Önceki "İhtişam ve inkıraz" başlıklı yazımı şu cümlelerle bitirmiştim:

"Unutulup gideceğini sandıkları dini ve manevi değerler yeniden el üstünde tutuldu. Sonunda İslamiyet düşmanları durduramadıkları bu gidişi, yozlaştırmaya, içini boşaltmaya karar verdiler.

İşte biz şu anda bu süreci yaşıyoruz. Üzülüyoruz ama bir şey yapamıyoruz.

Çözüm nedir?

Çare nedir?

Bilmiyoruz.

Bilen varsa lütfen söylesin..."

Görüşlerine çok kıymet verdiğim bazı dostlarım, "güzel mesajlarla dolu bir yazının sonu böyle umutsuz bitmemeliydi" diye haklı eleştiride bulundular. Evet "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz" emri varken umutsuzluk hiç bir Müslüman'ın düşeceği bir durum değildir. Fakat içinde bulunduğumuz yozlaşma ve bunalımın da önüne geçmek, en azından çözüm aramak hepimizin görevidir.

Gerçekten yazının muhtevası özet olarak, ümmetin en umutsuz ve derin kriz zamanlarını bile atlattığını ve maneviyatın yeniden canlandığını dile getirmekteydi. Yüzyılın başlarında altı asırlık Osmanlı Devletiyle birlikte Müslümanları birliğini temsil eden hilafetin de inkırazı, tarihte görülen en büyük kriz olmuştu. Bundan çıkışın olamayacağını zanneden iç ve dış mihraklar, Osmanlı'nın mirası üzerine kurulan Türkiye'yi geçmişinden kopararak çok farklı bir hedefe götürmek üzere ittifak ettiler. Yirmi beş sene kesintisiz devam eden tek parti istibdadıyla sindirdikleri bu milletin artık din ve maneviyatı unutup terk edeceğini düşündüler.

Siyasi yönüyle ve geniş çaplı bir millet hareketi olması hasebiyle; 1950 yeniden diriliş, öze dönüş, baskıya tepki ve tekrar dine sarılışın miladı oldu. Hiç hesapta olmayan bu büyük değişimin arka planındaki mücadeleleri, çekilen sıkıntıları, hapishane çilelerini bilmeyenler, bunu bir seçim zaferi olarak gördüler. Halbuki alayişten nümayişten hoşlanmayan gerçek dava adamları çeyrek yüzyılın eziyet ve zulümlerini paratoner gibi üzerlerine çekmişlerdi.

Milletin seçtikleri hükümet oldular ama iktidar olamadılar. Çünkü sistem kendini garantiye almak için devletin bütün kurumlarını ve bürokrasiyi ele geçirmişti. Siyasi iradenin gücü, bu kökleşmiş ve kanunlarla koruma altına alınmış rejim bekçilerine yetmediği için sadece göstermelik icraatlar yapmak zorunda kaldı.

70 yıldır devam eden sağ hükümetler ve 20 yıldır tek başına söz sahibi olan dindar yönetim, acaba gerçekten iktidar olabildiler mi? Bu soruya siyasi yetkililer de evet diyemiyor. Eğitim, kültür ve sanat alanında başarılı olamadığımızın itirafı, çok değişik etkilerin cazibesi altında bunalan ve bocalayan gençliğe bir mazeret olarak söylenebilir mi?

Gençliğin sorunları diye başlayıp giden nutuklar, tesbitler, çözümler, akıl vermeler ne kadar gerçekçi olabilir? Yeni yüzyılda özellikle son on senedeki baş döndürücü hızlı gelişmeler, fikir ve inanç dünyamızı da aynı şekilde değiştirmeye başladı. Gençlerin bırakın ne düşündüğünü anlamayı, konuştukları dili bile çözemiyoruz. Hayatını özgürce yaşayan gençlerin yanı sıra dindar gençlerin de benzer problemler içinde olduğunu görmek, çok üzüntü verici.

