“Kılıç hakkı” kavramının çokça merak edilip ülke gündeminin konularından biri olması Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması sırasında yapılan tartışmalarla gerçekleşmişti. 2020 yılının bir yaz cumasında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş elinde kılıç ile hutbeye çıkmıştı. Kılıçlı hutbenin ardından dönen tartışmaların bir yerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Ayasofya kılıç hakkıdır” demesi üzerine tartışmalar daha da alevlenmişti. Geçtiğimiz günlerde İYİ Parti genel başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun son günlerdeki adı konulmamış çözüm süreci arayışları bağlamında kılıç hakkından bahsetmesi bu kavramı tekrar gündeme taşıdı.

-Dervişoğlu ve Bahçeli arasında “kılıç hakkı” atışması
Devlet Bahçeli’nin, kiminin duyduğunda kulaklarına inanamadığı, kiminin ise “vardır bir bildiği” dediği Öcalan çıkışının ardından, milliyetçi oylara göz kırpan Müsavat Dervişoğlu, “İki dil, iki bayrak, iki devlet istenirse biz de üzerimize düşeni yaparız. Kılıç hakkımız neyse onun icaplarını yerine getiririz” demişti. Dervişoğlu’nun damdan düşercesine söylediği bu sözleri için Bahçeli de “Terörsüz Türkiye’nin doğuşundan rahatsız olan bazı döneklerin iki devletin, iki bayrağın iki dilin isteneceğini hezeyan komasına gire gire duyurmaları sadece ve sadece hamaset tiyatrosudur. Kılıç hakkının ne olduğunu bilmeden, bu hakkı diline dolayanların esas dert ettiği hakkın cukka hakkı olduğunu bilmeyen mi vardır?” şeklindeki sert ifâdeleri kullanmıştı. Bahçeli’nin bu açıklamalarının altında kalmama refleksi gösteren Dervişoğlu, yaptığı başka bir açıklamada, Bahçeli’ye kılıç hakkının ne olduğunu öğrenmesi  tavsiyesinde bulunmuştu.

-Osmanlı’da kılıç hakkı ne idi?
Kılıç hakkı, aslında Osmanlı döneminin toprak kullanım sistemi ile ilgili bir kavram. Kılıç hakkı, devletin, fethedilen arazileri değerlendirmek amacıyla bu arazileri sipahi takımına usulünce kullandırmasından ibaret. Araziyi kullanan tımar sahipleri, yıllık gelirlerinin ilk 3 bin akçesini kendileri için ayırırlardı; işte arazinin bu kısmına kılıç hakkı denirdi. Geri kalan gelirin ise her 3 bin akçesi için tam teçhizatlı bir atlı asker yetiştirmek ve gerektiğinde birlikte savaşa katılmak zorundaydılar.

Savaş yoluyla alınan gayrımüslim topraklarında hukukun izin verdiği bazı tasarruflar da kılıç hakkı olarak kabul edilirdi. Bunların başında, o beldenin en büyük ibadethânesinin camiye çevrilmesi yer var. Fethedilen şehir savaş yolu ile değil de anlaşma veya aman dileme yolu ile alındıysa kılıç hakkı uygulanmazdı. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u savaşarak aldığı için şehrin en büyük mabedi olan Ayasofya’yı kılıç hakkı olarak cami yapmıştı.

Kılıç hakkı, askerin motivasyonunu artırmak yolunda bir teşvik mekanizmasıydı aynı zamanda. Osmanlı askerleri, savaş sırasında düşmandan ele geçirdikleri kılıçları bir tür tazminat sayarlardı. Askerler, ganimet olarak aldıkları bu kılıçları ya kullanarak ya da satarak kazanç elde ederlerdi. Buradaki kılıç hakkı kavramının diğerlerinin aksine mecazî değil, gerçek anlamda kullanıldığını söylemek gerekir.

-Kılıç hakkının İslâm hukukundaki yeri
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması sırasında yaşanan tartışmalarda karşıt görüşteki cenah;  kılıç hakkı uygulamasının hoş görüyle bağdaşmadığı, Hz. Peygamber döneminde böyle bir şeyin olmadığı ve bunun insan haklarına aykırı olduğu gibi gerekçeler öne sürmüşlerdi. Halbuki kılıç hakkına benzer uygulamaların İslâm’ın ilk yıllarından itibaren geçerli olduğu ve İslâm hukukçularının fetvalarına dayanak olduğu görülür.

