Aslen Burdurlu olup Mısır'a yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak Kahire'de doğdu. Tahsilini Ezher Üniversitesi'nde tamamlayıp Mısır'da gazeteciliğe başladı. Balkan Harbi'nden sonra ve I. Dünya Savaşı sırasında Kahire'de es-Siyâse gazetesinde edebî makaleler yayımladı. Bu arada İstanbul'daki Tasvîr-i Efkâr gazetesinde "Mısır Mektupları" adıyla yazıları çıktı. Sebîlürreşâd'daki ilk makalelerini de Kahire'den gönderdi. Mehmed Âkif'le tanıştığında Kahire'de eş-Şaʿb gazetesine yazı yazıyordu. 1915'te İstanbul'a gitti; İslâm âlemine dair Tasvîr-i Efkâr'da yayımladığı yazılarla Türk basın hayatına girdi. Daha sonra Mehmed Âkif'in kızı Cemîle Hanım'la evlendi. Millî Mücadele yıllarında Tevhîd-i Efkâr'da yazarlıktan gazeteciliğe geçti. Bu sırada Vakit gazetesinde yayımladığı Türkiye-Mısır ilişkileri hakkındaki bazı yazılarından dolayı 1925'te İstiklâl Mahkemesi'nce tutuklandıysa da bir müddet sonra serbest bırakıldı. Bu yıllarda dönemin en değerli dinî yayınlarından olan "Asr-ı Saâdet" serisini tamamladı. 1940'ta Eşref Edip, İsmail Hakkı İzmirli ve Kâmil Miras'la birlikte çıkarmaya başladıkları İslâm-Türk Ansiklopedisi ve bu ansiklopedinin mecmuasında çok sayıda madde ve makale yazdı. 1940-1950 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde günlük siyasî yazılar kaleme aldı, İstanbul Radyosu için İslâm dünyası hakkında siyasî icmaller hazırladı. 1947-1948 yıllarında, yazarları arasında Türk ve İslâm dünyasının önemli isimleri bulunan dinî-fikrî muhtevalı haftalık Selâmet Mecmuası'nı çıkardı. Çok partili hayata geçiş sırasında yayımlanan önemli İslâmî dergilerden biri olan Selâmet Mecmuası'nda ilmî-dinî araştırmalar, İslâm dünyasındaki düşünce hareketleri, İslâm klasikleri gibi konuların yanında özellikle o yıllarda din öğretimiyle ilgili olarak basında ve mecliste yapılan tartışmalara da yer verdi. Din öğretiminin gereğini ortaya koyarak bu konuda kamuoyu oluşmasına büyük ölçüde yardım etti; din hürriyetinin sağlanmasında ve ilkokullara din dersi konulmasında önemli hizmetlerde bulundu.

Ömer Rıza, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti'den Konya milletvekili seçildi. Milletvekili iken Cumhuriyet gazetesinde, daha çok Ortadoğu ve İslâm ülkeleri hakkındaki inceleme ve gözlemlerine dayanan "Komşu Memleketlerde Olup Bitenler", "Günün Olayları", "Pakistan Mektupları" ve "Seyahat İntibaları" gibi ana başlıklarla siyasî yazılar yayımladı. Bu makalelerinde Türkiye'yi diğer İslâm ülkelerindeki inkılâp hareketlerinin önderi olarak gösteren yazar, daha o yıllarda dünyadaki Doğu ve Batı bloklarına karşı İslâm cephesi adıyla üçüncü bir cephe oluşturulması fikrini savundu. İslâm ülkeleri arasındaki iş birliği ve Türkiye'nin bu iş birliğindeki rolü üzerinde durarak İslâm birliğinin İslâm ülkelerinin yanlış tutumları yüzünden sağlanamadığını göstermeye çalıştı. Doğu ülkelerinin çeşitli meselelerini ve Türk inkılâbının bu ülkelerde yaptığı yankıları tahlil etti; o ülkeler için kurtuluş çarelerinin neler olabileceğini söyledi, özellikle Hindistan'ın bağımsızlık mücadelesinde müslümanların rolünü ortaya koydu. İslâm ülkelerindeki ilim ve devlet adamı dostlarına, sürekli olarak Türk ve Arap ülkeleri arasındaki dostluğun önemini ve geliştirilmesi gerektiğini anlattı. O dönemde Arapça bilen ve İslâm dünyasını yakından tanıyan Türk gazetecilerinin basın hayatından çekilmiş bulunmaları Ömer Rıza'nın yazılarına ayrı bir değer kazandırmıştır.

Sırtını terör örgütüne dayayan Figen Yüksekdağ'a 30 yıl hapis cezası! Sırtını terör örgütüne dayayan Figen Yüksekdağ'a 30 yıl hapis cezası!

Ömer Rıza, Büyük Millet Meclisi Dış İşleri Encümeni'nde de görev almıştı. İslâm ülkeleriyle kurulan ilişkilerde onun bilgisinden istifade edildi. Bu arada Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti'ne başkan seçildi. 1951'de Pakistan'da yapılan İslâm Kongresi'ne katıldı. Hayatını kalemiyle kazanan nâdir yazarlardan biri olan Ömer Rıza, uzun süren bir hastalık döneminden sonra 13 Mart 1952'de İstanbul'da öldü; mezarı Edirnekapı Şehitliği'ndedir.

