Dünyanın en büyük sömürgeci devleti olan, geçmişten bu yana Amerika, Afrika ve Asya Kıtası'nda birçok ülkeyi sömürerek insanlara zulmeden, çok sayıda toplu katliam, köle ticareti ve toplama kampı skandalına imza atan İngiltere, 21. yüzyılda da aynı tutumunu sürdürmeye devam ediyor. Geçtiğimiz 5 yüzyılda dünyanın çok sayıda ülkesinde insanlara her türlü zulmü yapan İngiltere, şimdi de ‘yüzer hapishane’ uygulamasıyla gündemde. 

BİBBY STOCKHOLM'E İLK KAFİLE YERLEŞTİRİLDİ

Dünyadaki göçmen sorununa yönelik bir çözüm arayışında bulunan İngiltere, son olarak tepki çeken bir yönteme imza attı. Geçtiğimiz yıllarda mültecileri Ruanda'ya gönderme planları yapan ülke, şimdi de ‘yüzer Hapishane’ olarak adlandırılan Bibby Stockholm isimli gemiyle dünyanın tepkisini çekti. 

İngiltere dünyadan gelen tüm tepkilere rağmen uygulamasından geri adım atmayarak mültecileri Bibby Stockholm'e bindirmeye başladı. 500 kişilik bir kapasiteye sahip olan gemiye ilk etapta 50, 18 ay içinde de 500'e yakın 18-65 yaş arası erkek düzensiz göçmenin yerleştirilmesi planlanıyor.

Bibby Stockholm gemisi 1976 yılında inşa edildikten sonra 1992 yılında bir barınma tesisine dönüştürüldü.

bibby stockholm 2

 DÜNYADAN TEPKİLER ÇIĞ GİBİ YÜKSELİYOR

İngiltere'nin insan haklarını yok sayan 'yüzer hapishane' uygulamasına sivil toplum kuruluşları ve önde gelen insanlar sert tepki gösteriyor. Sivil toplum kuruluşları, bu uygulamanın 'insanlık dışı' olduğunu belirterek, Avrupa'ya göç ederken denizlerde birçok travma yaşayan bu insanların bu gemilere yerleştirilmesinin yanlış olduğunu vurguluyor. 

İngiltere'nin 'yüzer hapishane' uygulamasına tepkiler;

Uluslararası Af Örgütü Britanya Şubesi Mülteci ve Göçmen Hakları Direktörü Steve Valdez-Symonds, İngiltere'nin 'yüzer hapishane' uygulamasına ve gemiye ilk mültecilerin yerleştirilmesiyle ilgili yaptığı açıklamada Hükümetin, sığınma talep eden insanlara ülkede istenmediklerini ve güvende olmadıklarını hissettirmek için yapmayacağı şeyin olmayacağını söyledi. 

Valdez-Symonds İngiliz hükümetine sert tepki gösterdiği açıklamada “Bibby Stockholm terör, çatışma ve zulümden kaçan insanları barındırmanın utanç verici bir yolu. İnsanları bir mavnada tutmak onları tekrar travmaya maruz bırakabilir. Bir insanı bir araçlık park yeri büyüklüğündeki bir yaşam alanına hapsetmek ciddi kaygı yaratmalıdır. Bu denli çok başarısızlıktan ve atıl durumdaki kışlaları kullanmanın halk sağlığı riskleriyle ilgili açık ve net uyarıların ardından, hükümetin insanlara depolama nesneleriymiş gibi davranması tamamen uygunsuz. İçişleri Bakanı işini yapmaktan kaçınmak için kamu parasını çöpe atmaya devam edebilir ama bundan hiçbir iyi sonuç çıkmaz. Hükümet sığınma sistemini berbat etmek ve maliyetli yığılmaları, insanların perişanlığını ve suç teşkil eden organize sömürüyü kalıcı hale getirmek yerine insanların taleplerini adil ve etkili bir biçimde değerlendirmelidir.” ifadelerini kullandı.

bibby stockholm 1

BBC'de spor programı sunan futbolcu Gary Lineker, İngiliz hükümetinin mülteci karşıtı adımlarıyla hamleleriyle "1930'ların Almanyası" benzetmesinde bulunarak tepki gösterdi.

İskoçya Ulusal Partisinin İngiltere parlamentosundaki lideri Stephen Flynn da ihtiyacı olan insanların korunması gerektiğini belirterek göçmenlerin yanında olduğunu söyledi. 

Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası (PCS) Yöneticisi Paul O'Connor ise göçmenlere destek gösterisinde yaptığı konuşmada, İçişleri Bakanlığında çalışan üyelerin kendi haklarıyla mücadele ettiği kadar bakanlıktaki göçmen karşıtı düşünce ve çalışmalarla da mücadele ettiğini belirtti. O'Connor, Afrikalı göçmenlerin de Ukraynalı göçmenlerle aynı haklara sahip olması gerektiğini ifade ederek "İngiltere'de geçim sıkıntısı yaşanıyor ve hükümet bunun sorumluluğunu göçmenlere yüklüyor. Hükümetin yapacak tek bir şeyi kaldı. Bu ırkçı yaklaşıma karşı çıkmalıyız. Göçmenlerin günah keçisi olmasına her yerde karşı çıkmalıyız." dedi.

