Fettahoğlu'nun söz konusu yazısının tamamı:

Bu boşluğa yazılmış bir yazı değil. 2023’ün 14 Mayıs’ında yapılacak seçimlerin arefesinde Türkiye’de olup biteni ve muhtemel olup bitecekleri anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Yazının odağında muhalefet, yani altılı masa ve millet ittifakı olarak tesmiye edilen, çok bileşenli, birleşik cephe mahiyetindeki siyasi varlığın Türkiye’ye teklif ve vaatlerinin tahlili bulunuyor. Bu siyasi varlığın ruhunu, hissini anlamak kolay; Erdoğan karşıtı cephenin pek de saklama lüzumu görmedikleri nefrete varan Erdoğan karşıtlığı. Siyaset bir tarafıyla nefretin organize edilmesi ise muhalefetin bu husustaki hakkını teslim etmek gerekli. Gel gelelim muhalefetin aklını, rasyonalitesini anlamak bu kadar kolay değil. Ancak iki cepheli bir seçimde tarafların politik düşünce ve algılarını, hedeflerini anlamak son derece hayati; zira Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılındaki istikameti bu seçimde belirlenecek. Bu seçimin kırgınlık, kızgınlık gibi şahsi hislerin veya birtakım idari uygulamalar, geçim gailesi, hukuki aksaklıklar, belirli konulardaki hata ve ihmaller gibi günlük siyasi planlama ve yönetim işlemlerinden öte anlamı da konu izah edildiğinde kendiliğinden açığa çıkacaktır.

Muhalefetin aklından kastettiğimiz şey siyasal rejim, hükümet modeli, idari yapılanma, ekonomik model, jeopolitik ve jeostratejik konulardaki tercih ve teklifler ile kendi iç politik problemlerimiz olan din devlet ilişkileri, resmi ideoloji, etnik ve bölgesel meseleler, siyaset devlet ilişkileri gibi konuların bütünüdür. Muhalefetin bu konulardaki fikirlerini somutlaştırma çabalarının mahsulü olan mutabakat metni ve anayasa teklifi gibi hacimli metinler de konuyu izahtan ziyade muğlaklığı, belirsizliği arttırıcı bir fonksiyon icra ediyor. Bütün yazılı belgeleri tutarlı bir program şeklinde mütalaa etsek dahi maddi şartlar karşısında bu program kadük kalacaktır. Bunun sebeplerini hükümet sistemi üzerinden kısaca izah ederek bu metinlerin bütününe hakim olan siyasete karşı devlet aklı telakkisini, paradigmasını ve bunun sonuçlarını tahlil edeceğiz. Zira siyasetin negasyonuna/inkarına varan bir dilin ve yaklaşımın ulusal ve uluslararası meselelerin bütününe hakim olması bizce farklı geleneklerden gelen altı partinin ortaklığının pratik ve zaruri bir neticesi değil, bilakis muhalefetin asıl hedef ve maksatlarını açığa çıkaran şuurlu bir tercihtir.   

Parlamenter Sisteme Geçiş Vaadi: Değişimin İmkanı ve Anlamı

Altılı masanın müşterek ve esas vaadinin, ortak hedefinin adına güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri hükümet modeline geçiş olduğu, koalisyonun da bu geçişi sağlamaya matuf geçici bir birliktelik olmasından dolayı politik meselelerin geçiş sonrasına ertelendiği,  başkanlık sisteminden parlamenter hükümet modeline dönüş sonrası her partinin kendi siyasi düşünceleri ile seçmen karşısına çıkacağı öne sürülebilir. İttifakın geçiş dönemine mahsus bir yapılanma olması halinde politik meselelerin gündem dışı tutulması makul gözükmektedir. Bu durumda hadisat ve gidişatın altılı masanın seçimi kazanması halinde sistem değişikliğini mümkün kılıp kılmadığını değerlendirmek gerekmektedir.

