Habertürk yazarı Murat Bardakçı, İstanbul Barosu'nun, İstanbul Valisi Davut Gül’ün yayınladığı alkol genelgesinin iptali için dâvâ açmasını eleştirdi.

Gül'ün genelgesi için "gayet mâkul, milleti serhoşun şerrinden korumak maksadıyla yayınlanmış bir genelge" ifadesini kullanan Bardakçı, yazısında şunları kaydetti:

"İstanbul Barosu, İstanbul Valisi Davut Gül’ün yayınladığı alkol genelgesinin iptali için dâvâ açtı...

Valilik, genelgesinde zaten mevcut bulunan 4250 sayılı “İpirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu”nun bazı maddeleri gereği 18 yaşından küçüklere alkol satılmasının ve içki ruhsatı olan mekânlar dışında gece saat 22 ile sabah 6 arasında alkol satışının yasak olduğunu söylüyor, serhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesini; park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı ve plaj gibi alanlarda alkol satılmaması ve içilmemesi gerektiğini hatırlatıp emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin etkin şekilde denetim yaparak asayişi, huzuru ve güvenliğini bozacak olayların önüne geçmelerini istiyordu.

Gayet mâkul, milleti serhoşun şerrinden korumak maksadıyla yayınlanmış bir genelge...

İstanbul Barosu, işte bu genelgenin iptali için dâvâ açtı ve gerekçe olarak da genelge ile Anayasa’nın 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan özel hayatın gizliliğine müdahale edildiği iddiasında bulundu.

Ama, burada bir garabet var:

Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh Sabri, Erdoğan'dan sitayişle bahsetti Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh Sabri, Erdoğan'dan sitayişle bahsetti

Türkiye’de evlerde kafayı çekmeye müdahale eden bir kanun ve yönetmelik yoktur, yani devlet kimsenin özel hayatına müdahale edip “İçme!”, “Zıkkımlanma!” yahut “Bilmemne etme!” demez; alkol sınırlamaları sadece kamuya açık mekânlarda, yani özel hayat alanının dışında uygulanırlar.

Dolayısı ile, İstanbul Barosu’nun kamusal mekânlar ile özel hayatı bir tutarak genelgeyi “özel hayatın gizliliğine müdahale” diye yorumlamasının ve iptalini bu gerekçeye dayanarak talep etmesinin hikmetini anlamaktan âciz kaldım!

Baro alkol meselesini bu şekilde değerlendirdiğine göre, içki satışı uygulamalarının şöyle olmasını istiyor demektir:

* Alkol satışında yaş sınırlaması getirilmemeli, 18 yaşından küçükler, hattâ kundaktaki bebekler bile içkiyi serbestçe satın alıp kafayı çekebilmelidirler!

* Mekânlarda “içki ruhsatı” uygulaması insan haklarına aykırıdır!

* İçki günün her saatinde ve her yerde serbestçe satılmalıdır!

* Serhoşluk, kafayı eşşek gibi çektikten sonra etrafa saldırıp halkın huzurunu bozmak anayasal haktır ve yasaklanamaz! Dolayısı ile parklarda, piknik ve mesire alanlarında, sahil bandlarında, plajlarda ve akla gelen yahut gelmeyen her yerde alkolün satılıp içilmesi serbest olmalıdır!

* Emniyet, jandarma ve zabıta birimleri denetim yapıp asayişi, huzuru ve güvenliği bozacak olayların önüne geçemezler, böyle yaparlarsa özel hayatın gizliliğini ihlâl etmiş olurlar!

* Bu maddelerin dışında kalan bütün uygulamalar hem özel hayatın gizliliğine müdahaledir, hem de Anayasa’ya ve insan haklarına aykırıdır!

ALKOLÜ DE REJİM MESELESİ HÂLİNE GETİRDİK YA!

Türkiye düşünce alanında garipliklerle ve birbirinden tuhaf davranışlarla doludur...

Meselâ, dünya üzerinde geçmişini bizim kadar aşağılayan, eski asırların bazı hükümdarları ile devlet büyüklerine bizde olduğu kadar hakaretler yağdıran ve mazisinden nefret eden başka bir memleket mevcut değildir! İftihar edilecek millî başarıları bile, meselâ Kadın Voleybol Millî Takımımızın Avrupa Şampiyonu olmasının ardından çıkan tartışmalarda olduğu gibi, gericilik-ilericilik ekseninde bir didişme mevzuu hâline getirmeden duramayız!

Bu saçmalıklara bir de alkol konusunu ilâve ettik ve içkiyi rejim meselesi hâline getirdik!

Hiç inkâr etmeyelim: (...) Bugün bir kesim alkol ile rejim arasında tuhaf bağlantılar kuruyor, “Alkol olmazsa sistem elden gider, laiklik de çöker” diye düşünüyor, üstelik buna ciddî şekilde inananlar çıkıyor ve neticede C2H6O, yani içkilerde kullanılan etanol, rejimin teminatı oluveriyor! Kamusal alanda içkiyi salına salına, sallana sallana, pervasızca yudumlamak “lâiklik” zannediliyor; meyhaneler “demokrasinin garantisi” ve “rejimin sigortası” hâlini alıyor ve etrafta “Bu iş Avrupa’da da, Amerika’da da böyle!” diye câhilce sözler uçuşuyor...

Bütün bunların üstüne alkolü bir sosyal statü vasıtası olarak görenler de çıkıyor ve mesele neticede “Lâik, demokrat, ilerici ve yurtsever isen içersin ama alkole yahut içkinin sereserpe her yerde içilmesine karşı isen yobaz, gerici, üstelik şeriatçısın demektir” hâlini alıyor.

Geçen gün genelgenin aleyhinde yayınlanan bir köşe yazısında “Meselenin içki tüketme özgürlüğüyle alâkalı olmadığını, topyekûn lâik cumhuriyetin kazanımlarına karşı bir saldırı yürütüldüğünü bir türlü idrak edemediler” deniyordu...

İşte, bize mahsus saçma sapan kamplaşmanın harika bir örneği...

Bu kamplaşma son birkaç günden buyana akıl ve idrak yangını hâlini almış, İstanbul Barosu da vilâyetin içki genelgesi için iptal dâvâsı açıp alkolün her yerde, her vakit serbestçe satılmasını istemekle yangının üzerine körükle gitmiştir!"