Türk devletinin 15 Temmuz’dan sonraki en stratejik 5 hamlesini sayın deseler; ‘’Rahip Brunson’un tutuklanması!’’ derim! Bir takım gerçekler bazen üzerinden 50 yıl geçse de anlaşılmayabilir ama Brunson meselesi (mahrem konuları hariç) neredeyse tüm aşamalarıyla kamuoyunun önünde cereyan etti. Küresel operasyonun Evanjelist kisvesi altındaki papaz görünümlü Türkiye sorumlularından Brunson’un önemini ortaya koyan işaretler bizzat Amerika’nın tavırlarıyla netleşmişti! Sokaktaki adam o günlerde; ‘’bu rahipte ne alaka?’’ diye kendi kendine sorarken, Amerikan’ın derinliklerinde; ‘’Türkler nasıl oldu da Brunson’ı deşifre edebildi, hadi ettiler; ne cür’etle tutuklayabildiler ve ne tür bilgiler ellerinde?’’ sorusunun sancılı cevaplarını sorgulamaya ve papazı kurtarmanın yöntemlerini belirlemeye başlamışlardı bile. Eylül 2017’de manşetlere ‘’Ver papazı! Al Papazı!’’ başlığıyla çekilen Başkan Erdoğan’a ait olan şu sözleri hatırlamakta zorluk çekeceğinizi düşünmüyorum: 'Papazı verin' diyorlar. Bir papaz da sizde var, bize verin, yargılayalım, biz de onu size verelim. 'Onu karıştırma' diyorlar!"

Evet bu ‘’papaz’’belli ki Amerika için çok önemliydi! İktidara yönelik siyasi-askeri ve ekonomik baskılar Brunson’un önce ‘’sağlık sorunları nedeniyle’’ ev hapsine çıkmasına, ardından yurtdışı yasağının kaldırılmasına evrilmiş ve Trump başkanlık sarayında ‘’Diriliş Kilisesi’’ papazını, zafer kazanmış komutan edasıyla ağırlamıştı. Ne gariptir ki krizin sürdüğü o günlerde Türkiye’den Kudüs’ e giden Ebru Özkan adlı genç bir hanımefendi İsrail tarafından tutuklanıyor ve ama aslında ‘’rehin’ alınıyordu. Tam da o günlerde Washington Post gazetesi Erdoğan ve Trump'ın, NATO Zirvesi'ndeki görüşmede Brunson'a karşılık İsrail'de yargılanan Ebru Özkan'ın serbest bırakılması konusunda anlaştığı iddiasını haberleştiriyordu ve bu öylesine bir haber olmasa gerekti! Küresel Medya’nın ‘’medyumluğu’’ bir kez daha devreye giriyordu. Trump, Reuters’a verdiği mülakatta bu iddiayı doğruluyor; Erdoğan ile “bir anlaşma yaptıklarını” ve bu çerçevede kendisinin İsrail'de tutuklu Türkiye vatandaşı Ebru Özkan'ın serbest kalmasını sağladığını, buna karşılık da Erdoğan'ın Rahip Brunson'ı salıvereceğini düşündüğünü söylüyordu. Trump’a göre Brunson’un 4 temel özelliği vardı:  ‘’Çok masum, mükemmel insan, müthiş bir baba ve iyi bir Hristiyan’’ 

Başkan Erdoğan ise Güney Afrika ziyareti sırasında konuyla alakalı soruya: ‘’Ebru Özkan’ın İsrail’den çıkışına yardımcı olunması Dışişlerimiz aracılığıyla iletilmiştir. Ama karşılığında Brunson'u vereceğiz' demedik. Bu tür bir pazarlık olmadı” diyordu. Ve Amerika ile Türk devleti arasında ki gerginlik durulmuyor, aksine yükseliyordu. İki bakanımız hakkında yaptırım kararı alınıyor, Türkiye’nin de yapımında rol aldığı F-35 savaş uçaklarının teslimatı erteleniyordu. Bu da yetmiyor, “ABD’nin rahip Brunson’ın serbest bırakılması konusunda Türkiye’ye saat ve tarih vererek tehdit ettiğini” bizzat Erdoğan açıklıyor ve 11 Ağustos 2018’de yaptığı konuşmasında ABD’ye; "Tehdit ediyor ya… Yarın saat 18.00'e dek göndereceksiniz. Burası çatladıkapı ülkesi mi ya, burası Türkiye, ne yapıyorsunuz?" diye seslenerek devletin tüm mekanizmalarına’hazırlıklarınızı yapın’’ mesajını iletiyordu. O dönemde Erdoğan’ın son açıklaması ise Brunson, hâkim karşısına çıkmadan bir gün önce gelmişti. Macaristan dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, Rahip Brunson’ın 12 Ekim’deki davasının hatırlatılması ve papazın serbest kalması yönünde yüksek bir beklenti içerisinde olduklarının ifade edilmesi üzerine; “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olması sebebiyle, ben yargıya müdahale edecek konumda değilim. YARGI NE KARAR VERİRSE, o karara UYMAK zorundayım. O işin MUHATABI OLANLAR da yargı kararına uymak ZORUNDA!” diyerek ‘’krizin’’ yargı mekanizması eliyle çözüleceği kararının alındığını işaret ediyordu.