Bir defa geçiş süreci yol haritasında “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev süresini tamamlayacaktır” ve “geçiş ile mevcut Cumhurbaşkanının -var ise- siyasi parti üyeliği sona erecektir” denmektedir. Bu ifadelerden parlamenter sisteme geçiş ile ilgili Anayasa değişikliklerinin bu seçim döneminde yapılması halinde dahi tam manasıyla parlamenter sistemin bir sonraki seçimler ile yürürlüğe gireceği anlaşılmaktadır. Yeni bir seçim yapılmadan parlamenter sisteme geçileceğinin söylenmesi böyle bir seçimden Cumhur İttifakı’nın karlı çıkacağının anlaşılması sebebiyle olsa gerektir. Geçiş için Anayasa değişikliklerinde Meclis’te gerekli çoğunluğun sağlanması, eğer söz verildiği gibi ara dönemde geçiş sağlanacaksa hükümeti kuracak çoğunluğun sağlanması gibi zorlu şartlar, seçimi kazanmış, 5 yıl ülkeyi yönetme yetkisi millet tarafından kendisine verilmiş bir siyasi ittifakın, bizce aslında Anayasa’ya da uygun olarak tek başına yürütme organı olan Cumhurbaşkanının bu değişikliği başka ve daha uygun zamanlara tehir etmesinin gerekçesi olacaktır. Anlaşılan parlamenter sisteme geçiş için en azından bir sonraki seçim dönemini beklemek gerekecektir, bu da fiili durumun nasıl işleyeceğini tespit etmeyi lüzumlu kılmaktadır.    

Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisiyle başlayan çalışmalar kamuoyuna açıklanan son mutabakat belgeleriyle fiili bir başkanlık konseyine evirilince tartışma lübnanlaşma, balkanlaşma kavramları etrafında dönmeye başladı. Önümüzdeki 5 yıl boyunca güçlendirilmiş parlamenter sistemin gündeme geleceğini düşünmek saflık olur. Zira seçimi kazanmış bir millet ittifakının parlamenter sisteme dönüp Meclis’te Erdoğan’ın liderliğini yaptığı, hadi en aşağı %40 almış bir Ak Parti ve MHP blokuyla hükümet kurma mücadelesi vermeye razı olacağını düşünmek gerçekçi gözükmüyor. Parlamenter sistem üzerine bunca kalem oynatılıp kazanmaları halinde “hadi anayasayı değiştirip parlamanter sisteme geçelim” dendiğinde geçiş dönemi, acil problemler denerek bu işin ötelenmesi ortaya konan çalışmaların hükümsüzlüğünü de tescil edecektir. Anayasa’nın amir hükümlerine rağmen fiili durum oluşturularak Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini masanın diğer üyeleriyle paylaşacağını düşünmek de 24 saatte değişen siyaset ve siyasetçiler gerçeği yanında çok zayıf bir argümana dayanıyor; ancak akla ama ıslak imzalı metin var itirazı gelebilir. Cumhurbaşkanı şartların değiştiği gerekçesiyle Anayasa’ya uygun hareket ederek bu fiili yapıyı uygulamada devre dışı bırakınca ne yapılacaktır, imzalı metin icraya mı konacak sözleşmeye aykırılıktan tazminat davası mı açılacaktır? Hasılı muhalefetin kazanması durumunda da Anayasa ile belirlenmiş Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üç aşağı beş yukarı bugünkü haliyle uygulanmaya devam edecektir. Lübnanlaşma ve balkanlaşma biçiminde ifade edilen istikrarsızlık ve çatışmanın yönetim krizleri ile siyasi sitemde değil toplumsal alanda yaşanması ise maalesef daha yakın bir tehlikedir. Bunun sebeplerine aşağıda değineceğiz.

Burada bir parantez daha açmak gerekebilir. Millet ittifakı partilerinin esas meselesi Türk siyasi hayatında bir oyunbozan, kural kaide değiştiren Erdoğan figürü ve MHP ile yapılan ittifak ile sağlam temellere oturan Cumhur ittifakı yapısının tasfiyesidir. Erdoğan, alışılmış, herkesin rolünün, mevkiin belli olduğu, kaidelerinin 1961 Anayasası ve tatbikatı ile yerleştirildiği Türk siyasal sistemini, bu sistemin ezber ve aktörlerini büyük bir değişime zorlamıştır. Hemen ifade edelim ki yeni durum henüz bir denge haline gelmiş, adına sistem diyebileceğimiz bir yapıya kavuşmuş değildir. Burada yerleşik düzenden kastettiğimiz devlet kurumları ve bürokrasi karşısında siyaset sahasının yönetim ve karar alma sınırlılığı, asker sivil ilişkileri, sağ sol parti gruplaşması; İstanbul sermayesi-medya ve sendikal yapıların siyaset üzerindeki baskısı, müzmin hükümet ve sistem krizleri ile sosyal sahada merkez ve çevrede bulunan toplum kesimlerinin ekonomik, sosyal ve siyasi statüleri ve sosyal sınıfların birbirleriyle ilişkilerinin tamamını içine alan bir yapıdır. Muhalefet için parlamenter sistem esasen eski, bilindik, alışıldık düzenin restorasyonunun bir parçasından ibarettir. Ve her halükarda bu eski düzenin “onarımı” Erdoğan’ın bir şekilde saf dışı bırakılmasını gerekli kılmaktadır. Bu saf dışı bırakmanın, sahneden indirmenin ne şekilde olabileceğine ilişkin muhalefet partisi sözcülerinin konuşmalarında çokça ima olduğu da herkesin malumudur.  

