Suriye'nin görünmeyen savaşı: Toplumsal dokunun onarım mücadelesi

İdeolojik önyargıların ve çıkar ilişkilerinin sisli perdesi altında Suriye devrimine "şaşı" bakanlara, bugün Suriye yönetiminin devraldığı enkazı tanıtmak ve bu enkazın arkasındaki tarihî arka planı özetlemek istiyorum.

Yarım asrı aşkın süre boyunca Suriye'de hüküm süren Baas rejimi, Arap birliği ve milliyetçiliği üzerine nutuklar attı. Ancak bu sloganik söylemlerin ardında, toplumu hücrelerine kadar parçalayan karanlık bir siyaset gizliydi. Aileleri, köyleri, şehirleri böldü; hatta mensubu olduğu Nusayri toplumunu bile kendi içinde parçaladı.

Aynı toprakların çocukları birbirine yabancılaştırıldı. Kimi rejimin lütuflarıyla tahtın gölgesinde serinlerken, kimi güneşin yakıcı sıcağına terk edildi. Aynı sofrayı paylaşanların gözlerinde, birbirine güvenmeyen yabancıların şüphesi yeşertildi.

Baas rejimi bir yandan "birlik" naraları atarken, diğer yandan toplumun arasına sistematik şekilde nifak tohumları ekiyordu. Köyden şehre, doğudan batıya, kuzeyden güneye, gönülden gönüle uzanan bu kasıtlı ayrıştırma siyaseti, Suriye'nin sosyal dokusunu paramparça etti.

Rejim, kendi gölgesinden korkan, komşusunun ayak seslerinden ürken bir toplum inşa etmek için yıllarca uğraştı ve ne yazık ki bu hedefinde büyük ölçüde başarılı oldu.

Bugün rejim devrildi. Ancak geride, Baas rejiminin zehirlediği, zihinlerini kirlettiği, birbirine karşı kışkırttığı, toplumsal bağlarını kopardığı bir halk kaldı.

Şimdi ise bu parçalanmış toplumu daha da bölmek isteyenler devrede. Suriye'nin etnik ve mezhepsel fay hatları üzerinde suni çatışmalar körükleniyor. Amaç ne ulusal birliği sağlamak ne de millî dayanışmayı güçlendirmek; tam aksine, kinle, nefretle ve ırkçılıkla zehirlenmiş bir toplum oluşturmak.

Peki neden?

Çünkü Baas rejimi, kavmiyetçi ve hamasi nutuklarla "birleştirici" bir görüntü çizerken, aslında kabileci bir zihniyetle ülkeyi yönetti. Tıpkı Firavun'un yaptığı gibi, toplumu birbirine düşman parçalara ayırdı ve kendisine karşı oluşacak potansiyel muhalefeti, farklı kesimleri birbirine kırdırarak etkisizleştirdi.

Bu durumdan en çok fayda sağlayan ise İsrail oldu. Zira İsrail, çevresinde güçlü, kenetlenmiş ve millî birlik bilincine sahip bir toplum istemiyor. Bu, onun ulusal güvenlik stratejisinin temel kırmızı çizgisidir.

Suriye devriminin başlarında rejimin üst düzey yetkililerinden biri şu itirafta bulunmuştu: "Suriye rejiminin bekası, İsrail'in güvenliğinin garantisidir."

İsrail, tıpkı İngilizlerin "böl ve yönet" taktiğinde olduğu gibi, bölgeyi küçük, zayıf parçalara ayırarak kontrol altında tutmaya çalışıyor.

Bugün Suriye'de yapılmak istenen de tam olarak budur: Millî birlik ve beraberlik ruhuyla kenetlenmiş bir toplumun oluşması ve bu temelde inşa edilecek güçlü bir Suriye'nin ortaya çıkması engellenmek istenmektedir.

Bu doğrultuda Suriye'ye, Necmeddin Erbakan'ın çok sık dile getirdiği "Haim Nahum Doktrini" uygulanıyor: Aç bırak, işsiz bırak, borca mahkûm et, dininden uzaklaştır, böl, böldüklerini birbirine kırdır, sonra da yumuşak lokma haline getirip yut...

Devrik rejime uygulanan ekonomik yaptırımlar, gerekçesi ortadan kalktığı halde yeni Suriye yönetimine karşı bir koz olarak kullanılıyor.

Bütün bu zorlukların arasında ümitleri yeşerten güç, birbirine kenetlenmiş ve Suriye'yi yeniden ayağa kaldırmak için mücadele eden bir avuç yiğit...

13 yıl süren devrim ve direniş sürecinde, Baas rejiminin fitne ve ayrılık tuzaklarını boşa çıkaran, ümmet bilinciyle, birlik ve beraberlik ruhunu kuşanan ve bu bilinçle zalim rejimi deviren öncü bir kadro oluştu. İşte bu yiğitler, bu öncü kadro, bugün yeni Suriye'yi aynı bilinçle mayalamaya aday bir davayı ve mücadeleyi temsil ediyor.

Bugün Suriye'nin yeni yönetimini oluşturan bu çekirdek kadro, yalnızca Baas rejiminden devraldığı fiziksel yıkımla değil; aynı zamanda devrik rejimin toplumun ruhunda bıraktığı derin toplumsal tahribatla ve Suriye'nin geleceğine yönelik kurulan hain kumpaslarla da mücadele etmektedir. Tüm imkânsızlıklara rağmen ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak için çabalarken, aynı zamanda parçalanmış sosyal dokuyu onarma ve ümmet ruhunu yeniden inşa etme mücadelesi vermektedir.

Suriye'de yaşananları gerçek anlamda kavrayabilmek için bu tarihî arka planı zihnimizin bir köşesinde tutmalıyız. Ancak bu bilinçle, kardeşlerimizin verdiği mücadelenin derinliğini, yüzleştikleri zorlukları ve inşa etmeye çalıştıkları geleceğin değerini idrak edebiliriz.

Bu süreçte eksiklikler ve hatalar kaçınılmazdır. Ancak yaşananların tarihî arka planını göz önünde bulundurarak; karşı karşıya olduğumuz büyük sorumluluklar ve engeller karşısında, sahip olduğumuz avantaj ve dezavantajları doğru bir şekilde analiz etmeli, buna uygun bir geçiş süreci fıkhı inşa etmeliyiz.

Bu farkındalıkla baktığımızda:

  • Bugün atılan her adımın tarihsel bir yük taşıdığını görebiliriz.
  • Toplumsal uzlaşma çabalarının kıymetini daha iyi anlayabiliriz.
  • Yeniden inşa sürecindeki zorluklara daha adaletli ve derinlikli bir bakış geliştirebiliriz.

Suriye'nin geleceği, bu görünmeyen savaşın kazanılmasına bağlıdır. Çünkü toplumsal dokunun onarımı, sadece taşları üst üste koymakla değil, gönülleri yeniden bir araya getirmekle mümkündür.

Suriye'nin bu gerçekliğini göremeyen -ya da görmek istemeyen- ve sırf ideolojik saplantıları yüzünden, İsrail'in provokatif saldırıları karşısında işgalcilerle savaşarak İslam ümmetinin üç asırlık birikmiş sorunlarını çözmek için küllerinden doğrulmaya çalışan Suriye'den mucizevi hamleler bekleyenlere son bir hatırlatmam olacak. Bu hatırlatmayı ise bir sonraki yazımıza bırakalım, inşallah.