Derin Gerçekler

Hikayenin sonunda Hamas’a “Terör örgütü” diyen Özgür Özel var. Ya hu Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam, Siyonist İsrail’i kuran İrgun, Hagana gibi terör örgütlerinin içinde yer aldığı İngilizlerin yanında Osmanlıya karşı savaşan Siyon Katır Birliğinin karşısında duruyordu. Solcular, sosyalistler, daha yakın zamana kadar, Filistin cephesinde Emperyalistlere karşı, Filistin halkının yanında dururlardı.

Tüm dünya Halkları İsrail’i lanetlerken, Siyonist İsrail’e selam çakarcasına Gazze direnişinin öncü siyasi kadrosunu terörist ilan eden bu adamın bu güne kadar Siyonizm’e karşı, İsrail’i kınayan bir mesajını duydunuz mu?  LGBT ye sahip çıktıkları kadar Mescidi Aksa'ya sahip çıkmadı bunlar. Zaten bu güne kadar hiçbir siyasi, Anadolu topraklarının bir kısmını da içine alan Arz-ı Mev’uddan söz eden siyasi duydunuz mu?

Özgür Özel’in HABAT ya da AGARTHAcılara karşı, DSÖ’ye, WEF’e, GLOBAL RESET’e karşı, Dijital Faşizme giden yolda TransHumanizm, 5G, NeuraLink’e, “Karbon Ayak izi” söyleminin arkasına gizlenen puan sistemi hakkında hiçbir şey söylüyorlar mı? Bunun ekonomiye getireceği ek maliyeti konuşuyorlar mı? Bunlar da “Uluslararası sistem” içinde yer alan bir siyasi hareket.

Özgür Özel, öyle anlaşılıyor ki “Özel” biri. Genel Başkan’dan çok “siyasi kayyum” gibi. Ya da aslında “siyasi taşeron”a benziyor hal ve hareketi ile ve sanki bir başka yönü ile “Tasfiye memuru” gibi.

Bu konuya tekrar döneceğiz de, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin Papatyalarının partiyi getirdikleri nokta ortada. CHP’nin de Nilüferleri var. TİP’in geldiği/getirildiği yere bakar mısınız! Hatay’da CHP kazanmasın diye, HDP ile birlik olan CHP’nin karşısına TİP’in adayını iddia o ki AK Parti destekliyor. TİP adayına adaylıktan çekilmemesi için milyonlarca dolar teklif ediliyor. CHP’nin ne parası olduğu paraları sayılırken, bir de bu olayın patlaması ile işler iyice karıştı.

Bugün size, ilk günden bugüne nasıl geldi, biraz onu anlatmaya çalışacağım. Bu zihniyette olanların yok aslında birbirlerinden pek farkları, tek farkları adları ve maskeleri. Bu seçimin sonucu beni hiç ilgilendirmiyor, ilgilendirdiği tek nokta, benim seçim sonrası bunlarla mücadelemde yöntemim. Bakalım Allah beni nasıl imtihan edecek.

CHP gelirse 28 Şubat günlerine geri döneriz. Halk daha kolay sokağa çıkar. AK Parti kazanırsa, muhafazakar kalabalığın, CHP gelir korkusu ile çatısı altına sığındığı AK Parti içindeki AKP’lilerin benzer icraatlarına karşı harekete geçirmek bakalım gelinen noktada aynı şekilde zor olacak mı? Sanırım ekonomik şartlar, aile, adalet, gençlikle ilgili sorunlar sebebi ile AK Partinin de işi çok daha zor olacak. Hele bir de bu arada askeri bir kriz ya da deprem,  sonrasını kestirmek çok kolay değil.

Ha, seçimden sonra bugünkü CHP yönetiminin iş başında kalması zor. Gelen yönetim de eskinin devamı olamaz. Zaten “Cumhuriyet (…) Partisi” olmaz. CHP diye bir parti hiç olmamalıydı. Bu gün Türkiye’nin en muhafazakar partisi CHP. Dayandığı ve dayattığı ilkeler ise, 20YY a girerken savaş yıllarında, Kapitalizm, Komünizm, Faşizm ’in gölgesinde oluşan kavram ve kurumlar. Yeni bir dün ya kuruluyor ve CHP’nin yeni dünyaya söyleyecek bir sözü de yok!

CHP’nin geçmişine dönecek olursak, CHP “Tek adam”ın “Tek Parti”si idi. Adı “Cumhuriyet”ti. O da “rejimin adı” idi. Yani CHP “Devlet Partisi” olarak kuruldu. Oysa Devleti kuran, “Kuvva-yı Milliye” ve “Müdafa-yı Hukuk”a ruh veren anlayış 1. Meclisin açılış. Töreninde ve kapıda, ay yıldızlı bayrakla birlikte  asılı olan “kelime-i tevhid” bayrağında ifadesini buluyordu. kurtuluş savaşını veren  “Meclis-i Mebusan”ın devamı olan, “Hilafet ve saltanatın ihyası ve yeniden inşası” irade ve aklına sahip bir meclisti. “İstiklal marşı” bu meclisin eseridir.

