Gazze'de devam eden katliam ve zulüm, Siyonizmin gerçek yüzünü bütün dünyaya gösterdi. Fakat unutulmasın ki, siyonist terörünün Nekbe öncesi ve sonrası gerçekleştirdiği acımasız eylemler bugünü zaten işaret ediyordu. Geçen hafta vereceğim bir konferans için Akçakoca'ya giderken, Nekbe adlı beş sene önce yayınlanan kitabımı bir başkası yazmış gibi yeniden okudum. Gerçekten irkildim. Bu yaşanan dram, bir kurgu bir senaryo olsa yine dehşet verici. Ama bunların hepsi Filistin'in Büyük Felaket'inde yaşanan acı gerçekler. Nekbe'nin yeterince bilinmediği ve önemsenmediği kanaatindeyim. 

Filistin’in Büyük Felaketi Nekbe’nin 75. yılını da geride bıraktık. 14 Mayıs 1948 tarihinde İngiltere’nin desteğiyle Telaviv’de kurulduğu ilan edilen İsrail, Filistinlilerin de felaketinin başlangıcı olmuştu. İslam aleminin böğrüne saplanan bir hançer gibi bölgede bir terör örgütü olarak kurulan İsrail'in neler yaptığını yeniden hatırlayalım.
Kendilerini “seçkin millet”, Filistin’i “vaad edilmiş toprak” ve Arapları ise “etnik temizlik için kurban” olarak gören Siyonist zihniyet, artık hakim duruma geçmişti. 1947 yılından itibaren uygulanan ama özellikle 15 Mayıs 1948’den sonra gerçekleştirilen katliam, baskı ve sürgünler sonucunda 750 bin Filistinli evinden, köyünden, toprağından uzaklaştırılmış, kendi ülkesinde veya başka ülkelerde mülteci durumuna düşmüştü.

Çile ve ızdıraplarla dolu bu ölüm yürüyüşleri yüz binlerce insanın ruhunda derin teessürler bırakmış, bugün bile unutulmamıştır. Tekrar evlerine dönebilmenin ümidini taze tutabilmek için anahtarlarını yanlarına alan Filistinliler, Nekbe’yi bu anahtarla sembolleştirmişlerdi.

1897’de İsrail’in Kuruluşundan tam 51 yıl önce İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan 1. Siyonist Kongresi’nde Theodor Herzl şöyle demişti: “Ben bugün burada Yahudi Devletini kurdum. Beş sene veya elli sene sonra bunu herkes bilecektir” Bu konuşma, Siyonistlerin uzun vadeli planlarına en çarpıcı örnektir.

15 MAYIS 1948

15 Mayıs günü Filistin’e giren beş devlete ait Arap ordularının her birinin ayrı bir maksadı vardı. Ama hiçbirininki Filistinlilere yardım etmek, onların yüzyıllardır yaşadığı bu topraklardan işgalcileri kovmak değildi. İhanetler ve kirli pazarlıklarla süren bu sahte savaş sonrasında 1. aşama tamamlanmıştı.
Başta Kudüs ve Mescidi Aksa olmak üzere bütün Filistin, bu Siyonist emellerin hedefindeydi. Ama bu maksatlarına ulaşmak için 19 yıl beklemeleri gerekmişti. Fırsat bulunca da sadece Filistin işgalini tamamlamakla kalmamışlar, 1967’de etraflarındaki Arap devletlerine unutamayacakları bir ders vermişlerdi.
Kudüs’ün tamamı, Batı Şeria, Gazze işgal edilmiş, Mısır’dan Sina Yarımadası, Suriye’den Golan Tepeleri alınmıştı. Bu hezimetin sonunda ancak büyük emperyalistlerin yardımıyla barış masasına oturan devletlerin Filistin’i düşünme veya Filistinlilerin haklarını koruma gibi bir misyonları da artık kalmamıştı.
21. Yüzyıla yeni taktikler ve zulümleri uygulayarak başlayan İsrail, ABD sayesinde Birleşmiş Milletler kararlarının hiç birine uymamıştır. Dünyanın gözü önünde savaş suçundan, insanlık suçuna kadar işlediği zulümlerden ötürü kimseye hesap vermeden, cür’etkar bir anlayışla Siyonizmin bir sonraki hedefini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Nekbe’nin 70. yılında Siyonizmin hamisi ABD, Büyükelçiliğini İsrail’in başkenti olarak tanıdığı Kudüs’e taşıma kararı almıştı. Peki İslam Âlemi ne yapıyor? 2017'nin Aralık ayındaki İİT toplantısında alınan “Kudüs Filistin’in başkentidir” kararının arkasında durabilecek mi? Veyahut bu kararın uygulamasını yapabilecek mi?

