Dünyanın neresine giderseniz gidin insanlarda bir memnuniyetsizlik ve umutsuzluk hali hakim. Siyasetten toplumsal olaylara, ekonomiden eğitime kadar hemen her alanda herkes sonu olmayan bir münazara ve eleştiri buhranı içinde debelenip duruyor. Üniversitede ki derslerden kahvehanedeki sohbetlere, televizyonlardaki tartışmalardan köşe yazılarına, dini muhabbetlerden politik hitaplara kadar hiçbir söylem insanlarda hayret uyandırmıyor. 

Benzeri bir durumu ülkemizde de müşahede ediyoruz. Herkes her şeyi eleştiriyor. Hayatın her alanında münâzaralar ve tartışmalar sokaklara kadar taşmış durumda... Köylüsünden şehirlisine, üniversite hocalarından öğrencilerine, entelektüellerden siyasilere hemen herkes her şeyde kendisini haklı buluyor. Bir bıkkınlık hali var. Aşağıdan yukarıya doğru toplumu ele aldığınızda bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Güncele ve dedikodular dünyasına boğulmuş insanın yapabildiği tek şey: sağa ve sola küfürler savurmak… İnsanlar bunu çoğunlukla farklı maskeler arkasında yapıyor… 

Dünyada yaşanan bu krizin sebeplerini, kimi ideolojik dönem sonrası oluşan boşlukta, kimi teknolojinin insan hayatını kuşatmasında, kimi felsefenin, siyasetin ve dinin günümüz insanına hitap eden bir söylem oluşturamamasında, kimi sermayenin küresel tahakkümünde ve kimi de dünyadaki politik ümitsizlik ve kaosun otoriter popülizmi doğurmasında arıyor. 

Bütün bu sebepleri tek tek analiz ettiğinizde ise sebepler arasında boğulup, daha bir karamsarlığa dûçar oluyorsunuz. Bütün olarak bakamadığımız için parçalarla uğraşıyoruz. Herkes kendi tuttuğu parçayı bir bütün olarak sunuyor. Bu da maalesef karamsarlığı daha da arttırıyor. Hakikatte olayları bir bütün olarak tahlil ettiğimizde karşımıza “yeni bir insan” modeli çıkıyor. Bu “Yeni İnsanı” hangi kavramlarla tanımlarsanız tanımlayın, bu tanım “Yeni İnsanı” tam olarak asla tarif edemeyecektir. Çünkü bu “Yeni İnsan” türü; aşırı narsist, hırslı, tamahkâr, merhametsiz, hasetçi, insafsız, adil olmayan, sınır tanımaz, doyumsuz, ikna olmayı sevmeyen, üniversiteler bitirmiş olsa bile bilgisiz… 

İsveçli siyaset bilimci Göran Therborn, insanlığın bu çıkmazını şöyle özetliyor: “İnsan türünün tamamı için iyi bir dünya ihtimali hiç bu denli büyük olmamıştı. Fakat insanın potansiyeli ile bütün insan türünün mevcut koşulları arasındaki boşluk da herhalde hiç bu denli büyük olmamıştı.” Peki, bu boşluk nasıl oluştu? İşte sosyologların, filozofların, din adamlarının, psikologların, ehl-i Hikmet sahiplerinin tartışması gereken nokta burası. Fakat heyhat, herkesin aşırı politikleştiği bir çağda toplumsal hastalıklara cevap aramak neredeyse imkansızlaştı. Sosyal medya ortamlarında, tv tartışmalarında veya kahvehane ortamlarında insanların bu kadar saldırgan olduğu bir dönem olmuş mudur? Basit tartışmalar sonrası dostlukların bu kadar hızlı bittiği bir çağ olmuş mudur? 

Nereye bakarsanız bakın bir bıkkınlık, öfke ve isyan hali var insanda. Geçen yüzyıllarda bu tür öfke ve isyanlar içtimai, siyasi ve iktisadi değişimler meydana getiriyordu. Ancak bu yüzyılda artık bu imkansız. Çünkü insanlar beraber yola çıktığı insanlara bile artık güvenmiyor. Güven sorunu siyasetten toplumun her merhalesine sirayet etmiş durumda. İşsizlik, korona hastalığı, sel, deprem gibi ekolojik felaketler ve göçler Yeni İnsan’da kaygı, korku, umutsuzluk ve endişeyi daha da artırmış durumda. Hayal dünyası çökmüş, pozitif düşünme melekesini kaybetmiş, bencil, kontrolcü ve aciz bir insanı ortaya çıkaran bu hâl, insanı aşırı derecede narsist kılmıştır. Hasedin, kibrin, kıskançlığın, hırsın, utanmazlığın, kendini haklı görmenin bu kadar yaygın olduğu bir çağ olmamıştır. Makamın, gücün ve paranın bu kadar değer gördüğü bir asır da olmamıştır. Herkes elde ettiği gücü hayatın her alanında pervazsızca kötüye kullanıyor... 

Peki! Bu halin devası veya çözümü var mı? Gelin haftaya bunu beraber tartışalım…