İmam Hatip Lisesinde öğretmen olan bir dostumun, öğrencilerin gerçek gündemine dair anlattıkları beni dehşete düşürdü. Söylediğine göre deist öğrencilerin sayısı gün geçtikçe artıyormuş ve bu görüşlerini de açıkça dile getiriyorlarmış. Şimdi burada durup, çok ciddi bir şekilde öz eleştiri yapmamız ve yanlışın nerede olduğunu sorgulamamız gerekiyor.

***

1-3 Aralık tarihleri arasında toplanacak olan 20. Milli Eğitim Şurası'nda umarım bu temel meseleler ele alınır. 7 yıldır toplanmayan Şura, eğitimin gerçek gündemini mi ele alacak, yoksa sun'i gündemlerle, boş tartışmalarla sürüp gidecek mi? Kökü çürümekte olan ağacın dallarını ilaçlamak çare değil, ancak tesellidir.

Eski bir eğitimci olduğum için değil, hasbel kader elinde kalem olan, beğenilme endişesinden uzak, doğru bildiklerini ifade etmeye çalışan birisi olarak, bu Şura'ya benim de bazı çözüm tekliflerim olacak. Eğer eğitim ve gençliğin önemli problemleri olduğu kabul ediliyorsa, belki bu tekliflere bir kulak veren çıkar.

1. Eğitimin başı öğretmenlerdir. Öğretmen yetiştiren kurumların müfredatı ve zihniyeti değişmeden, öğrencinin istenilen vasıflarda olması beklenemez. İnançlı, dinine ve maneviyatına bağlı öğretmenler, elbette kendileri gibi çalışkan, ülkesine ve vatanına bağlı öğrenciler yetiştirecektir.

2. Bütün ders kitapları materyalist ve ateist fikirlerin etkisinden arındırılmalıdır. Her branşın uzman öğretmenleri, kitapları böyle bir süzgeçten geçirmeli, inancımıza ters düşen açık ve gizli bütün ifadeler temizlenmelidir.

3. Gençliğin problemlerinin çözüm alanı önce İmam Hatipler olmalı. Burada dini ilimlerle, modern ilimler birlikte okutulduğu halde niçin istenilen seviyede şuurlu öğrenci yetiştirilemediği sorgulanmalıdır. Klasik metodlarla öğretilen dini dersler, pozitif ilimlerle barışık olamadığı gibi pratik hayatta hiçbir etkisi olmuyor. O halde gerek tabii ilimler, gerek sosyal dersler İslami bakış açısıyla yeniden ele alınmalıdır.

4. Daha açık ifadeyle Fizik dersinde Arşimet Kanunu anlatılırken bunun bir tabiat olayı değil, Allah'ın yarattığı bir kanun olduğunu açıkça söylemeliyiz. Müslüman bir ülkede artık çok rahat bir şekilde Allah'ın varlığını ve birliğinin delillerini, ders kitaplarındaki örneklerle anlatabilmeliyiz. Fizik gibi Kimya, Biyoloji, Astronomi derslerinin tüm konuları Allah'ın yarattığı büyük kainat kitabının açıklamalarıdır. Burada ders kitaplarının yazımı ve öğretmenlerin anlatış biçimi çok önem kazanmaktadır.

5. İki asır öncesinde dinden çıkan, İslam'a karşı cephe alan, yani sapık dalalet cereyanlarına kapılanlar cahil insanlardı. 19. Yüzyıl'dan itibaren ilim ve fennin gelişmesiyle, tabiatçılık ve materyalizm cereyanları dinsizliğin en önemli kaynağı oldu. Her şeyin sebebini araştırıp bulan insan, Yaratıcıyı inkar etmek için tabiat ve tesadüfü perde yaptı. İşte bu kalın perdeyi yırtıp, materyalistlerin inkarlarına alet ettikleri objelerde, Allah'ın isbatını yapmak en önemli çözüm metodudur.

Bu konuda 1940'lı yıllarda Kastamonu'da yaşanmış bir anekdotu hatırlatmak istiyorum. Lise öğrencilerinden bir grup genç, okulda dinlerini öğrenemedikleri için, o yıllarda illerinde sürgünde bulunan Bediüzzaman Said Nursi'nin yanına giderek:

"Öğretmenlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar. Bize Yaratıcımızı tanıtır mısınız" diye sorarlar. O da cevap olarak:

"Sizin okuduğuz derslerden her biri kendi diliyle Allah'tan bahsedip onu tanıtıyor. Öğretmenleri değil onları dinleyin" der.