Yüz yıl öncesinin Osmanlı Coğrafyası üzerine aşiret anlayışıyla kurulmuş sun’i devletleri çok kolay etkileri altına alan Batılı güçler, elbette Müslümanların uyanmasını ve birleşmesini istemez. Her şeye rağmen bütün ayrılıkçı görüş ve düşüncelerin bir tarafa bırakılması, İslam inancı ve Kur’an’ın hükümleri etrafında Müslümanların bir araya gelmesi, Allah Resulü’nün (s.a.v.) sancağı altında birleşmesi tek dileğimizdir. Eğer Asrı Saadet’teki İslam’ın saf ve doğru aslına dönüş gerçekleşirse, Siyonizm ve Modern Haçlı zihniyeti dahil Müslümanları kendilerine düşman olarak tanımlamış bütün güçlerin oyunları kısa zamanda bozulacaktır.

AKÇAKOCA TÜRKİYE'YE ÖRNEK

Akçakoca Karadeniz kıyısında şirin bir ilçemiz. Geçen hafta Nekbe konulu bir konferans için buradaydım. Akçakoca İmam Hatip Ortaokulu'nun gayretli idareci ve öğretmenleri, veli okuma grubu oluşturmuşlar. Bu ay da kitap olarak Nekbe'yi seçmişler. Nazik davetlerine icabet etmek benim için bir görev olduğu için gittim. İyi ki de gitmişim. Anadolu'nun bu şirin ilçesindeki çalışkan eğitimcileri, değerli velileri ve sevgili öğrencileri görmek gerçekten çok güzeldi.
Hele öğrencilerin Filistin ve Gazze konulu resim ve çizimleri geleceğe dair ümitlerimi tazeledi. Öğretmenevi salonunda açılan sergiyi gezerken, ortaokul seviyesindeki yavrularımızın bu bilince ulaşması beni çok sevindirdi. Gençliğimize vermemiz gereken bu bilinci tüm okullara yaygınlaştırmamız gerekiyor. Bu bilinç Gazze'yi, Kudüs'ü, Filistin'i ve bütün mazlum coğrafyaları kurtaracaktır. Akçakoca 'da yapılan bu faaliyetin bütün Türkiye'ye örnek olmasını diliyorum.

KUDÜS'LÜ İBRAHİM HAŞİM

Nekbe'nin kahramanı Kudüs'lü İbrahim Haşim'in sözlerini tekrar hatırlayalım:

Bu sene 70 yaşına girdim. Nekbe de yetmiş yaşında. O benim ikiz kardeşim. Ben Kudüslüyüm. 1948’in 15 Mayıs günü Kudüs’ten ayrılırken doğmuşum. Köyümüzü, toprağımızı, evimizi terk ettiğimiz gün. Babam rahmetli İmad Haşim bana İbrahim ismini vermiş. İkizime ise Filistinliler Nekbe demişler. Büyük Felaket...
Tam 750 bin Filistinli vatanını, toprağını, evlerini, köylerini, hatta mezarlarını terk etmişti o gün. Ruhunu, benliğini, hürriyetini ve geleceğini geride bırakarak meçhul bir yolculuğa ilk adımı atmışlardı.

Ah Kudüs! Doğduğum şehir! Doğduğum ama göremediğim şehir! Doğduğum ama, büyüyemediğim şehir! Çocukluğumu yaşayamadığım şehir! Bu yüzden kendimi hâlâ çocuk gibi hissediyorum. Senden kalan tek hatıra, rahmetli babamın canı kadar sevdiği ve sakladığı evimizin anahtarı. Şimdi bende. Ben ölünce oğlum

Eymen’e, o ölürse torunum Mahmud Fevzi’ye kalacak. Yüzyıllar da geçse, bir gün mutlaka eve döneceğiz. Torunumun torunu da olsa, o anahtarla evimizin kapısını açacak İnşaallah. Her ailenin en kıymetli varlığıdır, bu anahtarlar. En kıymetli mirası. Bu anahtarlar aslında Kudüs’ün ve Filistin’in anahtarı. Hayır, hayır, bu anahtarlar Filistin’in tapusu...

Babam İmad Haşim derdi ki:

"14 Mayıs 1948’de İsrail’in kurulduğu ilan edilince, 15 Mayıs Nekbe günü başlayan felaketimiz, Filistinlileri evsiz, vatansız bıraktı. Aslında hiç birimiz evimizi toprağımızı terk etmek istemedik. Filistin’i kurtarmaya gelen Arap Orduları, tekrar geri döneceğimizi söyleyerek bizi gitmeye ikna etti. 70 yıldır geri döneceğimiz günü bekliyoruz.

