Siyonist lobilerin, dünya sistemi üzerinde ciddi bir hegemonyaya sahip oldukları hep konuşulan bir hakikat. Sanayi, teknoloji, siyaset, ticaret, ekonomi, medya ve sanat gibi pek çok başlık bir çırpıda sayılabilecek hegemonya alanlarından bir kaçı olsa da; Siyonist ideolojinin tahakküm alanı içinde bulunan akademiden pek söz edilmez. Oysa Amerikan üniversitelerinde gerçekleşen ve Gazze’deki soykırımın protesto edildiği kampüs gösterilerinin ardından yaşananlar, Siyonist lobinin akademik camia üzerindeki küresel tahakkümüne dikkatleri çekmiş oldu.
    
 Geçtiğimiz yılın Nisan ayında ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde başlayıp diğer üniversitelere yayılan öğrenci merkezli gösteriler, İsrail'in Gazze’ye uyguladığı soykırımın durdurulması, üniversitelerin ateşkes çağrılarına destek olması, İsrail’e silah sağlayan şirketlerin boykot edilmesi gibi talepleri içermekteydi. Columbia Üniversitesi öğrencileri, bunun gibi birkaç masum talep sunarak okul kampüsünde kamp kurup gösterilere başladılar. Fakat üniversitenin Mısırlı Müslüman rektörü Nemat Minouche Shafik, öğrenci eyleminin üniversitenin işleyişi için bir tür tehdit olduğunu iddia ederek güvenlik güçlerini kampüse davet etti. Çok sert geçen müdahâlelerde yüzlerce öğrenci gözaltına alınıp, yüzlercesi okuldan uzaklaştırıldı. Öğrencilerin yanı sıra gösterilere destek olan akademisyenler de polis vandallığından nasibini aldı. Özgürlükler ülkesi Amerika’da yere yatırılıp ters kelepçeyle gözaltına alınan akademisyenlerin görüntüleri yürek burktu.

Sam Amca’nın başkanlık koltuğunda son günlerini geçiren Siyonistperver Evangelist Joe Biden yaptığı açıklamada antisemitist olarak nitelendirdiği gösterileri kınadı. Siyonist lobinin gözüne girmek isteyen diğer yetkililerin açıklamaları da bunun ardından peş peşe sıralandı. Hepsi de ağız birliği etmişti: Yahudi düşmanlığı içeren bu gösteriler kabul edilemez.

Columbia’dan yakılan Gazze ateşi, diğer eyaletlerdeki 30’u aşkın üniversiteye ve hatta Avrupa’daki üniversitelere de sıçrayınca Siyonistlerin rahatsızlığı daha da belirgin hâle geldi. Akademideki cadı avına gaz verilmesi gerekiyordu. Kampüslerdeki olayları bastırmakta gönülsüz davranan rektörlerden başlanmalıydı. Çok net bir mesaj olurdu bu. Harvard, Pennsylvania ve MIT'nin rektörleri,  ABD Temsilciler Meclisi’nde senatörlerce sorguya çekilerek aşağılandı. Rektörlere isnat edilen suçlama antisemitik söylemlere alan açmaları ve Yahudi soykırımını yeterince kınamamalarıydı. Pennsylvania Rektörü Elizabeth Magill, baskılara dayanamayarak istifa etti. Magill’in istifasının ardından Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Elise Stefanik, yaptığı bir sosyal medya paylaşımında “Biri gitti, ikisi kaldı.” diyerek diğer rektörlerin de istifa etmesi gerektiğini söyledi. Zoru her gördüğünde antisemitizm kartına sarılan İsrail, yine etkin lobileri aracılığıyla istediğini almış, kampüs gösterilerini etkisizleştirmişti. Günün sonunda, söz konusu olan İsrail ve Yahudiler olduğunda, ABD’de en çok önem atfedilen akademik özgürlüklerin dahi rafa kaldırıldığı ve türlü baskılara maruz bırakıldığı bir kere daha anlaşıldı.

