Derin Gerçekler

Maalesef bizde biri biraz öne çıksa, etrafındaki yalakalar onu erişilmez ilan eder, o da birileri yarın kendi yerine talip olur diye yanına yaklaştırmaz. Yani adam ille de “Tek adam” / Monark, Tanrı/kral olacaktır. Bu parti, vakıf, dernek, oda, şirket, kooperatif hemen her yerde böyledir. O tartışılmaz olacak, her sözü adeta ''nas'' kabul edecektir. Kuralları o koyar ve herkesi terbiye edecek olan da odur! Bu tanım aslında tam da İlahlık ve Rab'lik tanımına uymaktadır. O ebed-müebbed , ezeli ve ebedi olma iddiasındadır. “Ebedi şeflik”lerin tek adamlıkların hepsi böyledir. Bunları çevrelerinde idol edinmeye tapınmaya hazır çok sayıda kişi vardır. Onun yardımcıları da şeflerini göklere çıkartırken, aslında kendileri küçük bir Tanrıcıktırlar. Herşeyi o’nun adına yapar gibi görüşeler de, “ben” demek isterler. Ve zaten altlarına, “ulu önder” adına aynı yetkileri kullanmak isterler.. Onun için efendilerine övgüde sınır tanımazlar. Çünkü kendi onu temsil etmektedir. Aslında övgüde sınır aşılırsa, övülen kişinin yüceltilmesi değil, bütün bir toplumun aşağılanması anlamına gelir o övgü. Çünkü o olmasa koskoca bir toplum yok hükmündedir. Kim kimi olduğundan fazla yüceltirse, kendini o kadar küçültür aslında. Zaten o “ulu çınarlar”ın gölgesinde de ot bitmez. Kendini ve toplumu aşağılayan birinden de aslında toplumsal önder de olmaz, rehber de! Aşağıya doğru indikçe bu kişiler daha cahil, daha hırslı ve kaba oldukça daha baskıcı olurlar. Bu da aynı şekilde toplumda yukarı doğru yükseldikçe artan bir öfkeye dönüşür.

Bunları bir yerde yanınızdan uzaklaştırmazsanız, onlar giderek büyüyen bir tehdide dönüşür. Aslında herşeyi kendinin yaptığını düşünmeye başlar. Aslında bu da çok yabana atılacak bir iddia değildir. Herkes yukarıdakinin gözdesi olmak, gelecekte onun yerine geçmek için hem aşağıda kadrolaşmaya başlar, hem de kendine rakip olması muhtemel kişilere karşı tavı geliştirir. İş bu noktaya gelmişse, bunları uzaklaştırırsan da sorun olur, o görevde tutarsan da.

Aslında gelenler de gidenler de hep bu süreçten geçip geldikleri halde, aynı körlükle aynı çukura yuvarlanırlar. Hiç biri bırakması gerektiği zamanı kestiremez. Çok geç kalmışsa, “kalmak mı zor gitmek mi zor” buna karar veremez. Gidecek olursa, kaybedeceği sadece makamı değil, itibarı, hatta tüm kazanımlarının da ötesinde, eskiden beri elde ettikleri ve tüm tasarruflarının hesabının sorulmasından korkarlar. Aslında kaldıkları sürece bu risk ve bu tehdit büyümeye devam edecektir. Ama kendi giderse, onunla birlikte gidecek, eski-yeni bir çok kişi vardır. Kiminin daha ileri hedefleri vardır. Onlar mevzilerini terketmek istemezler. Direnme konusunda üzerilerine düşeni yapmaktan söz ederler. Ama aslında korkuları baştakinden çok kendi gelecek hayallerini kaybetmek endişesi taşırlar. Ve bir de kendilerini daha da güvene almak için yanlış giden işler için hayali sorumlular icad ederler. Rakiplerini onlarla ilişkilendirerek onları günah keçisi haline getirmeye çalışırlar, 2. 3. Kişiler, faili meçhul yollardan.

Sürekli başkasına söven ve kendini övenlerden uzak durmak gerek. Kendini vazgeçilmez gören, her başarının kendinden menkul olduğunu söyleyenlerden uzak durmak gerek. Peygamberlerin nübevvete, risalete ilişkin masumiyetleri müstesna, hiçbir insan mutlak anlamda masum değildir ve olamaz.

