Bazılarımızın üstünde hep gitmeye hazır bir yolcu hali vardır. Bir ayağı eşikte, gözleri kapıda, kulakları haberde; gitmek için hazırdır kimilerimiz.

Yolculuğa karar verenin hazırlık yapmasından daha normal ne olabilir ki? İşe gitmek için hazırlanmak gibi, yemek için sofraya oturmak gibi, çayını içmek için karıştırmak gibidir bu biraz. Bir hareketin, bir devamlığın, bir duramamanın, mecburi bir gidişin ayak üstü nefeslenişidir belki de bu…

Sorun onlarda değil aslında, asıl sıkıntı; gitmeyi hiç düşünmüyorken, hiçbir hazırlık yapmamışken, apansız kapıya dayanan bir kolluk kuvveti zorlamasıyla gider gibi, gözü ve gönlü ardında kalarak, eli boş ve güçsüz, üstü başı alelade ve düzensiz, saçları bile taranmadan yolu revan olanlardadır.

Hazırlıksız yakalanmak, bir deyimdir ve her zaman geçerli olduğu tek an; ölümdür.

Suçlular ve günahkarlar hazırlıksız yakalanmaz, bilirler elbet bir gün başlarına gelecek olanın geleceğini. Masumlar için kapının beklenmedik bir vakitte çalınması ve beklenmedik bir zanla oradan oraya gitmek zorunda kalmak, gerçekten beklenmedik bir gelişmedir.

Ahirete iman edenlerle iman etmeyenlerin, ahiret konusundaki tek ortak yanı; ikisinin de beklenmedik bir anda bu yola çıkmasıdır belki de. İnkar edenlerin bütün umutlarının söndüğü o an, iman edenlerin bütün umutlarının gerçekleştiği andır.

Hazırlıksız ve habersiz, hatta yolu ve yolculuğu, dahası menzili bile inkar edenlerin, yola çıkmak zorunda kaldıkları andaki halleriyle; bilerek ve isteyerek, bekleyerek ve özleyerek, hazırlanarak ve toparlanarak, yine de apansız çıktıkları yola çıkma anının birbirine benzememesi gerekir.

Birinin düğüne diğerinin cenazeye gidiş, birinin kurtuluşa diğerinin felakete uğramasındaki benzeyiş, birinin yüz aydınlığı diğerinin karanlığı olan kapıdan geçiş, birinin said diğerinin şaki yazgısının büyük harfler ve parlak ışıklar altında, gözden kaçmayan bir tabela gibi dikiliş anı…

Yol hayattır, hayat yol; insan yolcudur, yolcu insan.

Geriye kalanın hepsi, o yolun aksesuarları, süsleri ya da engelleridir. Geriye kalanın hepsi, insanın yoldaşıdır; yol değil, yolcu değil…

Dünya, yol ya da yolcu değildir;

yolda bir durak,

bir nefeslik bir oturak,

bir kavgada sığınak,

bir hengamede barınaktır.

Bir savaşta şehadet,

bir sabırda metanet,

bir barışta mühlet,

bir hikayede ibret,

bir açlıkta nimet,

bir acıda mihnet,

bir zulümde cinnet,

bir tebessümde saadet,

bir işgalde zillet,

bir işte ücret yeridir dünya…

Bir hayatta yaşamak ve ecelde ölmek yeridir dünya.

Yürümek ya da sürünmek, koşmak ya da uçmak bir gidiş şeklidir. Oturmak ise sabır değil, duruştur. Duruş dediysem; bir anlam ve eylemin, bir fikir ya da aksiyonun duruşu değil, öylesine kelimenin basit ve temel anlamıyla, kuru kuruya ve boşu boşuna bir durmak işte.

Hiç değilse kalbinde ve beyninde yolda olmalıdır insan, gitmelidir. Yoksa yolcu sayılmaz. Niyetlenmelidir, hazırlanmalıdır. Yola çıkmayı istemelidir. Hedefe kavuşmayı arzulamalıdır insan.

Hem insan dediğimizi insan yapan şey; ayrıldığına, özlediğine, ait olduğu yere, geldiği mekana, aslına dönme hissidir belki de.

Hepimizin genlerinde, Adem(a) babamızdan kalan bir anavatan hasreti vardır. Vatan hainliğine kimse normal bakmaz, vatanına dönmeyi istemeyene şaşılır, aleyhinde olana kızılır, babasının mirasına sahip çıkmayana ya da boş yere heba edene aptal denir hatta.