İsrail ile ilişkili Siyonist lobilerin gösteriler boyunca yaptıkları baskılar bu sayılanlardan ibaret değildi elbette. Siyonist İsrail lobisi, Harvard’da İsrail karşıtı bildiri hazırladıkları gerekçesiyle 39 öğrencinin okuldan atılmasını talep etti. Bazı üniversitelerde de bağışçılar, okul yönetimlerini tehdit ederek gösterilerin devam etmesi durumunda okula yaptıkları bağışları kesme tehdidinde bulundular. En önemli baskıyı da maddi bağışlarla üniversiteleri kıskaca alan fonlayıcılar yaptı. Fonlayıcılar üniversite yöneticilerini değiştirirken, yöneticiler de akademisyenleri ve öğrencileri mobbinge maruz bıraktılar. Bu şekildeki sistematik baskı, Filistin’deki mazlumlardan yana haykıran herkesi kabaca “Yahudi düşmanı antisemitik” olarak yaftalamaya, itibarsız bir şekilde işinden gücünden etmeye yetti. Aslen Yahudi olan ve Nazi barbarlığından kaçarak ABD'de New School’u kuran Prof. Dr. Nancy Frazer’in Köln Üniversitesi’ndeki, Prof. Dr. John Kean’ın ise Berlin Üniversitesi’ndeki sözleşmelerinin feshedilmesi bunlardan sadece iki örnek. Dünyaca ünlü birer bilim adamı olan bu akademisyenlerin üniversitelerinden atılmaları konusunda sunulan gerekçe, Gazze yanlısı tutum ve söylemlerde bulunmuş olmalarıydı.
   
         Söze konu edilen Columbia Üniversitesi ve Filistin olunca Edward Said’i hatırlamamak, onu anmamak mümkün değil. Zira 24 yıl önce Columbia Üniversitesi profesörlerinden olan dünyaca ünlü düşünür ve akademisyen Edward Said (1935-2003) de Filistin’e verdiği destekten dolayı Siyonist baskıya maruz kalmıştı. Edward Said, Filistin meselesinin yerel bir dava olmaktan çıkıp evrensel bir meseleye dönüşmesine çok ciddi katkılar sağlamıştı. Filistin meselesi bağlamında Edward Said’in akıllara kazınan görüntüsü 3 Temmuz 2000 yılına ait. O gün çekilen fotoğrafta Edward Said, Lübnan sınırında İsrail’in 25 yıllık işgalin ardından terk ettiği askeri bir kontrol kulesine taş atıyordu. Said’in İsrail işgalini sembolik alarak taşlayan bu tek karelik görüntüsü 3 saatin sonunda bütün dünyaya yayılır. Ertesi gün, önde gelen gazetelerin manşetlerini bu fotoğraf süslüyordu. Bu fotoğraf, dünya siyasi tarihinin en sembol, en kült fotoğraflarından biri hâline geldi. İsrail’e taş attığı fotoğrafı elden ele yayılınca kızılca kıyamet kopar. Görev yaptığı Columbia’daki Yahudi öğrenci birlikleri başta olmak üzere, ABD’deki pek çok Siyonist çevre Said’in üniversiteden kovulması için propagandaya başlar. Olay bir hayli büyür, üniversite yönetimi baskı altına alınır. Bunun üzerine Columbia Üniversitesi’nin o günkü yöneticileri yaptıkları açıklamada ifâde özgürlüğünü savunarak Çıfıtlara papuç bırakmazlar.
***

Siyonistlerin, özellikle Amerika gibi çok güçlü oldukları ülkelerde gerçekleştirdikleri başlıca baskı aracı, maddi güçlerini etkin bir biçimde kullanmaktır. Milyon dolarlık bağışlarla devşirdikleri güçleri sayesinde, amaçlarına zarar verdiğini düşündükleri akademisyen ve yöneticilerin yayınlarını el altından sansürlemek, yükselmelerinin önüne görünmez engeller koymak, mobbing uygulayarak onları bilim dünyasında adeta görünmez hâle getirmek başvurdukları bazı baskı yöntemleridir. Bu yüzden sıkıyı gören veya zorluklarla karşılaşmak istemeyen birçok akademisyen, Siyonistlerin hoşlanmayacakları şeyleri söylemekten imtina etmektedir. Kimisi de onların gözüne girmek için savundukları tezlere destek vermektedir. Bu amaçla “Holokost” denilen Nazi soykırımını eleştirmek ve Filistin’deki İsrail zulmünü olumlayıcı şeyler söylemek gerekmektedir.

