Beşşar Esed rejiminin devrilmesiyle birlikte yeni Suriye yönetimi, yalnızca siyasi bir dönüşüm sorumluluğunu devir almadı, aynı zamanda derin bir toplumsal enkaz, fakirlik, güvenlik ve altyapı krizini de miras aldı. Ülkenin birçok bölgesinde devlet otoritesi dağılmış, altyapı sistemleri büyük ölçüde çökmüş ve toplumsal doku, uzun yıllar süren baas diktasının etkisiyle ciddi şekilde yıpranmış durumdaydı.
Bu koşullarda yönetime gelen Ahmed Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimi, bir yandan devlet aygıtını yeniden inşa etmeye ve fakirlikle savaşmaya çalışırken, diğer yandan çok aktörlü ve çeşitli dış müdahalelerin kuşattığı bir sahada ülke maslahatını koruyacak zaman ve zemin kazanmaya yönelik dikkatli bir strateji izlemeye başladı
Şara yönetimi, iç siyasette önceliğini güvenlik kurumlarının (ordu, emniyet teşkilatı ve istihbarat birimleri) yeniden yapılandırılmasına, yerel yönetimlerin işlevselleştirilmesine, hizmet altyapısının iyileştirilmesine ve toplumsal bütünlüğün güçlendirilmesine verdi.
Ancak bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi, dış baskının azaltılması ve içeride asgari düzeyde istikrarın sağlanmasına bağlı. Bu nedenle Şam yönetimi, başta İsrail olmak üzere tüm dış aktörlerle çatışmasızlık zeminini korumaya yönelik bir refleks geliştirdi.
Rusya ve İran faktörlerine karşı stratejik hamle
Devrik Esed rejiminin hayatta kalması için sahaya fiilen inen iki başat dış aktör olan İran ve Rusya, Suriye’deki devrim sonrası gelişmelerle birlikte eski konumlarını büyük ölçüde kaybetti.
Yeni Suriye yönetimi, ülkenin egemenliği, bağımsızlığı ve iç istikrarını önceleyen bir strateji doğrultusunda, İran’la olan ilişkileri köklü biçimde yeniden tanımlamayı tercih etti.
Şara yönetimi, İran’ın özellikle milis yapılar, istihbarat hücreleri ve mezhepsel (Şii-Nusayri) argümanlar üzerinden kurduğu nüfuzu, hem iç güvenlik hem de dış politika açısından ciddi bir tehdit ve tehlike olduğunun farkındaydı. Bu nedenle, İran’ın sahadaki görünür varlığını sonlandırarak, ABD ve İsrail’in Suriye’ye yönelik müdahalelerine gerekçe gösterdikleri “İran tehdidi” argümanını geçersiz kılmayı hedefledi.
Bu hamle, aynı zamanda Şam’ın Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgesel aktörlerle ilişkilerini normalleştirmesini kolaylaştırdı ve uluslararası alanda meşruiyetini yeniden inşa etmesine katkı sağladı.
Öte yandan Rusya, devrik rejim döneminde elde ettiği hava sahası kontrolü ve askeri üsler aracılığıyla Suriye’de çok etkin bir varlık sürdürmekteydi. Şara yönetimi, bu varlığı bütünüyle tasfiye etmek yerine, ABD’nin bölgedeki nüfuzunu sınırlamak ve Batı bloğuna karşı dengeleyici bir güç bulundurmak amacıyla pragmatik bir yaklaşımla korumayı tercih etti.
Ancak Rusya’yla kurulan bu ilişki ve Suriye'deki Rus varlığı, devrik Esed döneminden farklı olarak, Suriye’nin egemenliğini aşan müdahalelere izin vermeyecek şekilde sınırlı ve kontrol altında tutulmaktadır.
ABD’nin hedefi: Kontrol edilebilir bir Suriye
Trump-Şara görüşmesi, ABD’nin Suriye politikasında stratejik bir yön değişikliğine işaret etmektedir. Washington, Suriye sahasından çekilme kararının ardından, doğrudan müdahil olmadan kendi çıkarlarını koruyabileceği, kontrol edilebilir ve sınırlı angajmana açık bir Suriye oluşturma arayışına yöneldi.
Bu bağlamda, yaptırımların kaldırılması kartı, Şam üzerindeki en temel baskı ve yönlendirme aracı hâline getirilmeye çalışılıyor
Şam yönetimi açısından ise ABD’nin bu yeni yaklaşımı, Suriye'nin uluslararası meşruiyetini yeniden kazanması ve ekonomik toparlanmanın sağlanarak fakirlikten beli bükülen halkın nefes alabilmesi gibi kritik hedefler açısından önemli bir manevra alanı sunmaktadır.
Yıllardır süren yaptırımların yıprattığı ekonomi, çökmüş altyapı, daralan dış ticaret hacmi ve savaşın geride bıraktığı fakirlik, ağır insani ve kurumsal tahribat, Suriye’yi zorunlu olarak diplomatik açılımlara yönlendirdi. Bu gerçeklik karşısında Şam yönetimi, yaptırımların hafifletilmesi ve yeni yönetimin meşruiyetini sağlamak adına, ABD ve Batı ile diyaloğa açık bir zemin oluşturmak için adımlar atmak zorunda kaldı.