Sivas ve Erzurum kongresinden sonra “Heyet-i Temsiliye” Ankara’ya geldikten sonra Mustafa Kemal, “Heyet-i temsiliye adına” Vahdeddin’e yazdığı mektuba “Halife ve Hakan efendimiz” diye başlar

CHP, kendini “Kuvayı Milliye”nin devamı kabul etse de, özellikle bugün Özgür Özel'in partiyi getirdiği nokta çok farklı.

CHP 9 Eylül 1923’deki kuruluşundan itibaren 10 Kasım’a kadar kendi içinde bir çok değişiklikler geçirdi. Bir ara Komünist olduk, memlekette Komünist Partisi kuruldu. Mareşal Fevzi Çakmak da kuruculardan biri. Sonra Komünist düşmanı olduk, zamanla “Türk dünyasının en büyük düşmanı Komünistliktir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” dedik. (Bu sözün Mustafa Kemale ait olup olmadığı hala tartışılır ama bu söz, 1946 sonrası soğuk savaşta büyük işe yaradı. Onun adına uyduruldu ise de zaten onun adına ilk uydurulan söz de bu değil).

Zaten daha sonra Hitlerin doğum gününe heyet göndermedik mi, 10. Yıl albümünde Hitlerden alıntı yapılarak ortak ideallerden söz edilmiyor mu? Bir anda Hitler bıyığı moda olmuştu. Maraşal de Komünistlikten Faşizme hızlı geçiş yaparken bıyıklarının şekli de değişmişti. Zaten kimi Kemalistler de bu süreçte Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Naormandiye köylülerini aramaya başlamıştı. “Kara gömlekli yavrukurtlar”, “dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar diye şarkılar söylüyorlardı” İtalyan faşistlerine özenip. Zaten bu kadro, rakıyı içince “Yunanla kardeş olduğunu anlayacaktı”. Venezilos kardeşimizde (!?) Mustafa Kemal için Nobel ödülü verilmesini istiyordu. İngiliz Kralı’nı Dolmabahçe’de karşılaşmıştık, Halide Edip ekibi “Yeni Türkiye’nin “Küçük Amerika” olması için kolları sıvamıştı.

O günlerin Politik Romantizmi içinde Ege adaları kardeş Yunanistan’ın (!?) oldu, hatta Kaş’ın karşısındaki, tüfek atımı menzildeki MEİS ile? Kimse bu ne iş diye sormadı bile. Ama halk, orduların ilk hedefinin Akdeniz olduğuna, “Yunanın denize döküldüğü”ne inandırıldı.

“Tek Adam” her şeye hakimdi. “Tek Parti” “Tek Adam”ın iradesini temsil ediyordu. Adayları “Tek adam” belirliyor, seçime giren “tek parti” var, “tek liste” var, buna karşı, “açık oy gizli sayım” yapılıyor. Siyasi davalara bakan yargının. Yargıçları hukukçu değil, Partinin tayin ettiği milletvekilleri. Yargılama yasaya göre yapılmıyor, verilen karar kanun sayılıyor. Çoğu zaman savcı da yok, zaten temyiz hiç yok. Avukatta yok. Cumhuriyet böyle bir Cumhuriyet. Bırakın çoğunluğu, azınlıkta yok. “Tek Adam” rejimine “Cumhuriyet” adı verirseniz, bu sonuçta “Monarşik Cumhuriyet” olur.

“Tek Adam”ın 2. Parti denemeleri hep başarısızlıkla sonuçlandı biliyorsunuz. “Komünist Partisi”ni saymazsak 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurduruldu fakat İzmir mitingi sonrası parti kendi kendini feshedilmeye zorlandı ve lağvedildi.  Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 1924'te Kâzım Karabekir’e kurduruldu, daha sonra oda feshedildi.

Zaten o dönemde yasama denilen organ, tercüme bürosundan batılı ülkelerin yasalarından tercüme edilerek, Mustafa Kemal’in düzeltmeleri ile son şekli verilen tasarılar Meclise gerekçesiz olarak getirilip, müzakeresiz olarak oy birliği ile kabul ediliyordu. (Hadi kabul etme de görelim, belli olmaz, o kişinin kafası boynunun üzerinde durur mu, belli olmaz)

Ha bu arada, bizim bir “gizli yasa”mız var, o sene bütçenin yarıya yakını Gazi’ye örtülü ödenek olarak verilmiş. Yani Gazi aldığı astronomik maaş yanında, örtülü ödenek üzerinden neredeyse memur maaşlarının dışında bütçenin tamamını kendi kullanıyor.