Politik Dilin Siyasetten Arındırılması

Evet, altılı masa Türkiye’nin başat hiçbir politik meselesine dair konuşmuyor. Politik olanın üstü örtülüyor ve bu konular tecahülden, bilmezden geliniyor. Kimsenin başını ağrıtmayacak, herkese hoş gelecek bir kavram dizisi, lacivert kavramlar da denilebilir, burada imdada yetişiyor; adalet, refah, demokrasi, uzlaşı kültürü, toplumsal barış kavramları politik problemlerin geçiştirilmesinde, gerçeğin örtülmesinde bir paravan ve ışıltılı sahne vazifesi görüyor. İdeolojiden ve politik olandan arındırılmış bir siyaset dili, tuttuğunu yakala çabasıyla devreye sokuluyor. Günün sonunda masanın ortaklarından bir kısmı oyunu kaybedecek ve güçlü olanın politik, siyasi anlam değer ve pratik dünyasının iktidara taşınmasında basit ve sade bir memur derekesinde vazife icra ettiğini anlayacak.

Altılı masanın kullandığı retorikte haklar, özgürlükler, demokrasi kavramları ile at başı giden bir diğer husus devletin işleyemez hale geldiği, keyfiliğin hüküm sürdüğü, devlet kurumlarının içinin boşaltıldığı, kamu hizmetlerinin askeriyeden eğitime, adaletten sağlığa, ulaşımdan sosyal güvenliğe iflas ettiği iddialarıdır. Altılı masanın teşekkülünden ve biraz daha eskiye gidersek Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğinden beri Ak Parti döneminin en çok gündemde tutulan muhalif sloganları olan “cumhuriyet değerlerinden sapma, karşı devrim, hayat tarzına müdahale, laiklik, eksen kayması” gibi politik içeriği bulunan ifadelerin terk edildiği dikkatten kaçmamaktadır. Ortaçağ karanlığı, gericilik nev’inden aşinası olduğumuz ithamlar ise siyasetin düşük sesle ve eskiye nazaran istisnaen dillendirdiği politik ifadelerdir. Daha da önemlisi 20 yıllık karanlığa karşı zinde güçleri harekete geçirme çabalarının, yüksek yargı ve askeriye üzerinden hesap görme arzularının, devri sabık ilan ederek ihtilal hukuku işletme iştahının yerini helalleşme çağrılarına bırakmasıdır. Daha da dikkat çekici olan ise içerisinden komünist ve anarşist örgütlerin çıktığı, bölücü akımları ve örgütleri rahminde büyüten devrimci şiddete iman etmiş Türk solunun ve onun gayrı meşru çocuğu KCK/PKK’nın dahi şiddetten bahsetmemesi en fazla seri, hızlı ve kararlı yargılamalardan söz etmesidir. Sosyal alanda bu saydıklarımızın hepsi farklı gruplar tarafından dillendirilirken siyasi alanda “biraz sabır”, “şimdi sırası değil” kabilinden teskin edici cümleler seçim sonrasını işaret etmektedir. Bütün bunlar geçmişten ders çıkarma, tahammül ve hoşgörüyü benimseme ve demokratik toplum düzeninin lüzumunu kavramanın bir neticesi midir? Muhalefetin derdi gerçekten liberal anayasacılık ve çoğulcu demokrasiyi mi hayata geçirmektir? Yani muhalefetin politik ideolojisi liberalizm midir? Bu soruya cevap bulmak adına evrensel hukuk ilkeleri ve idari konuların, yolsuzluk, zimmet, irtikâp, adam kayırmacılık iddialarının, yoksulluk ve ekonomik problemlerin öne çekilmesi, muntazam ve müesses idari yapı ve işleyişin “yeniden” tesis edilmesi ile neyin kastedildiğini devlet aklı üzerinden izaha geçelim.