Bu strateji doğrultusunda, İsrail’le doğrudan çatışmadan kaçınan ve güvenlik yapılanmasında reformlara öncelik veren uyumlu bir dış politika hattı geliştirildi.
İsrail cephesi: Çatışma değil, diplomatik sükûnet
İsrail, 8 Aralık 2024’te Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye genelinde 700’ü aşkın hava saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırıların en dikkat çekici olanı, 2 Mayıs’ta Şam’daki cumhurbaşkanlığı sarayı yakınlarına yapılan bombardımandı. Ancak 14 Mayıs 2025’te ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile yaptığı görüşmede, yaptırımların kaldırılacağına dair verdiği söz, yalnızca diplomatik ilişkileri değil, aynı zamanda askeri gerilimin seyrini de dönüştüren stratejik bir kırılma noktası oldu. Bu görüşmeden sonra İsrail'in saldırıları neredeyse tamamen durdu.
İsrailli analizcilere göre bu değişimin ardında üç temel eğilim öne çıkıyor:
I. Çatışmasızlık,
II.Gerilimi düşürme,
III. Şam yönetimiyle diyalog arayışı.
Ancak bu eğilimler, yalnızca İsrail kaynaklı bir strateji değişikliğinin sonucu değil; aynı zamanda Şara yönetiminin bilinçli denge politikalarının ve sahadaki somut değişimlerin bir yansımasıdır. Özellikle Şam’ın, İran’ın Suriye’deki milis yapıları ve istihbarat hücreleri üzerinden kurduğu nüfuzu sınırlamaya yönelik attığı adımlar, bu süreci doğrudan etkilemiştir. Dolayısıyla İsrail saldırılarının durması, sadece Tel Aviv’in tek taraflı bir tercihi değil; aynı zamanda Şam’ın yürüttüğü diplomatik çabalar sayesinde elde ettiği stratejik bir “nefes alma” aralığı olarak değerlendirilmelidir.
Mevcut jeopolitik dengeleri gözeten Şam yönetimi, İsrail’le doğrudan askeri çatışmanın ülke maslahatına aykırı olduğunu değerlendirmekte; bu nedenle askeri karşılık vermek yerine, uluslararası toplumu İsrail’in provokatif eylemlerini durdurmak için harekete geçmeye çağıran diplomatik bir strateji izlemektedir. Bu stratejik sükûnet politikası sayesinde hem iç cephede yeniden yapılanma sürecine odaklanmakta hem de dış müdahalelere zemin hazırlayabilecek adımlardan kaçınarak zaman ve zemin kazanmaktadır.
İsrail cephesinde ise Gazze’deki ağır askerî kayıplar, işgal hükümetinin iç politik baskılar nedeniyle zayıflaması, hükümet ortakları arasındaki derin ihtilaflar ve siyasi maslahat çatışmaları gölgesinde artan esir takası ve ateşkes anlaşması baskısı gibi çok boyutlu etkenler dikkate alındığında, Tel Aviv yönetiminin Suriye sınırında çatışmadan uzak bir istikrar politikasına yönelmesi kendi çıkarlarıyla da örtüşmektedir. Bu nedenle, mevcut durumda her iki taraf açısından çatışmasızlık ortak bir çıkar noktasına dönüşmüş durumda.
Özet olarak; Suriye yönetimi, Esed rejiminin devrilmesinin ardından yeniden doğuş sürecinde içeride devlet otoritesini ve toplumsal birlikteliği yeniden inşa etmeye, dışarıda ise İsrail, İran, Rusya ve ABD gibi küresel ve bölgesel aktörler arasında denge siyasetiyle yürüttüğü stratejik açılımla, kendisine zaman ve zemin kazandıracak bir diplomasi savaşı veriyor
Şara yönetiminin küresel ve bölgesel aktörlerle yürütülen diplomatik açılımla ulaşmak istediği temel hedefi; ülkenin toprak bütünlüğünü koruyup adalet ve hoşgörü ekseninde toplumsal birlikteliği sağlayarak Suriye'nin maslahatını, egemenliğini ve bağımsızlığını garanti altına alacak diplomatik bir zemin oluşturmaktır.
İsrail’in saldırılarını durdurması, bu stratejinin ilk somut kazanımı olarak değerlendirilebilir. Ancak bu denge oldukça kırılgandır. İran’ın müdahaleci adımları, ABD’de yaşanabilecek strateji değişiklikleri veya İsrail iç siyasetinde artabilecek sertleşme eğilimleri mevcut zemini kolayca sarsabilir. Buna rağmen Şam yönetimi, mevcut koşullar altında çatışmasızlığı esas alan bir tutumla ülkeye toparlanma zamanı kazandırmayı hedefleyen stratejisinde önemli bir ilerleme ve başarı sağlamış görünüyor.
28 Mayıs 2025 / Şam-ı Şerif