Ehli anlıyordu ki, (istemeye istemeye de) olsa Brunson, ABD’ye iade edilecekti. Türk devletine o günler için lazım olan en kıymetli şey olan ‘’zaman’’ kazanılmış olsa gerekti! Brunson artık iade edilebilirdi. Edilmek zorunda kalınıyordu! 12 Ekim’de tahliye edilen Rahip Craig Brunson hakkındaki mahkeme kararına ilişkin görüşlerini açıklayan Ana muhalefetimizin lideri Kılıçadroğlu ise FETÖ’cülere atıf yaparak: "…  Darısı, harp okulları öğrencilerinin, er ve erbaşların başına. Onlar da inşallah kısa süre içinde tahliye olurlar." diyerek Türk milletini yine şaşırtmazken, bu tahliyenin toplumda oluşturacağı moral çöküntüsü ve siyasi kaybı göğüslemeye çalışan Bahçeli ise; "MHP, elbette yargı kararına saygı duymaktadır. Ancak Papaz Brunson´un tahliye kararı milli vicdanı rahatsız ve huzursuz etmiştir. İfade değiştiren gizli ve satın alınmış tanıklar, davanın savcısında yapılan değişiklikler soru işaretlerini güçlendirmiş, şaibeleri arttırmıştır" açıklamasında bulunarak bu kararın verilmesinde ‘’siyasi iradenin değil’’ bir takım üstü örtülü operasyonel yapıların etkisi olduğunu ima ederek, dikkatleri farklı bir mecraya çekmeye çalışıyor ve kim bilir belki de tepkileri en aza indirmenin yollarını arıyordu.

Gerçek şu ki; Türk devleti, Amerika’ya rağmen Brunson gibi bir ismi derdest edebilmiş, aylarca tutuklamış, sorgulamış, refleks gösteren iç ve dış merkezleri işaretlemiş ve süreç içerisinde şah üzerinden hamleler yaparak en çok ihtiyacı olan şeyi yani zamanı kazanmayı bilmiştir. Asli olarak gönülden geçenin tam bağımsız her devletin yapması gerektiği gibi Brunson’un verilmemesi olduğu aşikardı ancak gücümüz bir yere kadardı ve siyasetin fıkhı gereği ‘’gücümüz kadar sorumluyduk’’ Ve o güç bize Suriye’de olduğu gibi yarın Akdeniz’de ve Karabağ’da ve Suriye’nin derinliklerinde de lazım olacaktı. O günlerde Brunson üzerinden kopan kıyamette satranç tahtasında ki şah’lar üzerinden hamleler yapıldı. Direkt Trump ve Erdoğan adam adama markajla topa girdiler! Her iki tarafta bir çok enstrüman kullandı! Seçenekleri çok olan taraf tabi ki Pentagon’du! Sonuç olarak ‘’Trump’ın kazandığı’’ yönünde ki intiba çok daha yüksekti ancak asıl kazanan Amerika’ya ‘’rest’’ çekebilme kabiliyeti olduğunu tüm dünyaya gösteren Türk devleti olmuştu. Bir Amerikan ajanını tutuklamış ve sorgulamıştı! ‘’Ver!’’ dendiğinde hemen ‘’Emredersiniz efendim!’’ diye selam durmamıştık! O günler geride kalmıştı! Yeni bir dönemin işaretleri görülüyordu…

