Bir meselede esas olan, doğru olan, takdire şayan olan duruş; söz konusu kişinin kimden yana olduğuna veya yapılan işin kime yaradığına bakmadan değerlendirme yapmaktır. Yani zulmü ya da herhangi bir yanlışı kim yaparsa yapsın, değerlendirmemizin değişmemesi erdemli olan tavırdır. Başkalarında ya da diğerleri gördüğümüz kesimde görerek tel'in ettiğimiz işleri, biz ya da sevdiklerimiz veya bizden bildiklerimiz yapınca, normal görüyor ve hatta beğeniyorsak, bu en hafif tabiri ile ahlaksızlık oluyor. Konuyu daha güncel bir örnekle anlamaya çalışalım. Monarşi yani bir saltanat/kraliyet ailesinin değişmez üstünlüğü ve kutsanması üzerinden kurulan yönetim şekli, Osmanlı’da olunca kötü, İngiltere’de olunca iyi olamaz! Her şekilde yanlıştır denilmesi gerekir. Benzer şekilde, ruhbaniyet Hristiyanlarda olunca kötü Müslümanlarda olunca iyi olamaz! Yani kendine, dünyalık fıtri ihtiyaçları haram kılan rahip ne kadar hata ediyorsa, aynı tavrı gösteren hoca da o kadar hatalıdır. Bizimkine yakışıyor, gibi bir savunma fıkra gibi gülünüp geçilecek kadar basittir.

Saltanat kavgası uğruna kardeş katlinden bahsederken tüyleri diken diken olan modern zamanların utangaç şehzadelerinin, bir koltuğu elde etmek ya da mevcut koltuklarını korumak uğruna kimlerin hayatlarına kastettiklerine bakınca, insanların kendinden olana nasıl da müsamahakâr ve hoşgörü ile bakabildiklerini, diğerlerine nasıl da tahammülsüz olduklarını görmek mümkün oluyor.

Geçmişin saltanat kavgalarında ortada gerçek bir taht vardı hiç değilse ve hayatına kastedilen can verip kurtuluyordu. Şimdikiler rakip gördüklerinin ölümden bin beter sıkıntılar yaşatıp acılar içinde kıvranmasından zevk alıyorlar. Hatta o acıları fark bile etmiyorlar. Küçük bir dernek koltuğundan başlayan hileler ve desiseler, apartman yöneticiliği için ayak oyunları, muhtarlık için silahlı kavga, belediye başkanlığı için fitne ve fesat kazanı, ülke idaresi için felaket senaryosu yazılan günümüzde saltanat kavgalarının kılıçsız ve kansız olmasına bakarak normal görülmesi de işin bir diğer acı tarafı.

Sahabenin arasında otururken, 'hanginiz Muhammed?' diye sorulan Peygamberin yolunun temsil ve davetini taşıyan liderlerinin, hocalarının ve büyük adamlarının, sorulmadan görüldüğü ve tanındığı bir zamandayız. 'Alimlerin Peygamber varisi' olduklarını kastederek hocalarına Peygamber'e verilenden daha fazla değer veren gruplar bizim felaketimiz.

'Sultanlaştırılan hocalar'', salih ulemanın sultanlara karşı verdiği mücadeleden ve duruştan uzaklaşarak olmayan saraylarının, olmayan tahtlarının sultanlarına dönüşüyor. Dahası o tahtı ve makamı korumak için eğilip bükülmeye başlıyor.

Bir gün, herhangi bir sebeple tahtından indirilen bu sahte sultanlar, tabii ki saltanat sevdalarından vazgeçmiyor ve karşı mücadele başlatıyorlar. Camiamızın rutin görev değişikliklerinin bile sorunlu olmasının ardında da benzer bir saltanat sevdası bulunuyor. Hatta başarısızlık veya yüz kızartıcı ithamlarla görevden uzaklaştırılan herhangi bir “başkan” bile karşı mücadeleye başlamaya utanmıyor.

Nefislerinin davası uğruna kavga vermekten çekinmeyen mübarek(!) ve örnek(!) Müslüman kanaat önderleri ne kendileri kurtuluyor ne de kimsenin kurtuluşuna vesile olabiliyorlar. Sonra oturup hepimiz bir köşede, “ne olacak halimiz” diye karalar bağlamaya devam ediyoruz.

Eskilerin “kahtı rical” dedikleri adam kıtlığı galiba tam olarak bu! Adam gibi önder/lider şahsiyetlerin yokluğunu çekiyoruz. Yerimizde sayıyor ve çırpınmalarımız sonucu bir arpa boyu yol bile alamıyoruz.

Belki yine içeriden bir mevzuyu yazdım diye kızacak ve sitem edecekler olacaktır ama ne çare, başka bir ortamda bunu konuşma imkân ve ihtimalimiz pek bulunmuyor. Sultanların tahtlarına yaklaşmak sadece dalkavukların elde edebildiği bir nimet zira. Yaklaşsanız bile sizi dinleyip, sözlerinize değer verecek biri ile muhatap olma şansınız pek bulunmuyor.

Her şeyi her yerde yazamıyor ve konuşamıyor olmanın sıkıntısını edebiyatla aşan ve bunu şiirlere döken bir önceki neslin halini şimdi daha iyi anlıyorum. Asıl sorun bunların gündemlerimize gelemeyecek kadar benimsenmiş, şiirlere ya da edebi metinlere konu olamayacak kadar sıradanlaşmış olması galiba…