güzeline tabi olmaktır. Yani cemaatin de karşılarındaki görevliye aynı şekilde saygı ve titizlikle yaklaşmak gibi bir vazifeleri vardır.

Taşıdığı imamlık sıfatının hakkını veren hocalarımıza yaklaşım ve seslenişimiz mutlaka dini hassasiyetlerle kuşanmalıdır. Kendisinden dünyanın en değerli şeyi olan dinimizi öğrendiğimiz kişiye birazdan daha fazla özen göstermek zorundayız.

İbadetlerin en önemlisi olarak bilinen namazlarımızda öne geçirdiğimiz ve kendisine tabi olduğumu kişilerin kadir ve kıymeti elbette farklı ve özel olmalıdır.

Aynı şekilde namazın cemaatle yani bizimle ikame edildiği mekanlar olan camilerimiz, manen Beytullah olan Kabe’nin şubeleri olarak kabul edilmeli ve madden de inşa ve ihyalarına ayrı bir önem verilmelidir.

Mevcut kanunlarla düzenlenen ve son yapılan bir değişiklikle, ısınma ve soğutma giderleri devlet tarafından karşılanmayan camilerimizin bu alandaki sıkıntılarının farkında olmamız gerekiyor. Hocalarımızın bu ve benzeri konularda yaşanan sıkıntıların, sebep ya da muhatabı olmadıklarını unutmamamız elzemdir. Onların bu alanda sorunları gidermekten ve cemaatini huzur içinde tutmaktan dolayı büyük memnuniyet duyacaklarını bilmeliyiz.

Esasen, birer kamu hizmet binası olan camilerin diğer kamu binalarından ayrı tutularak ısınma ve soğutma giderlerinin karşılanmaması oldukça tuhaf ve garip bir durumdur. Bu konuda güç ve iktidar sahiplerinden hayırlı bir adım beklendiğini de ilave etmek istiyorum.

Mecbur kaldıkları için ya da resmi olarak üst makamlardan kendilerine tevdi edilen görev gereği yardım topladıklarını bilmeli ve toplanan yardımların tutanaklarla doğru yerlere teslim edildiğini, aksi bir ihtimalin bulunmadığını biliyoruz.

Ayrıca camilerin temizlik ve sair bakımlarının nasıl ve hangi zorluklarla temin edilmeye çalışıldığını merak etmeli ve sormalıyız. Varsa bir sıkıntı, şikâyet ederek sorunu büyütmek yerine, yardım ederek çözümü kolaylaştıran olmalıyız.

Mescitlere hizmet etmenin fazileti ile ilgili bildiklerimizin, kendi camilerimiz için de geçerli olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Bu mekanları korumak ve bakımlarına yardım etmek, inşalarına katkıda bulunmak ya da giderlerine destek olmak, birer sadakayı cariyedir. Yani kullanılmaya devam edildikçe bize ecir kazandıran ve vefatımızdan sonra amel defterlerimizi açık tutan bir faziletli ameldir.

Camilerde genel edep kurallarının yanında, herhangi bir sebeple mekanı kullananları, Kur’an okuyanları ya da nafile namaz kılanları hatta uyuyanları bile rahatsız etmemeye, mekanın sahibinin misafirlerine, ev sahibinin hürmetine uygun şekilde davranmaya çalışmalıyız.

Camileri sahiplenmeli ve eksik tespit etmekle görevli birer müfettiş gibi davranmaya değil, kendi hanesinin kusurlarını gidermeye çalışır gibi mekanların sorunlarını gidermek için çaba sarf ederek, vefalı bir misafir olmaya gayret etmeliyiz.

Bizler cemaat olarak imamların ya da müezzinleri amirleri değil tabileriyiz. Din işinde en öne geçen bu zatları denetlemek gibi bir görevimiz yoktur. Hele dedikodu ya da fitneye sebep olacak konuşmalardan uzak durmak, sükûnetle ibadet etmekten başka bir amaçla camilere gitmemek gibi noktalara ayrı bir özen göstermeliyiz.

Mesele; dünyada kimin güçlü olduğu ve sesinin çok çıktığı değil, ahirette kimin kurtulacağı ve Allah rızasını elde edeceğidir.