Bugün yeni bir Brunson olayı ile karşı karşıyayız! O krizden aylar sonra ‘’yeni normal dönemin’’ dizaynı gereği bir takım hamleler yapmak ve yapılacak hamlelere karşı tedbir almak durumundayız! Bunlardan en önemlisi ise maç oynanırken sahaya giren fanatik taraftar gibi ortalığı karıştıran kaleden kaleye koşarak görevlileri de peşinen koşturan çılgın taraftar misali kameraların kendisine çevrildiği Bülent Arınç’ın vurguladığı Demirtaş ve Kavala konusudur! Aslında Demirtaş tartışmanın asıl öznesi değil! Demirtaş tartışmasıyla perdelenen asıl aktör Osman Kavala’dır ve tutukluluğunun bitirilmek istenmesidir! Bu masadadır ve mutlaka bugün yada yarın önümüze konacaktır.  Dün, Brunson’un iddianamesinin ana özeti: ‘’darbe girişimine yardımcı olmak, ‘’PKK ve FETÖ adına suç işlediği ve casusluk yaptığı iddiasıydı’’ Yine bir diğer özetle Demirtaş PKK adına tutukluyken, Kavala ise Fetö adına yapılan eymeler nedeniyle tutuklu. Yani bir Kavala ve Demirtaş ancak bir Brunson edebiliyor!

Tutuklu yabancı menşeyli ajanların yargı ve iade süreçleri toplum nezdinde çok konuşuldu. Ve derin yapılar her iadede Erdoğan üzerinden Türk devletinin ‘’acizliğini’’ ön plana çıkartarak algı operasyonları yaptılar! ‘’Bakın gördünüz mü; papazı, papazı almadan verdi’’ dediler. Devlet, zahiren bu görüntüyü vermiş olsada içeride istediklerini çoktan almıştı bile. Ama bunu yansıtamazdı, yansıtmamalıydı. Başarılarını bir Hollywood filmine dönüştürme geleneği bize ait değildi. Ancak, vatandaş nezdinde korunması gereken itibarına halel getiremezdi de, öyleyse eğer yarın strateji gereği Demirtaş ve Kavala için bir takım ‘’olumsuz’’ görünümlü yeni hamleler yapılmak zorunda kalınırsa bunun psikolojik alt zeminini hazırlamakta yine devletin sorumluluğundaydı. Ve bu vazife; karşılıklı restleşmeler ve resmi görevden istifasıyla da sonuçlanmış bile olsa ‘’40 yıllık kurt siyasetçi Bülent Arınç’a mı düştü acaba?’’ diye soruyor olduğunuzu işitiyor gibiyim! Kimbilir? Belki zorlama bir yorum! Ama Devletin işletim sisteminde yer alan aplikasyonların çeşitliliğini bilmek tabi ehline ait bir olgu olsa gerek. Ama 40 yıllık siyasetçi Arınç’ın ulusal ve uluslararası dengeleri kritize ve krize etmemize fayda sağlayan mevcut açıklamalarını ve belki de yarınlarda yapacağı yada başka dikkat çeken isimlerin de yapabileceği bu yönde ki açıklamalara da hazır olunması gerektiği ufukta görünüyor sanki.

Aslolan Brunson değil! Demirtaş, Kavala hiç değil! Maksat hasıl olduktan sonra, mata giden oyunda hangi taşı vermişsin ne önemi var! ‘’Demirtaş ve Kavala çıkarlarsa ‘’kahraman’’ olurlar!’’ bakışını da ötelemeden soralım, acaba? Kime ve neye göre kahraman? Böyle bir durumda hem sol-liberal seçmen ve hem de sol-radikal seçmen konsolide mi edilecek? Miitarist-militanist Kamalist, derin CHP’nin etkisi mi azaltılacak? Ve sol yeniden mi dizayn edilecek? Kim bilir? Siz, kahramanı oynayana değil, mağdur olana bakın! Halkın kahir ekseriyetinin gözünde ‘’terörist’’ olandan mağdur ve kahraman çıkmaz! Yasin Börü’den kahraman olur, Demirtaş’tan değil! O’nun rüzgarı sola eser! Yasin’in rüzgarı 7 kıta, 7 iklime…

Gazeteci Alican Uludağ, Cumhuriyet’te çalıştığı dönemde Brunson’un tahliyesine ilişkin kaleme aldığı yazısının başlığına şu metni yazmıştı: ‘Bir tahliyenin yargısal analizi: Tutan da bırakan da yargı mı, DEVLET mi?’  

--Brunson, 9 Aralık 2016’da tutuklanmış, 35 yıla kadar hapisle yargılandığı davada 25 Temmuz 2018’de sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmiş ve o gün evinin balkonuna Türk bayrağı asmıştı! ABD’li papaz, 12 Ekim 2018’de verilen üç yıl bir ay 15 günlük hapis cezası sonrası yurt dışına çıkış yasağının da kaldırılmasıyla ülkesine dönmüştü…

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün.”

Bülent Deniz – Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

www.bulentdeniz.com