Siyasete Karşı Devlet Aklı

İlk çağrışım olarak devlet aklı[2] kavramı muntazam ve müesses bir idari yapılanmayı, karar alma, planlama, icra etme ve denetleme faaliyetlerinin rasyonel ve yasal süreçlere bağlandığı bir idari işleyişi, kurumsallaşmayı, nizam, intizam içinde kamu faaliyetlerinin yürütülmesini ve uzmanlaşmış bürokratların ihtisasları gereğince faaliyet sahalarında söz ve karar hakkı bulunmasını işaret etmektedir. Kıdem ve terfi esasına göre yükselmiş, devlet umuru görmüş liyakatli kadroların toplumun üstün faydasına hizmet ettiği teknik ve teknokratik bir yönetim şekli olarak anlaşılan ve siyaset üstü bir işleyiş ve yapılanmayı işaret eder şekilde kullanılan devlet aklı kavramı kimilerince bununla da sınırlı kullanılmamaktadır. Mesela bunlara göre, Türkiye’nin yüksek siyasi meselelerdeki kararları da, uluslararası ilişkiler gibi siyasetçilere değil devlet aklına bırakılmalıdır. Altılı masanın büyük ortağı olan siyasi partilere göre 20 yıllık dönemde devlet aklı ortadan kaldırılmıştır ve devlet aklı millet ittifakı döneminde ihya edilecektir. İşte altılı masanın esas siyasi ideolojisi burada açığa çıkmaktadır. Tarafsız cumhurbaşkanı, parlamenter sistem, devlet kurumlarının özerkliğinin sağlanması, Cumhurbaşkanlığı’nın Çankaya’ya taşınması, kuvvet komutanlarının Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanması ve benzer bir dizi proje devlet aklı üzerinden ihya ve tahkim edilerek kurumsallaştırılacak siyasi planın unsurlarıdır. Eskiye dönüşe işaret edildiğine göre, 20 yıl önceki Türkiye’de hüküm süren devlet aklının ne olduğunu hatırlamak gerekmektedir.  

27 Mayıs ihtilali ve bu ihtilalin mahsulü olan 1961 Anayasası Artun Ünsal’ın ifadesiyle bürokrasinin rövanşıdır. Tarafsız Cumhurbaşkanı, atanmış ve tabi üyeleri bulunan Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi, özerkliği anayasa ile teminat altına alınan idari kurum ve kuruluşlar ile bürokrasi, seçilmişlere, hükümete yani halka kaptırdığı siyasi ve sosyal iktidarını kurumsallaştırmış, 1982 Anayasası ile devletin tek ve mutlak resmi ideolojisi haline gelecek Kemalizm’in anayasal konumunu güçlendirmiştir. Türkiye’de tıpkı ekonomi alanında dolar ve TL’den oluşan iki paralı yapı olduğu gibi siyasi tercih ve yönelişlerin de ulusal ve uluslararası görüntüsü vardır. Bürokrasi içerde MGK, DPT, Anayasa Mahkemesi gibi sivil, yargısal ve askeri kurumlar ile siyasi tercihlerin belirlenmesinde, kendi siyasi anlayışlarına uymayan siyasi parti ve politikaların ıslah ve terbiyesinde etkili olurken 1960 İhtilalinin belki de gerçek sebebi olan uluslararası sistemin ekonomik, sosyal ve siyasi reform taleplerini karşılamaya dönük adımları hayata geçirmiştir. Refah devleti, ithal ikamecilik, milli güvenlik konsepti, planlayıcı devlet anlayışı dönemin küresel ekonomi politik anlayışı olarak devlet kurumları eliyle ihtilal neticesinde hızlı ve zahmetsizce tatbik imkanı bulmuştur.