Nasıl bir gidişti o, Ya Rabbi! Genç, yaşlı binlerce Filistinli yollarda. Çocuklar, bebekler, hamile kadınlar, seksenlik nineler dedeler adım adım ölüme doğru yürüyor... Hepsi açlıkla, susuzlukla, yorgunlukla imtihanda. Arada bir açılan taciz ateşinden ölenler şanslı. Hem dünya çilesinden kurtuluyor, hem de şehitlik mertebesini kazanıyorlar. Yaralananların tedavi edilmesi veya götürülmesi imkânsız.

Tek tük hayvanlara yüklenmiş yorgan, battaniye ve yiyecek torbaları, kadınların başlarında ve omuzlarında kocaman bohçaları, çocukların ellerinde kuru peksimetleri meçhule doğru bir yürüyüş... Nekbe...

Geride neler bırakmadık ki! Dalları yerlere sarkmış o güzelim portakal bahçeleri, uçsuz bucaksız zeytinlikler, üzüm bağları, tarlalarda başaklarında kalıp kurumuş ekinler, ailemizden saydığımız keçiler, koyunlar, tavuklar... Sonra döner alırız, hele bir canımızı kurtaralım deyip yollara düşmüş yüz binler...
Arkalarında bıraktıklarını düşünemeden, gittikleri yerde onları nelerin beklediğini bilemeden günlerce yürüyenlerin, en canlı şahididir tozlu yollar. Atılan her adımda yitirilen ümitler, her tepenin ardında kurban edilen canlar, bebelerin boğuk feryatları, ninelerin yakıcı ahları, babaların kahredici çaresizliği ve ümmetin sessizliği...
Acaba dünyada bugüne kadar böyle bir sürgün yaşandı mı? Ben artık yetmiş yaşına geldim. Nekbe de benimle beraber yaşlandı. Beraber çok yorulduk. Ama gençler yorgun değil. Hele torunum Mahmud Fevzi, 15 yaşında civa gibi. Ele avuca sığmıyor. Arkadaşları da öyle. Eğer bir görev varsa, on dakika içinde en az otuz genç hemen bir araya geliyor. Geçenlerde Turump mudur, nedir, şu Amerika Başkanı, Kudüs’e İsrail’in başkenti demiş. Bizim çocukları artık tut tutabilirsen! Sapanını alan, yüzünü kapatan sokağa koştu. İşgalcilerle köşe kapmaca oynamaya başladılar.

KUDÜS FİLİSTİN'İN BAŞKENTİDİR

Allah’a şükür bir hafta geçmeden İstanbul’dan bir gür sada çıktı. “Kudüs Müslümanlarındır.” diye. Hemen İslam ülkeleri toplandılar. Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan ettiler. Ah İstanbul! Ey koca Osmanlı! Yüzyıllar boyunca bütün mukaddes beldelerin şanlı muhafızı! Bütün dünya Müslümanlarının hamisi! Kükreyerek gezdiğin sahralarda, artık sırtlanlar, çakallar dolaşıyor. Bir zamanlar ismin bile gayrı müslimleri titretiyordu. Bir fermanınla nice krallar dize geliyordu. Şimdi bize ne oldu? Niye

İslam Alemi parça parça? Hani Müslümanlar kardeşti?

Merhum dedem, Sultan Hamid’i çok severdi. Filistin’in bir karış toprağını bile Yahudilere kaptırmamış. İttihatçılar tarafından tahttan indirildiğinde dedem on yedi yaşındaymış. “Biz Kudüs’te bir hafta boyunca çok üzüldük, hiç gülmedik, hep ona dua ettik.” derdi.

Şimdi anahtarlarımızı kutusundan çıkardık. Temizledik, parlattık, güzel kokular sürdük. Ümitlerimiz tazelendi. Zaten hiçbir zaman Allah’tan ümidimizi kesmedik. Elbette bir gün evimize geri döneceğiz!

30 Mart 1976’da Siyonist işgalciler, Filistinlilerin 21 bin dönüm arazisini gasp edilmişti. Bu tarihten beri her sene 30 Mart “Toprak Günü” olarak ihya ediliyor. 42. Toprak Günü’nde binlerce Filistinli Gazze’de gösteri yaptı. Tamamen sivil ve barışçı bir hareket olan bu gösteriler gözü dönmüş işgalcilerin sanki bir av sezonu gibi vahşetini tetikledi. Keskin nişancılar kahkahalar atarak genç yaşlı demeden masum Filistinlileri hedef olarak seçtiler.