Hz. Peygamber, hicretin 7. senesinde Hayber’i fethettikten sonra Hayber’deki ev, sinagog ve hurma bahçesi gibi değerli varlıkları Müslümanlar arasında taksim ettirmişti. Hz. Ömer’in hilafeti devrinde Hayber’deki Yahudilerin sürülmesi ve yine aynı şekilde Irak’ın kuzeyinin antlaşma yoluyla değil de savaş yoluyla fethi sonucunda alınan yerdeki mülklere el koyması ve sonra haraç karşılığı şehir halkına bırakması, kılıç hakkı konusunda verilen fetvalara temel teşkil etmiştir. Bu hadiselerde de görüldüğü gibi, savaşla alınan yerler ile sulh ile alınan yerlerde uygulanan hukuk aynı değil. Hz. Peygamber’in sulh ile teslim olan şehirlerin veya kabilelerin can ve mal emniyetini garanti altına aldığı görülmektedir.

-Kürtler için söylenecek söz müydü bu!
Müsavat Dervişoğlu’nun o sözlerine dönersek … Yukarıda da izah edildiği üzere Osmanlı, kılıç hakkını kahir ekseriyetle gayrimüslimlere uygulamış; üstelik aman dileyene, gayrimüslim olsa bile kılıç hakkını uygulamamış, onlardan haraç almakla yetinmiş. Oysa Kürtlerde durum bunlara uymuyor. Kürtler, ne aman dilemeyle, ne fetihle, ne de başka bir yolla katılmış Osmanlı’ya. Kaldı ki Kürtler, gayrimüslim de değildi. Bundan ötürü Osmanlı tarihinde, Osmanlı Devleti’ne harpsiz darpsız, kendi rızasıyla katılan tek milletin Kürtler olduğu gerçeğini hiç kimsenin, hele hele toplumu tahrik etme potansiyeli yüksek olan siyasetçilerin asla ıskalamaması gerekir.

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferi’ne giderken, Kürtlerin yaşadığı topraklardan geçer. Osmanlı, öteden beri kendisine bir müşkül çıkarmayan ve ağırlıklı olarak Sünni-Şafii Kürtlerin yaşadığı bu mıntıkayı ilhak etmeyi hiç düşünmemişti. Ancak son zamanlarda Sünni Kürt beylikleri, Şiî Safevilerin baskılarından dolayı Osmanlı’ya daha bir sempatiyle bakıyordu; zira Şiî güdümüne girmeyi hiç istemiyorlardı. Bu durum Kürtleri, Yavuz’un saflarında savaşmaya kendiliğinden sevk edecektir.

Konunun tam da bu safhasında meşhur Kürt âlimi İdris-i Bidlisî hayatî bir rol üstlenecektir. İdris-i Bidlisî, Tebriz’deki Akkoyunlu sarayında kâtiptir. Akkoyunlu Devleti’ni yıkan Safevîlerin davetini reddedip Osmanlı’ya sığınmış ve II. Bayezid’in iltifatına mazhar olmuştur. İdris-i Bidlisî, Çaldıran Seferi’nde Osmanlı ordusunda bizzat saf tutup kılıç sallarken, civardaki Kürt beylerini de Osmanlı Devleti’ne yardım için teşvik ediyordu. Öte yandan Çaldıran’dan sonra İranlılar bir fırsatını bulup Diyarbekir’i kuşatınca, 25’ten fazla Kürt beyi, İdris-i Bidlisî vasıtasıyla padişaha bir arzıhâl göndererek kendi rızalarıyla Osmanlı’ya katılmak istediklerini belirtirler. Sultan’ı ikna etme vazifesi de İdris-i Bidlisî’ye verilir. Kürtlerin bu isteklerine olumlu cevap veren Yavuz, Kürt beylerine bir jest yaparak onlara fermanlar verir ve yaşadıkları coğrafyada onlara pek çok ayrıcalıklar tanır.

Kürtlerin Osmanlıya ilhak olma serüveninin özetinin özeti bu şekilde. Asırlar boyu en kritik zamanlarda Türk kardeşlerine arka çıkmanın ve kader birliği etmenin en muhteşem örneklerini sergileyen Kürtler hakkında, gerekçe her ne olursa olsun, “Kılıç hakkımız neyse onun icaplarını yerine getiririz” ifâdelerini kullanan Dervişoğlu,  ya bu tarihî gerçeklerden habersiz veyahut üç beş oy kapma telaşıyla bu talihsiz sözleri sarf etmiş olmalı. Öyle anlaşılıyor ki, kılıç hakkının ne olduğunu öğrenmek, Bahçeli’den çok Dervişoğlu’na  düşen bir ödev gibi duruyor. En azından kritik bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde, memleketin selameti adına böyle ayrıştırıcı bir dil kullanmamak adına …

[email protected]