Hiç unutmam öğretmenliğe başladığım ilk yıllardı.

Öğretmenler günü pazar gününe denk gelmişti, onu da hiç unutmam.

Buz gibi havada kendi kendimizin gününü kutlamak için okula gitmek zorunda kalmıştık.

Yine buz gibi havada çocuklar titreyerek bizlere titrek sesle şiirler okuyup, şarkılar söylemişlerdi!

Sonra,

Dünyanın bütün çiçeklerini olmasa da köşedeki bakkaldan yapay çiçeklerle bezenmiş, selpak mendillerle desteklenmiş, Mevlânâ'nın yedi öğüdü ile süslenmiş hediyelerimizi alıp poşetlere doldurup öğretmenler odasına girmiştik utanarak… Çocukları düşürdüğümüz duruma bakarak…

Girdik girmeye de...

Bir de ne görelim?

Öğretmenler kendi aralarında pahalı hediye yarışı yapıyorlar.

Bende şu var, sende var mı falan...

Bazı veliler de pahalı hediyeleri kendileri getirmiş, öğretmenin gözündeki ışıltıyı görüp ondan aferin almak için kendisi elden verecek. Kapının önünde bekliyorlar… Çocuğun adını aldığı hediyenin her yerine yazmış neredeyse…

Öğretmenlerin bir kısmı büyük bir titizlikle poşet poşet hediyeleri alıp dolmuşa doğru yol alıyor. Malum o zamanlar birkaç tane öğretmenin arabası var sadece.

Şimdiki gibi değil.

O manzarayı gördükten sonra gelecek sene öğretmenler günü yaklaşınca çocuklara kesin bir dille hediye istemediğimi söyledim.

Onları kırmamak için de, illâ alacaksanız kitap alın dedim.

Dedim ama ona da pişman oldum.

Gelen kitaplardan birisi ''Hac rehberi'' idi…

Çocuk dedesinin hacca giderken aldığı kitabı getirmiş.

Gülmedim tabi. Sonraki yıllarda tamamen yasak ettim hediye işini.

Sadece çocuklardan değil hiç kimseden hediye almam, bilen bilir...

Gel oldu git oldu derken, gene hiç unutmam yöneticilik yaptığım bir okulda bir öğretmene bir öğrencimiz şu notu yazmış:

''Öğretmenim sana diğer arkadaşlarım gibi hediye alamadım, imkânım yoktu, utandığım, yüzüne bakamayacağım için yarın okula gelemeyeceğim.''

Şu mesajı okuyan hiçbir öğretmen hiçbir çocuktan hediye almaz.

Bilir ki durumu iyi olandan almak durumu kötü olana zulüm demektir.

Bu aralar bir öğretmenimiz velilerden gelen hediye teklifine karşın bir mesaj yazmış:

''Hiçbir şekilde hediye istemiyorum, illâ hediye alacaksanız ihtiyacı olan bir çocuğu giydirin!”

İşte dedim benim favorim. Allah sayısını artırsın sizin gibilerin. Bu yazıyı da o öğretmene armağan edeyim hazır ayaktayken... “Arif” olan anlar…

Cahiliye dönemimde bir doğum gününe katılmıştım.

Yenildi içildi hediyeler verildi ve arkadaş ısrarla niye zahmet ettiniz deyip durdu. Hediyesi için utanan arkadaşlarına da, önemli olan düşünüyor olmanız gibi beylik laflar etti. Bunları ömür boyunca saklayacağım dedi. En önemli hediye sizlerin burada olması falan...  Sonra herkes dağıldı ben kalmıştım. Arkadaş gelen hediyelerden pahalı olanları ayırdı diğerlerini gözümün önünde çöpe attı.

Ki bu arkadaş tanıdığım değer verdiğim mütevazı insanlardan biriydi.

Sonradan görme biri olsaydı nasıl davranacaktı bilemiyorum.

Özel günler de, belirli gün ve haftalar da benim için bitip tükenmişti. Geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim...

Hediyeleşmek sünnetti; hediyeleşme kılıfı altında yapılan tefecilik değil.

Mustafa Süs