Hakikatin asla değişmeyeceğini, ama onunla ilişkilerimizin değişmesi nedeniyle ilgili yorumlarımızın değişebileceğini büyüklerimizden öğrendik.

Benzer bağlamda, birilerinin davranışlarına göre hakikati değil, hakikate göre birilerinin davranışlarını değerlendirmek gerektiğini de yine bize öğreten büyüklerimizdir.

Yeni bir siyasi seçimin arifesindeyken, aynı zamanda düşünme ve davranış için ahlaki bir eşik de oluşturan bu değerli bilgilerin ışığında siyaset ve ahlakla ilişkimiz üzerine düşünürken, bundan önceki Cumhurbaşkanlığı seçimi münasebetiyle bu sütunda yazdığım bir yazıya yeniden başvurunca o değişmeyen hakikatle doğru ilişki kurmamı sağlayan büyüklerimi rahmetle yad ettim.

Söz konusu yazı -küçük tashihlerle- şöyleydi:

“Hayata dair her ilişki siyaset kelimesiyle tanımlanır, çünkü hayat bir ilişkiler toplamıdır ve ilişkiler kurgulanmayı gerektirir.

İlişkilerin kurgulanma (siyaset) esasının (tarzının, normunun) belirlenmesini ise ahlâk yoluyla gerçekleştiriyoruz.

Dolayısıyla siyaset, ahlâkı belirleyen bir müessese olduğu kadar, aynı zamanda ahlâk tarafından da belirlenen bir müessese olmakla hayatın merkezinde yer alıyor.

Bundandır ki, ahlâkı ihtiva etmeyen bir siyaset normal görülmediği gibi, siyaseti güzel (sahih) şekillendirmeyen bir ahlâk da normal görülmüyor.

Siyaset ve ahlâkın bu yanına mahsus en büyük birikim ise bizim milletimizin elimizin altında bulunuyor.

‘Elimizin altında bulunuyor’ derken biraz mecaza yaslandığım doğrudur.

CHP’nin yaktıklarından, hurda kâğıt cinsinden Bulgaristan’a sattıklarından geriye kalanlar ancak kütüphanelerimizde mevcut bulunuyor.

Ancak bu da öyle bir mevcudiyet ki, CHP’nin bu kitaplara yönelik büyük tecavüzüne rahmet okutan ikinci (belki de birinci) zulmü nedeniyle söz konusu kitaplar, bundan on yıl evveline kadar ancak Osmanlıca bilen ilgililer ve akademisyenler tarafından okunabiliyordu.

Neyse ki, devlet Osmanlı Türkçesiyle barıştı da CHP’nin basılmasına ve açıkta okunmasına zinhar izin vermediği kitaplar cümlesinden kimi siyasetnameler de kütüphanelerin tozlu raflarından alınarak yeni alfabeyle yayımlanmaya başladı.

Bir mirası temellendireyim derken, asıl konuyu kaçırmış olmayayım.

Ahlâkın siyasete, siyasetin ahlâka etkisini siyasetnamelerde görebileceğimiz gibi, doğrudan ahlâk kitaplarında da görebiliriz.

Müslümanın ahlâkı Nebevî ahlaka uygun olmalıdır ki, Nebî’nin (sav) ahlâkı da Kur’an ahlakıdır. Hâl böyle olunca ahlâk kitaplarının yazarları siyaseti şeriatın bizzat içinden değerlendirmişlerdir.

İsmâil Müfîd İstanbulî, Şerhu’l Ahlâki’l-Adudiyye’sinde, din/peygamber, ahlak ve siyaset ilişkisini şöyle temellendirmektedir:

‘Her toplumsallaşma ve yardımlaşma şehir siyaseti denilen büyük bir yönetime ihtiyaç duyar. Bu siyaset üç husus üzerinde yükselir: (1) din adı verilen, dinî ve dünyevî hükümleri, dünya ve ahiret için gerekli olan şeyleri kapsayan ilahî bir yönetim, rabbanî bir kanun. Bu şeriat ve milledir. Filozoflar tarafından namus-ı ekber olarak adlandırılır. Bunu bir tebliğ eden olmalıdır. O da Allah (cc)’ın halifesi olarak gönderilmiş peygamberdir. (…) Hükümet ise insanlar arasındaki düşmanlıkları gidermek içindir.’

O halde yeni siyasi seçimde, kendi adıma da bir seçimde bulunacağım.

Bu seçimi laik, sosyal, demokratik, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımı unutmaksızın, kendi inancıma mahsus bir ahlâkın içinde durarak yapmak benim hakkımdır.

Adayların nitelikleri, seçilme ilke, şart ve süreçleri inandığım şeriata göre değil, laik ve demokratik usullere göre belirlendiği için, seçime katılmayabilirim.

Ancak millet ve devlet kaygısı güden biri olarak, malum şartlarda bir oy’la da olsa kimi ferdî ve toplumsal olumsuzlukları önleyebileceğim kanaatiyle, seçime katılmaya mecburum.

Bu durumda kimi seçebilirim?

Öncelikle kendi inancımdan olanı seçerim.

Yetmez, kendi inancımdan olup da benimle aynı idrake ve ideale sahip olanı seçerim.

Yetmez, en geniş manada milletimin derdiyle dertleneni seçerim.

Yetmez duada, dilekte, acıda, tasada, sevinçte, neşede benimle aynı dili konuşanı seçerim.

Ya da şöyle söyleyeyim: Müslümanlara zulmetmiş ve halen zulmetme hırsıyla yanıp tutuşan bir zihniyete mensup olanları; hangi gerekçeyle olursa olsun bunlara destek verenleri seçemem.

Eli kadeh tutan birini seçemem.

Dine düşman oldukları halde, salt oy için dindarlara şirin görünmeye çalışan sahtekârları ise asla ve asla seçmem.

Aynı şekilde sadece benim değil, sizlerin de seçmeyeceğinize inanıyorum.

Çünkü siyaset ahlâka, ahlâk siyasete dâhildir.”

Hakikat budur! Gerisi ise teferruattır.