Gazzeli Halid Nabhan,  İsrail’in bombalı saldırısı sonucu şehit oldu. Onu, torunu Rim’e veda ettiği dokunaklı görüntüleriyle tanımıştı bütün dünya. Ruhumun ruhu dediği Rim, kötülüğün çocuklarının Gazze’nin çocukları ile yürüttüğü savaşta hayatını kaybetmişti. Rim ile beraber ağabeyi Tarık da aynı saldırıda şehit olmuştu. Rim üç, Tarık ise beş yaşındaydı. İnsanlığın her gün ve her saat öldürülmeye devam edildiği Gazze’de şehit düşen binlerce çocuktan sadece ikisiydi Rim ve Tarık.

Gazzeli Halid, torununa çok düşkündü. Ruhunun ruhu, hayatının hayatı, her şeyiydi Rim onun. Kızının kızıydı. Doğdukları gün bile aynıydı. Hayatını âdetâ ona adamıştı; günün çoğunda onunla ilgilenir, onunla vakit geçirirdi. Bütün aile saadet içinde aynı evde yaşıyorlardı. Bir kolunda Rim, bir kolunda Tarık ile uyurdu.

Rim, ceylan demekti Arapçada. Gerçekten de ona “Yahyui” diye her seslenişinde nazlı bir ceylan edâsına bürünür, dedesinin ruhunu ve kalbini mest ederdi. Yalnız ve yalnız dedesine bu kadar nazlanır, ne isterse ondan isterdi. Öldüğü gün de yine ona, “Yahyui” diye seslenmişti: “Yahyui, bana muz alır mısın, Yahyui, bana karpuz alır mısın.”

Rim, dedesini severken yüzüne dilini değdirir, dedesi de onu öpücüklere boğarak karşılık verirdi. Uykudan uyanır uyanmaz kucağına koşar, sıkı sıkıya sarılırdı ona. Dedesinin kırmızı sepetli siyah bisikletiyle yaptıkları gezintiler en mesut anlarıydı onun. Bütün günleri böyle sevgi içinde, neşeyle geçerdi. Gazzeli Halid, bu şen hatıraları yâd ederek, Rim’in gerçekleştiremediği o son isteklerini gözyaşlarıyla anlatıp mahzunlaşmıştı hayattayken; zira  bu kızılca kıyamette değil muz ve karpuz, içecek bir yudum temiz su bulmak bile çok zordu.

Çocukların şehit oldukları gece bütün aile çok tedirgindi. Usanç verici patlama sesleri çok yakından işitiliyordu. Büyükler, uyur uyanık vaziyette oldukları yere uzanmış, ne olur ne olmaz deyip uyumamışlardı. Çocuklar ise bütün masumiyetleriyle derin bir uykudaydı. Ama kaçınılmaz son gelip çatmış, çocukların tertemiz göğünü kirleten bombalar Gazzeli Halid’in oturduğu eve de isabet etmişti. Kulakları sağır eden bombardımanın ardından ortalık mahşer yerine dönmüştü. O karanlıkta her yer bağırış çığırış sesleriyle yankılanmıştı. Gazzeli Halid, torunlarına ulaşmaya çalışmış, el yordamıyla Rim’in yattığı yere vardığında onu kollarından sımsıkı kavrayarak sarsmaya başlamıştı:“Canım, kalk hadi kalk. Rim Rim, kalbimin bir tanesi!” Hâlâ uyuyor sanmıştı; daha doğrusu öyle olmasını bütün yüreğiyle dilemiş, buna inanmak istemişti. Ancak Rim ölmüştü. Az sonra, baş ucuna telaşla koştuğu Tarık’ın da aynı akıbete uğradığını anlamakta gecikmeyecekti.

