Kimseye muhtaç olmadan kendi halinde yaşayan, kendine ve ailesine yeten fırsat buldukça da ihtiyaç sahiplerine el uzatan insanlar gerçek anlamda zengin insanlardır.  
Herkes bununla yetinmiş olsa dünyada tek bir tane fakir kalmaz…  
Biz ne yapıyoruz?  
Bir evim olsa  
Bir arabam olsa 
Bir bahçeli evim olsa 
Eşimin arabası olsa 
Çocuğuma da araba alsak 
Çocuğuma da bir ev alsak 
Yatırım amaçlı bir tarla, arsa alsak…  
Liste uzayıp gidiyor.  
Tüm bunları elde edemeyince bunlara sahip olan insanlara bakıp iç geçiriyoruz.  
Sonra mutlu olamıyoruz. Huzurumuz kaçıyor.  
Hırs yapıyoruz.  
Gittikçe kötüye gidiyoruz.  
Şükrünü eda edemediğimiz nimet de çıkıyor elimizden.  
Önceki sahip olduklarımızla yetinmek de istiyoruz ama iş işten geçmiş oluyor.  
Kısır döngü içinde, fasit bir dairede dönüp duruyoruz…  
Bize hoş gelen ne varsa aslında bizi yakan da o oluyor…  
Serinlemek için atladığımız suda boğuluyoruz, farkında değiliz.  
Nefesimiz bize neyi emrediyorsa ona sarılıyoruz.  
Oysa bizi kurtaracak olan şeyler nefsimize ters istikamette olan şeylerdir bunu başımıza bela gelince anlıyoruz. 
Hatta belki çoğumuz anlamıyoruz bile.  
Bizi boğulduğumuz suya başkası itti sanıyoruz. Ya da suçu başkasına atmak toplum önünde bizi rahatlatıyor.  
Vicdanen rahat olmasak da… 
Zerre kadar iyiliğin de zerre kadar kötülüğün de hesabının görülecek olmasından bîhaber yaşıyoruz.  
Dikkatlerden kaçırdığımız en önemli mevzu bu aslında.  
Her saniyemize çekidüzen verecek en önemli ilahi uyarılardan biri.  
Sohbet ortamında konuşurken konuşma sırasının gelmesini beklemek bile bu ilahi emir birbirine bağlantılıdır aslında.  
Yoldan aldığımız taş, trafikte hız yapmamak, bir insana uluorta ayar vermekten kaçınmak…  
O kadar ince ve hassas ki bu işler…  
Sabah evden çıkıp tekrar eve dönene kadar ne yapacağımız, nasıl davranacağımız beynimize işlenmiş.  
Yeter ki farkında olalım iyi olmanın.