Hristiyanlar, Mesih'in yeniden dünyaya dönüşünde, Tanrısal bir yetkiyle döneceğine inanırlar. Göklerin ordularının komutası ve göklerin hazinesinin anahtarı Hz. İsa’da olacak diye inanırlar.  Haşa, Rab İsa ayrılırken bu yetki ve gücü emanet olarak Petrusa vermiş. Hz. İsa Tanrı olunca tabi, onun havarileri de resul olmuş oluyorlar. Çünki “Tanrıdan haber veriyorlar.” Bugünkü İncil’de ayrıca “Resullerin işleri” diye bir bölüm var. Onun için Kur’an-ı Kerim'de Cenab-ı Allah (cc) “Göklerin hazinesinin anahtarının ve ordularının komutasının peygamberlerin elinde olmadığı”na işaret eden beyanlarda bulunuyor. (Zümer 63) Bu ayet, bir yandan Hristiyanlara cevap öte yandan bize uyarıdır.

Ama günümüzde, peygamberlerin bile elinde olmayan bu İlahi tasarrufların kendi lider ve şeyhinde olduğunu zanneden bir sürü insan var. “O olmasaydı bu iş böyle olmazda, o giderse bizi kim kurtarabilir” gibi endişeler bu çerçevede Şeytanın vesvesesinden başka bir şey değildir. “O geldi böyle oldu, bu gitti şöyle oldu” gibi bir işin neticesini mutlak şart olarak birilerinin gelişi ve gidişi ile ilişkilendirenlerin vay haline. “Bizim Kelam geleceğimizde, şu şöyle olmasaydı, bu böyle olmazdı gibi kurgusal varsayımlar reddedilmiştir. Günlük hayatımızda kullandığımız o kadar çok söz var ki, bunların önemli bir kısmı Allah’ın indirdiğini ve ona inanıp uymayı içine sindiremeyenlerin ifadeleridir.

Allah’ın buyrukları ve ilkelerini bırakıp onun yerine kendisine bağlandıklarımız ve uydurduğumuz hayali çözümler peşinde tüketilen bir ömür aslında boşa harcanmış bir ömürdür. Bakara 204-205’de buyurulur ki; “Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.” Onlardan olmayalım ve bunlara dikkat edelim. Hâlbuki onlar, düşmanlıkta en amansız olandır! İnanın Mekke müşriklerinin bugünkü kadar çok kadar putu yoktu! O putlar uğruna nelerimizi feda etmiyoruz ki! Ama tabi neyi put edindiğimizin bile farkında değiliz. Bir TRT spikeri çıkıp, Cumhuriyetin 99’uncu yılında “..bizi Ümmet olmaktan çıkartıp Birey olma bilincini cumhuriyet aydınlığını armağan eden gazi..” diye kapatabiliyor bir hanımefendi. Bu hanımefendi ne Cumhuriyeti biliyor, ne Ümmet demenin ne anlama geldiğinin farkında, ne de Bireyin ne anlama geldiğini biliyor. Bilmediğini de bilmiyor, bir de akıl veriyor! Muhtemelen bu hanımefendiye 6 oku say desen onu sayıp anlamlarını da söyleyemez. Bu hanımefendi muhtemelen Amentü'yü de bilmez. İnanması gerekmiyor, içinde yaşadığı toplumu tanımıyor bu hanımefendi. Onlara saygısı da yok. Onları kurtarmak istiyor ama onları neden kurtarmak istediğinin pek de farkında değil. Eminim Cumhuriyet'i ya da Laik'lik nedir diye sorsanız, onu da bilmeyecektir. Bu Hanımefendi, içinde yaşadığı toplumun dini olan İslam hakkında da bir bilgi sahibi değil. Bu “Cumhuriyet aydını”nı  yetiştiren bir akılsızlığın kurbanı bu hanımefendi. Bu durum sadece ötekiler için de geçerli değil. Sokakta Müslüman olduğunu söyleyen birini seçin Şeriat, Laiklik nedir diye sorun, o da bilmeyecektir. Cumhuriyet dönemindeki bir fikri sefalet, bugün ahlaki bir sefalete dönüştü. Dün yanlıştı da, bugün ne kadar doğru ki? Beyinlerimiz ve kalbimiz çoraklaştı, ot bile bitmez bu çorakta! Gücü eline geçiren eleştirilmek istemiyor. Alkış istiyor sadece. Bu gidiş hayra alamet değil.

Selam ve dua ile.