Ülke içerisinde ise birbiriyle tezat teşkil eden iki durum yaşanmıştır. Bir taraftan devletçi ve güvenlikçi bir anlayışla bürokratik elitlerin hegemonyalarının sürdürülmesini sağlayan kurum ve uygulamalar devreye sokulmuş, diğer taraftan siyasi özgürlüklerin, örgütlenmenin ve de dünyada esen 68 kuşağı rüzgârının etkisiyle sosyal ve siyasi alanda kargaşa ve anarşi dönemi yaşanmıştır. 1961 Anayasası’nın bürokratik vesayeti tesis eden düzenlemeleri yanında en özgürlükçü Anayasa olarak da anılması bu çelişkili durumun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. 27 Mayıs İhtilali ve 1961 Anayasası’nın ortaya çıkmasında etkili olan söylemlerin başında Demokrat Parti iktidarının anti demokratik, baskıcı, otoriter uygulamalara saptığı iddia ve ithamlarının bulunduğu da aklımızda tutmamız gereken önemli hadiselerdendir.

Bugün de altılı masa, iktidarı tek adam rejimi kurmakla suçlamakta, iktidara karşı toplumun meşru, gayrı meşru kesimlerini, fetöcü ve bölücüler de dahil, özgürlük ve adalet vaadiyle birleştirmekte, 2. Meşrutiyet öncesi “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” sloganı etrafında yapılan Jön Türk Kongrelerinde görebileceğimiz bir çeşitliliği içerisinde barındırmaktadır. Fransa’nın ve dahi düvel-i muazzamanın himayesinde Avrupa’da buluşan muhalefet dün de hürriyet çatısı altında birleşirken, ülkeye demokrasi gelir ve arzuları karşılanırsa emperyalist güçlerin saldırılarından emin olunacağına, müttefikleri olan bölücü Ermenilerin ülke birliğine sadakat göstereceğine inanıyorlardı. Netice itibariyle ülkeye hürriyet gelmediği, yapılan reformlar karşısında devletin parçalanmasına mani olunamadığı gibi ayrılıkçı azınlık gruplar Osmanlı Meclisini kendi emellerinin gerçekleşmesi için kullanmaktan geri de durmamışlardır.

Altılı masa uluslararası sahada daha iddiasız, daha teslimiyetçi, batıcı, NATO’cu geleneksel bir dış politika izleyeceğini vaat etmekte, içeride devlet aklının siyasete üstünlüğünü teminat altına alacak yasal adımları atacağını söylemekte ve topluma özgürlük sunacağını ileri sürmektedir. Bu üçlü paket tanımadığımız, bilmediğimiz bir politik tercih değil. Küresel güçlerin taleplerini hızlıca ve siyasi tartışma ve süreçlere gerek bırakmadan hayata geçirecek siyaset üstü bir idari yapılanma, bürokrasinin rövanşı neticesi kendi hakimiyetini tahkim etmek adına Kemalizm soslu bir neoliberalizmin devlet ideolojisi haline getirilmesinin sağlanması ve sosyal alanda önü açılan marjinal gruplar marifetiyle sosyal çatışmaların güvenlik ve asayişi bozacak ve ülkeyi kaosa sürükleyecek surette artması. Bir taraftan Merkez Bankası’nın özerkliği üzerinden Uluslararası Para Fonu ve benzeri uluslararası örgütlerin Türk ekonomisi hakkında karar vericiliğine düşen gölgeler kaldırılacak, NATO’ya tam uyum sağlamak adına savunma sanayi atılımları sekteye uğratılacak ve milli politikalarımız askıya alınacak, yerel özerklik şartı, belediyelere kayyum atanmasına son verilmesi gibi uygulamalara geçilecektir. Diğer taraftan Meclis’te HDP, sokakta KCK yapılanması, devlet içerisinde ve sosyal hayatta FETÖ unsurları milli varlığımıza karşı geniş hareket sahası bulacak, bu da sosyal çatışmaları doğuracak, sonu iç savaşa varabilecek güvenlik risklerini besleyecektir.