Yahudi lobisinin radarına “muzır çalışmaları” nedeniyle takılan iki akademisyenin başına gelenler, sözü edilen baskı mekanizmasının nasıl iş gördüğünün çarpıcı bir numunesi. Şikago Üniversitesi’nden John Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Walt ismindeki akademisyenler, 2007’de İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası adında bir kitap kaleme alırlar. Bu eser ile Siyonist İsrail lobisinin gücünü deşifre etmeye çalışıyor, İsrail’in uluslararası anlaşmalara aykırı olarak nükleer silah sahibi bir ülke olduğunu anlatıyorlardı. Ayrıca Amerika’nın en büyük askeri yardımı yılda 3 milyar dolarla İsrail’e yaptığını, fakat Amerika’nın bundan hiçbir kazanç elde etmediğini de ekliyorlardı. Bütün bunların yanında, İsrail’in sivillere karşı silaha başvurmaya hazır tehlikeli bir bölgesel güç olduğunu söyleyerek Amerika’daki Yahudi lobisinin İsrail çıkarları doğrultusunda halkı manipüle ettiklerini de deşifre ediyorlardı. Bu kitapla Siyonist şimşekleri üzerlerine çeken akademisyenlerin Yahudi düşmanı ilan edilerek akademik hayatta yalnızlaştırılmaları uzun sürmez.

Fransız Fayard Yayınevi’nin, ünlü tarihçi Ilan Pappe'nin "Filistin'de Etnik Temizlik" isimli kitabını piyasadan çekmesi ve Heinrich Boell Vakfı tarafından Hannah Arendt ödülüne layık görülen gazeteci Masha Gessen'in Gazze'deki katliamları Yahudi soykırımına benzetmesi sonrası ödülünün iptal edilmesi gibi sayısız örneği Siyonistlerin akademisyenlere karşı gerçekleştirdiği tahakkümün sayısız örnekleri arasında sıralamak mümkün.

İsrail lobisinin akademiye karşı giriştiği amansız baskı denemelerinin 7 Ekim’den itibaren başladığını söylemek doğru olmaz elbette. Bu baskıların, 7 Ekim’den önce de sistematik bir şekilde var olduğunu görüyoruz. 2002 yılında başlatılan “David Projesi” Siyonist lobisinin akademik tahakkümünü en çarpıcı surette ortaya koyan örneklerden biri. Bu projeyle ABD üniversitelerinde İsrail’i destekleyen bir akımın başlatılması hedeflenmiştir. İslamofobik eğilimleriyle ön plana çıkan birçok ismin bu projede aktif olarak görev alması, ABD üniversitelerinde başlatılan cadı avının habercisiydi. Bu kapsamda İsrail karşıtı olan akademisyenler hedef alınarak mobbinge uğratılmıştır. David Projesi başladıktan sonra Columbia Üniversitesi’nde görev yapan ve İsrail’i ırkçı ve sömürgeci bir devlet olarak tanımlayan Joseph Massad’ın sistematik biçimde hedef alınması projenin ne kadar işlerlik kazandığının göstergesidir. Yahudi lobisi, üniversite yönetimine baskı yaparak Massad’ın kovulmasını istemiş ve medyada kendisine yönelik linç girişimi başlatmıştı. Bu şekilde tanınmış pek çok akademisyen İsrail politikalarını onaylamadıkları için linç edilmişti.
***
    