Gün ışıyınca, körpe yavruların toprağa verilme vakti gelmişti. Gazzeli Halid’i ve şehit olan iki torununu, işte bu hengâmede tanıdık ilk olarak. Sadece biz değil bütün dünya tanıdı. Uzun, kırçıl sakallı, başında beyaz dalgalı turuncu renk sarıklı, koyu renk entarili, 60 dolaylarında bir adamdı. Gövdesindeki heybete, bütün acısına karşı koyan imanlı ve olabildiğince mütebessim bir çehre eşlik ediyordu. Kucağında, öpmelere koklamalara doyamadığı Rim’in cansız bedeni vardı. Son yolculuğuna hazırlıyordu onu. Boğazı düğüm düğüm olsa da göklerden gelen karara teslim olmanın tüm vakarını temsil ediyordu. Birazdan Rim’i, ağabeyi Tarık ile beraber beyaz kefene sarıp sarmalayacak soğuk toprağın koynuna emanet edecekti. Bunu düşündükçe ona daha çok sarılıyordu. Rim, kısacık hayatı boyunca onun bu sevmelerine ilk defa karşılık verememiş olmalıydı.

Kolları yanlara sarkmış, gözleri kapalıydı Rim’in. Halbuki o ceylan gözler ne kadar çok sevgiyle bakar ve içleri gülerdi. Gözlerinden birini iki parmağının ucuyla, incitmekten korkarcasına aralayıp içinden öptü. Tepede kırmızı bir bandajla topuzlanmış misk gibi kokan kıvırcık, siyah saçlarını kokladı sonra. Yanağında ve alnında morarmış yara izlerinden başka, öldüğüne kanıt sayılabilecek bir şey görünmüyordu. Ölmemiş gibi derin bir uykuya açılmıştı sanki. Bir oyun yorgunluğundan sonra kendisini dedesinin güven dolu kollarında tatlı bir uykuya bırakmış gibi duruyordu. Sanki birazdan uyanıp mahmur gözlerini aralayacak, yarım ağız bir mırıldanmayla mızmızlanacak, her isteğinin yerine getirileceğine duyduğu sonsuz güvenle bir bir dileklerini sıralayacaktı yine.

Gazzeli Halid Nabhan, aradan geçen birkaç günün ardından Rim ve Tarık’ın yokluğunu iyiden iyiye hissetmiş, boğazındaki düğüm daha da büyümüştü. Pek çok mutlu ana tanıklık etmiş evlerinin yıkıntıları arasında bulup çıkardığı oyuncaklarıyla teselli buluyordu. İhtiyaç duyduğu tesellinin büyük bölümünü, Rim’den hatıra olsun diye entarisinin sol üst cebinde taşıdığı tek küpe sağlıyordu. Bu taze ölümlerin ağırlığı yüreğine her ağır geldiğinde bu tek küpenin ferahlatıcılığında bir nebze olsun soluk almıştı.
Yıkık evinin hangi döküntüsünü kurcalasa torunlarından bir hatıraya rastlamış, bu da içinden söküp atamadığı özlemini kat be kat artırmıştı.

Bir ara minik, sevimli bir yavru kedi, yılların ülfetini taşır gibi gelip Halid’in kucağına usulca sokulup, kendini sevdirmişti ona. Bu kedi, kuyruğunu hafifçe sağa sola sallayarak yüzünü sakallarına dayıyor, gösterdiği yakınlığa karşılık bulmaya çalışıyordu. Gazzeli Halid, kedinin hâl diliyle kendisine teselli vermeye çalıştığına inanıyor ve bunu Allah’ın bir ikramı olarak görmüştü.

Torunlarının vefatından bu yana tevekkül ve sabrın kâmil bir timsali olan Gazzeli Halid Nabhan, şehit olana kadar geçen sürede, insanlara yardım etmiş, saf kötülüğün temsilcisi olan Siyonist terörüne sabırla direnmişti. Belalara karşı Rabbine tam bir kulluk bilinciyle karşı koymayı etrafına öğütleyen Halid Nabhan, çok sevdiği ve özlediği torunları Rim ve Tarık’a, tıpkı onlar gibi şehitlik pâyesine yükselerek kavuşmuş ve dünya sürgününü tamamlamış oldu.