Devletin mutlak ve tek resmi ideolojisi olarak ifade ettiğimiz Kemalizm’den anlaşılması gereken tarihin belirli bir döneminde üretilmiş ve sabit yeknesak uygulamaları olan bütüncül ve analitik bir düşünce sistemi değildir. 1924-1938 arası tatbikatıyla Adnan Adıvar’ın tabiriyle ülkeyi laik bir puthaneye çeviren sert yapısı, belirli iman esasları şeklindeki anlayışı bugün az sayıda müridinin zihin ve kalbinde yaşıyor olabilir ancak devlet elitleri nezdinde Kemalizm modernleştirici, batıcı karakteri sabit kalmakla beraber değişen bir içeriğe sahiptir. Esasen bürokrasi ve devlet aklı için Kemalizm’in fonksiyonu içeriğinden çok daha önemlidir. Kemalizm, küresel kapitalizm ve hegemonyaya bağlı bürokratik güçlerin -askeriye, yüksek yargı, hatta aydın sınıfı- içerideki imtiyazlı ve seçkin pozisyonlarını meşrulaştırmanın aracı, siyaset sahası üzerinde tahakküm icra etmenin kullanışlı kılıfı, toplumu hizaya çekmenin gerekçesinden ibarettir. Aydınlanmacı, pozitivist, jakoben ve laisist karakteri güne göre farklı ton ve şekillerde, amaca göre ön plana çıkarılmıştır. İçeride gösterilen sertlik ve katılığın yeni dönemde aynıyla uygulanmasını beklemek en azından kısa vadede makul gözükmemekte iken belirli bir uygulama ile Kemalizm’i eşitlemek devlet aklının ideolojisini anlamayı muhal kılacaktır. Altılı masanın metinlerinde yer alan Atatürk Havalimanı’nın açılması, Cumhurbaşkanlığı’nın Çankaya’ya taşınması, bugün yüksek sesle zikredilmese bile andımızın tekrar getirilmesi, Meral Akşener’in katı pozitivist içeriği sebebiyle daha 1939’da İnönü devrinde ders kitabı olmaktan çıkarılan Medeni Bilgiler kitabını okullarda dağıtacağını söylemesi gibi başlıklar devletin batıcı zihniyet ve daha çok hayat tarzına alan açacağını, siyasette kendisine aykırı ve zararlı gördüğü parti ve grupları hasılı kendi ötekisini mahkum edeceğini belirtmek ve bir büyük parantezin kapatılacağını ifade etmek meyanında kullanılmaktadır. Yoksa içerik olarak Kemalizm, postmodern dönemin ve neoliberalizmin elverdiği ve müsaade ettiği ölçü ve biçimde varlığını koruyacaktır.

Bu siyasi mühendisliği yapan akıl elbette egemen olmak için bir önceki dönemle hesaplaşılması, o dönemin gayrı meşru ilan edilerek mahkûm edilmesi gerektiğini bilmektedir. Haddi aşan Türkiye’ye haddini bildirmek, Türkiye’nin ikinci yüzyıla kolu kanadı kırık bir ülke olarak girmesini sağlamak, Batıcı emperyalist sisteme sadakatini temin etmek, 20 yıllık dönemin, belki de küresel sistemle görünür çatışmaların başladığı son 10 yıllık dönemin yargılanıp mahkûm edilmesi ile mümkündür. “Hukuk suçtan doğar” maksimi gereğince bu dönemin yargılanması için kendine mahsus bir siyasi hukukun devreye sokulacağını düşünmek kimseye abartılı gelmemelidir.

SONUÇ

Son iki yüzyılı inhitat, inkıraz, ihtilal-i alem, ricat, kaht-ı rical kavramları ile anılan, “din-ü devlet mülk-ü millet” esasını varlığının temeline yerleştirmiş ve gerçekten varlığı devleti ile kaim bir milletin ciddi, kurumlaşmış, faal, etkili, düzenli ve akılcı bir devlet idaresi talebi, bu hususta gayret göstermesi tabi ve zaruridir. Aynı şekilde adalet, demokrasi, hak ve hürriyetler adına kurulan cümleler, dile getirilen eleştiriler de meşrudur. Ancak dışarıda teslimiyetçi içeride vesayetçi, küresel güçlerin talimatlarıyla iç ve dış politikanın tespit edildiği bir yapıyı devlet aklı; bölücü ve marjinal grupların mevzi kazandığı, sosyal ve siyasi çatışmaların hüküm sürdüğü, geniş toplum kesimlerinin televole ve eğlence kültürü ile tatmin edildiği bir toplumsal yapıyı demokratik toplum düzeni diye kimse Türkiye’nin önüne getirmemelidir. Maalesef günün okuması ve tarihin şahitliği bize, altılı masanın ısrarla gizlemeye çalıştığı ve belki de kendilerinin de tam olarak içeriğini bilmedikleri, politik akıl ve tasarımının izah etmeye çalıştığımız neticeleri intaç edecek esaslardan müteşekkil olduğunu göstermektedir.