Stand Up To Racism Dorset grubu üyeleri ise göçmenlerin kendi hayatlarını idame ettirebileceğini belirterek gemilerde ve askeri tesislerde tutulmalarına tepki gösterdi. 

İNGİLTERE'NİN SÖMÜRGECİLİK GEÇMİŞİ

İngilizler, 16. yüzyılda denizaşırı sömürgeye ve köle ticaretine başladı. 1783'e gelindiğinde Britanya, Amerika ve Batı Hint adalarındaki sömürgelerle büyük bir imparatorluğa dönüştü.

Bu ilk imparatorluk, ABD'nin doğuşunu sağlayan Amerikan Devrimi'yle sona erse de İngilizler, 19. yüzyılda Hindistan ve Afrika'da işgalleriyle yeni bir imparatorluk kurdu.

Halen bazı sömürgelere sahip olan İngilizlerin imparatorluğu, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bağımsızlık hareketleriyle sona erdi.

1922'de zirvesine ulaştığında Britanya İmparatorluğu, dünya nüfusunun 5'te 1'ini ve dünya toplam alanının ise 4'te 1'ini yönetiyordu.

Yaklaşık 500 yıl süren sömürgecilik dönemi; köle ticareti, kölelerin sömürgelerde kullanılması, katliamlar, kıtlıklar ve toplama kamplarındaki zulümlerle dolu.

Öncelikle İngiltere, köle ticareti 1800'lerde yasaklandığı bu alanda en baskın güçtü. 16. yüzyıldan 1807'ye kadar olan dönemde yaklaşık 12,5 milyon insanın Afrika'dan Amerika ve Karayiplere köle olarak taşındığı tahmin ediliyor.

İngiltere'nin kölecilik tarihinde, 17. ve 18. yüzyıllarda köle ticareti ya da köleler tarafından üretilen ürünlerin satışıyla hem İngiltere hem de binlerce İngiliz ailesi zenginleşti. "İnsan" olarak görülmeyip, "mal" olarak alınıp satılan köleler, sahipleri tarafından sık sık "cezalandırılıyor", hatta öldürülüyordu. Kölecilikle ilgili yasalar, daha çok köle sahiplerinin haklarını içeriyordu.

İngiltere, köle ticaretinin yanı sıra sömürgelerde işledikleri katliamlarla da biliniyor. Tarih boyunca birçok katliama imza atan İngilizler, son yüzyılda da durmadı.

İngiltere ile bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kurulu olduğu bölgede yaşanan 2. Boer Savaşı (1899-1902) sırasında İngilizler, çoğunlukla kadınlar ve çocukları kamplarda topladı. Az yiyecek verilen aşırı kalabalık kamplarda, yaklaşık 28 bin Boer (Hollandalıların soyundan gelenler) ve bilinmeyen sayıda siyah Afrikalı öldü.

Öğretim üyeleri de dahil oldu! Filistin'e destek için başlatılan açlık grevi büyüyor Öğretim üyeleri de dahil oldu! Filistin'e destek için başlatılan açlık grevi büyüyor

Hindistan'ın Amritsar kentinde 13 Nisan 1919'da, İngiliz sömürge yönetimine karşı yapılan barışçıl gösteriler, katliamla bastırıldı. İngiliz yetkililerin emriyle askerler, mühimmat bitene kadar ateş etmeye devam etti ve sadece 10 dakikada yaklaşık 1000 protestocu öldürüldü. Tarihe "Amritsar Katliamı" olarak geçen katliam emrini veren Brigadier Dyer, İngiliz halkının kendisine bir teşekkürü olarak parayla ödüllendirildi.

Avukat Cyril Radcliffe 1947'de, Hindistan ile yeni oluşturulan Pakistan arasındaki sınırı, bir öğle yemeği sırasında çizdi. Onun kısa zamanını alan çizime göre, 10 milyondan fazla insan evinden oldu ve yaşanan şiddet olaylarında 1 milyon kadar insan öldürüldü.

İngiliz sömürgesi altındaki Kenya'da bağımsızlık amacıyla başlatılan Mau Mau İsyanı (1951-1960) sırasında, binlerce Kenyalı öldürüldü ve kötü muameleye tabi tutuldu.

Bu ölüm ve kötü muameleleri mahkemeye taşıyan Kenyalılara bir kez daha katliamla karşılık verildi. Kikuyu kabilesi üyeleri, toplama kamplarında sistematik işkence ve ciddi cinsel saldırıya maruz kaldı. Bu toplama kamplarında 100 bin kişinin öldüğüne inanılıyor.

Britanya İmparatorluğu döneminde, Hindistan'dan milyonlarca ton buğday İngiltere'ye ihraç edildiği için 12-29 milyon arasında Hint açlıktan öldü.

En son 1943'te dönemin Başbakanı Winston Churchill, İngiliz askerlerine ve Yunanistan gibi ülkelere Hintlerin ürünlerini gönderirken, 4 milyon kadar Bengalli açlıktan hayatını yitirdi.

Churchill, Bengal kıtlığıyla ilgili bir açıklamasında, "Hintlerden nefret ediyorum. Hayvan gibi bir dine sahip, hayvan gibi insanlar. Kıtlık, tavşan gibi üredikleri için kendilerinin hatasıydı." dedi.

Haber7