Siyonistlerin, başta ABD ve Batı ülkeleri olmak üzere, dünyadaki akademik yapı üzerindeki tahakkümünü, sadece ve sadece sahip oldukları siyasi, ekonomik veya örgütsel güçte aramak pek doğru sayılmaz. Siyonistlerin, sahip oldukları imkânlarla akademik anlamda kendileri için zararlı gördükleri kişi ve kurumları bastırma gücüne sahip oldukları bir vakıa olsa da, bu baskı kendini her zaman böylesine kaba bir güçle göstermez. Gerek İsrail’deki üniversiteler ve gerek Batı’da Siyonist lobi ile ilişkili akademik kurumların, bilimsel seviye bakımından üst sıralarda yer almaları, onlara doğal bir üstünlük sağlamakta ve böylece bilimin genel geçer kuralları onlar tarafından belirlenmektedir. Hâl böyle olunca, onların akademik âlemde bir şeyleri kuralına uygun yaptıkları, buna karşılık “öteki” olanların da bir şeyleri yanlış ve yetersiz yaptıkları gün gibi ortadadır.


Dünyadaki üniversite sıralamalarını belirleyen akademi otoritelerinin çoğunun Yahudi lobisinin kontrolünde olması ve bilim adamlarının makalelerini yayınlamak için can attıkları dergilerin tarandığı en değerli indekslerin çoğunlukla bu çevrelerin güdümünde olması  Yahudi lobisinin akademik ortamda zaten kendiliğinde güçlü olmasını sağlayan önemli araçlardır. Akademide bir şeyler yapmak isteyenler eninde sonunda bunların kapısına gitmek zorunda kalmaktadır. 


Öte yandan, dünyada öğrenci ve akademisyen değişim programlarının İsrail’de daha 1960’larda başlamış olması, Yahudilerin bu işlerde çok planlı ve ön görülü davrandığını gösterir. Siyonistlerle ilişkili üniversitelerin, işbirliği kurdukları üniversitelere ciddi maddi fonlar sağlaması ve geliştirici roller tanıması, dünyadaki üniversiteler için çok cazip bir durumdur. Bunun ortaya çıkardığı en önemli sonuç ise; dünyanın diğer yerlerindeki üniversite, akademisyen ve öğrencilerin bu üniversitelere büyük rağbet göstermeleridir. Bu kadar rağbet gören bu üniversitelere “kapak atmanın” en başat şartlarından birisinin bunların hoşlanmayacağı şekilde davranmamak olduğu bir sır değildir.


Siyonist lobinin akademideki bu yumuşak gücü sadece kendisine yakın gördüğü ülkelerle sınırlı değildir. Potansiyel düşmanlık taşıyan ülkelerle de iş birliği yaparak onları etkilemeye ve yönlendirmeye çalışırlar. Mesela ülkemizde Koç, Marmara ve Özyeğin gibi üniversitelerin İsrail ile farklı düzeyde işbirlikleri içinde olduğu medyada yazılıp çizilmektedir. Arap ülkelerindeki üniversitelerle de işbirlikleri geliştiren İsrail üniversitelerinin, son yıllarda özellikle Fas, Bahreyn, BAE, Mısır ve Ürdün gibi kendilerine potansiyel tehlike gördükleri akademik kurumlarla işbirliği anlaşmaları imzaladığı ve cazip fonlar ve diğer imkânlarla onları kontrol altına almaya çalıştığı gözlemlenmektedir.  


Bütün bunlar düşünüldüğünde, gıda, sanayi, teknoloji ve sanat gibi pek çok sektörde uygulanmaya çalışılan boykotun akademik hayata da taşınmasının ne kadar zaruri olduğu görülmektedir. Fakat AKADEMİK BOYKOT gibi bir eyleme girişmezden evvel, Siyonist etkiye maruz kalmak istemeyen ülkelerin kendi akademilerini güçlendirmeleri ve birbirleri ile olan akademik ilişkilerini cazip ve güçlü hâle getirmeleri gerekir. Bunda güdülmesi gereken temel amaç, Siyonist ve Batı akademisine muhtaç bırakmayacak güçlü bir akademik sistemi inşâ etmek olmalıdır. Aksi takdirde, onların kavramlarıyla zihin dünyamızı şekillendirmeye ve daha da önemlisi, farkında olalım veya olmayalım, onların hedefleri doğrultusunda ter dökmeye devam edeceğiz.