Bakın bu, çerçevesini Moiz Kohen’in (Namı diğer Tekinalp, hani şu “Türk’ün dini Kemalizm” ve “Türkün Yeni Amentüsü”nü yazan adam, onun takipçisi de “Osman Nuri Çerman”dı. Yoldaşları ise Türk Ocağı’nın ana sponsoru Lazaro Franko, “Türk Dil Kurumu”nun başındaki Agop efendi idi) O Kamalist’lere göre, “İstila ile mücadele irtica ile mücadeleden daha zor ve elzem bir mücadele idi”. Ve bunun tabii sonucu olarak da isyanlar Kurtuluş savaşından daha uzun sürdü, daha fazla asker sevk edildi, daha fazla sınıra sahipti ve daha fazla insan hayatını kaybetti. Burada Dersim, Şeyh Said, İskilipli Atıf konusuna girmeyeyim. Sahi daha sonraki dönemde Sabahaddin Ali’yi, niçin ve nasıl öldürdü. Nazım Hikmetin başına gelenler ya da Ağustos 1945’deki Boraltan Köprüsü olayı. Mustafa Kemal öldüğünde “Neyse ki başımızda İnönü ve Stalin var” diye teselli bulan yerli Komünistler vardı. Şimdi, Mustafa Kemali kim öldürdü diye sormayayım. Sahi o günlerde İsmet Paşa nerede gizleniyordu ve Onu Mustafa Kemalin ölümünden sonra gizlediği yerden çıkarıp getiren Fevzi Paşa değil miydi.

Bir de ”Atma ha diye atma” olayı var ki, neyini konuşacağız. 15 Aralık 1925’de halk, “Biz zorla şapka giymek istemiyoruz” Ulu Cami önünde toplanıyor. Olaya jandarma müdahale ediyor ve kalabalığı dağıtmak için Jandarma havaya ateş açıyor.  Bu olayda 17 kişi ölüyor. Hükümet olayları bastırmak için Hamidiye kruvazörünü Rize’ye gönderiyor. Hamidiye’den açılan topçu ateşi ile Cami çevresi  vuruluyor.  “Atma Hamidiye atma, şapka da giyeceğük, vergi de vereceğük” sözü oradan geliyor. Bir gün içinde 143 kişinin yargılama işlemi bitiriliyor; 14 kişi 15’er yıl, 22 kişi 10’ar yıl, 19 kişi de 5’er yıl ağır hapis cezasına çarptırılıyor. İstiklal Mahkemesi’nin hızla yargılaması sonucu 8 kişi Ulu Cami önünde kurulan darağacında idam ediliyor.

10 Kasım’dan sonra “Gariban İsmet Paşa” yönetime geliyor. 2. Dünya savaşı başladı başlayacak. Türkiye’ye Kahire’de “sen otur oturduğun yerde” diyorlar. Tahran, Yalta, Postdam derken savaş yıllarında ülkede kıtlık patlıyor. Ekmek karneyle. Ağır vergiler geliyor. Halkın ekinine, hayvanına el konuyor. “Azınlıklar” ayrıca vergiye tabi tutuluyorlar, itiraz edenler taş ocaklarına sürgün. “Zulmetmedik ahali kalmadığı” günler o günler. O günlerde “Jandarma Dipçiği” yemeyen kimse kalmadı neredeyse, Türk, Kürt, Sünni, alevi, azınlık fark etmedi. Nasıl oldu ise Dersim sonrası Aleviler CHP’li ve Kemalist oldular. Bugüne geldiğimizde de CHP ile Kürtçüler ittifak kurgular.

1946’da Missouri Zırhlısının İstanbul ziyareti (5-9.4.1946)nden sonra  Ankara’nın Rotası değişti. Bu gemi, İstanbul’dan Yunanistan’a, Oradan İtalya’ya, Fas’ın Tanca limanına gitti, oradan ülkesine döndü. Artık Rotamız, “siyasetin yeni kıblesi”(!?)  Washington’a döndü. “Küçük Amerika” olacaktık. Onun için “Cumhuriyetçi Parti” yanında bir de Amerika’daki gibi “Demokrat Parti” olmalıydı. “Batıya kalkan Tren” için siyasetin revize edilmesi gerekiyordu. Siyaset “baldırı çıplak halka (!?) emanet edilemeyecek kadar önemli bir konuydu. Cumhuriyet (Ulusal Çoğunluk) anlamına gelen bir havramdı. Halk “Cumhuriyet’i “Halkçılık” zannetse de, o kelime “çoğunlukçu” bir anlayışın ürünü bir siyasi yapıyı ifade ediyordu. Onun için CHP’nin kendi çoğunluğunu garanti altına alması gerekiyordu. Onun CHP çok partili döneme geçerken kendi içinden bir parti çıkarttı. Alliance İsrailiyete mezunu, kod adı “Galip hoca” olan, Mustafa Kemalin Mason arkadaşı Celal Bayar Derin DP olarak işin başında olacaktı. (Ha! Bu arada “Mustafa Kemal Mason locasını kapattı” diyorlar ya, yok canım “aynı gayeye hizmet edecek iyi yapıya gerek yok” diye locayı kapattı, Meşrik-i azan Mim Kemal Ökeyi de kendine Baş müşavir yaptı. Bu iş, bugün AK Parti’nin “İstanbul sözleşmesinden çekildik” demesi gibi bir iş.) Menderes vitrin dekoru. “Munis ifadeleri, yumşak yüzü”, CHP’nin “Jandarma dipçiğinden sonra halka iyi gelir diye düşünülmüş olsa gerek. “İşçi arılar” ise Zorlu ve Polatkan’dı!

Yarın kaldığımız yerden devam edelim mi?

Selam ve dua ile..