Sonra da Fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi ilim dallarının Allah'ın varlık ve birliğinin delilleri olduğunu anlatır. Tabiat Risalesi adlı eserinde de Allah'ın yarattığı mükemmel varlıkların, kesinlikle tabiata ve tesadüfe verilemeyeceğini akli ve mantıki delillerle isbat eder.

6. Bu konuda yazılmış tefsir ve dini eserlerden mutlaka faydalanılması gerekir. Mesela Diyanet tarafından yayınlanan Risale-i Nur Külliyatı, okullara yardımcı ders kitabı olarak tavsiye edilebilir. Okullara sadece seçmeli olarak, Kur'an, Siyer ve Değerler Eğitimi dersleri koymak yeterli değildir. Bütün derslerin konularından yararlanıp Allah'a ve ahirete inanç başta olmak üzere İslam'ın ve Kur'an'ın güzellikleri öğrenciye anlatılmalıdır.

7. Öğretmen ve öğrencilerimiz din, tarih ve medeniyet alanında yıllardır ısrarla sürdürülen aşağılık kompleksinden artık kurtarılmalıdır. Geçmişinden utanan hatta düşmanlık besleyenler azalmakla beraber, İslam Medeniyeti'nin gerçek tarihi misyonu hala bilinmemektedir. Tanzimat'tan bu yana devam eden ilim ve teknolojideki batı hayranlığı sona erdirilip, İslam Bilim Tarihi dersleriyle, Müslümanların bütün ilimlerin öncüsü olduğu anlatılmalıdır.

8. Rahmetli Fuat Sezgin Hocamızın devlet desteğiyle kurduğu İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, gezinti mekanı olmaktan çıkarılıp bir laboratuar niteliğine kavuşturulmalıdır. Ortaçağ karanlığındaki Avrupa'nın; Müslümanların ilmi gelişmeleri ve buluşlarına nasıl sahip çıkarak rönesansı gerçekleştirdikleri ve bu teknolojik üstünlükle bütün İslam dünyasına yaptıkları zulümler gözler önüne konmalıdır.

9. Öğretmen ve öğrencilerin bir proğram dahilinde bu müzeyi gezmeleri sağlanmalı, liselere İslam Bilim Tarihi dersi konmalıdır. Liseyi bitirmiş bir gencin, Harizmi'yi, Biruni'yi, Zehravi'yi, İbni Sina'yı, İbni Rüşd'ü ve Ali Kuşçu'yu bilmemesi düşünülemez. Hindistan'a gitmek için yola çıkarak tesadüfen Amerika'yı keşfeden Kristof Kolomb'dan çok önce, Müslümanların bu kıtaya gittikleri de öğretilmelidir. Gençlerimiz tarihiyle ve medeniyetiyle barışmalı ve iftihar etmelidir.

10. Tarih ve edebiyat zoraki öğretilen ve ezberletilen bir ders olmaktan çıkarılıp, gerçekleri anlatan, şahsiyet, eser ve olaylarıyla günümüze ışık tutan, bir milletin hafızasını oluşturan çok önemli kaynaklar olarak ele alınmalıdır. Yığınla bilgi yerine bilinç verilmelidir.

***

Elimizdeki imkanların kaybolmadan önce kıymetini bilelim. Gençlik elden gitmeden sahip çıkalım. Okullarda yığınla bilgi ezberletmek yerine bilinçli ve duyarlı bir nesil yetiştirelim. Zengin belediyelerin düzenledikleri festivallerle, eğlence ve konserlerle bilinçli gençlik yetişmez. Halkın vergileriyle elde edilen birikimleri, gençliğin bilinçlenmesine, ilim ve irfan sahibi olmasına harcayalım. Sonradan pişman olmanın hiç kimseye faydası yoktur.

İşte umut, işte çözüm yolları!