Devrinin Türk aydınları arasında taassuba düşmeden İslâm dinini etraflıca inceleyen ve bu incelemelerini çeşitli eserleriyle halka ulaştıran Ömer Rıza, başta Türkiye olmak üzere dünyadaki müslümanların çeşitli siyasî ve sosyal problemleriyle yakından ilgilenmiş, bunların kurtuluş davasını samimiyetle benimseyerek kalemini sonuna kadar bu çizgide kullanmıştır. Bilhassa Hindistan Millî Mücadelesi içinde Hint müslümanlarının rolünü çok iyi anlamış, takdir etmiş ve bu mücadeleleri çeşitli yazılarıyla Türk halkına da anlatmıştır. Ayrıca Türkiye'nin diğer müslüman ülkelerle olan iktisadî, siyasî ve içtimaî münasebetlerinin gelişmesi için ömrü boyunca büyük gayret göstermiştir.

Ömer Rıza Doğrul, bu hizmetlerine rağmen dinî çevrelerce iki bakımdan tenkit edilmekten kurtulamamıştır. Bunlardan başta geleni 1926 yılında girdiği anlaşılan masonluk, diğeri ise Kādiyânî fikirleri yaydığı şeklindeki ithamlardır. Esas şöhretini yaptığı yıllarda biraz da locaların kapalı oluşu sebebiyle pek bilinmeyen masonluğu daha sonra muarızları tarafından sık sık gündeme getirilmiştir. Özellikle Tanrı Buyruğu'nu yayımladığı yıllarda (1943-1947) her iki bakımdan da tenkit edildiği görülmektedir. Fakat onun dinî-millî faaliyet ve eserlerinde masonluğa dair izlerin tesbit edilebilir şekilde aksettiğini söylemek mümkün değildir. Onun "Ana Davalarımız Ana Prensiplerimiz" adıyla Kültür Muhipleri Mahfili'nde verdiği konferansın basılı metninde (İstanbul 1949) masonluğu ahlâkî bir müessese olarak gördüğünü, her masonun bir din sahibi olması gerektiğini, milleti ahlâkî düşüşten bu cemiyetin kurtaracağını iddia etmesi masonluğa bakış açısını göstermektedir. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden başlayarak 1950'li yıllara gelinceye kadar dine, dindarlığa ve özellikle İslâm'a karşı yapılan saldırılara hemen her fırsatta ve devamlı olarak karşı koyması gibi başarılı hizmetlerinin yanında masonluğunun pasif kaldığını belirtmek gerekir.

Kādiyânîlik konusundaki ithamlara gelince, bu durum daha çok, Peygamberimiz Aleyhisselâm ve Kur'andan İktibaslar adıyla tercüme ettiği eserlerin müellifi Mevlânâ Muhammed Ali'nin klasik anlayışı zorlayan aşırı akılcı görüşlerine Tanrı Buyruğu'nda yer vermesinden kaynaklanmıştır. Ancak bu noktada yapılan ithamlara, Muhammed Ali'nin başlangıçta Kādiyânîlik hareketinin lideri Gulâm Ahmed'in yanında yer almakla birlikte daha sonra İslâm akîdesini zedeleyici ifade ve tutumları yüzünden onun cemaatinden ayrılarak İslâm'a hizmet için müstakil şekilde çalıştığını ve Kādiyânî değil Ehl-i sünnet akîdesine sahip olduğunu ifade ettiğini belirterek cevap vermiştir ("Kadiyanîlikten Teberrî Ediyoruz", Sebîlürreşâd, III/74 [Mart 1950], s. 374-378). Cevabında ayrıca, onunla ittifak halinde olduğu noktaların yanında ihtilâf ettiği meselelerin de mevcut olduğunu söylemiştir. Bugünkü bilgilere göre de Muhammed Ali, aşırı ve yanlış fikirleri yüzünden Gulâm Ahmed'den ayrılan ve İslâm'ın savunulması ve yayılması için bütün gücüyle çalışan Lahor grubunun kurucusu, velûd bir ilim adamı ve önemli bir yazardır (Fığlalı, s. 93-97).

Hayatının son yıllarında bir yayımcı olarak da faaliyet gösteren Ömer Rıza Doğrul'un bu hüviyetini haftalık olarak neşrettiği Selâmet Mecmuası ortaya koyar. 23 Mayıs 1947'de neşir hayatına giren bu mecmua 17 Eylül 1948'den sonra yayımlanmamış, 12 Ocak 1949'dan itibaren Yeni Selâmet (nr. 69-1) adıyla tekrar çıkarılmıştır. 2 Kasım 1949'a kadar devam eden bu ikinci devre 104. sayı ile IV. cildini tamamlamıştır (nr. 104-36). Dergide dinî, fikrî, felsefî, ilmî, edebî ve tarihî yazı ve araştırmaların yanında "İslâm Âleminin Davaları" ve "Okurların Suallerine Cevaplar" başlıklı bölümler ayrı bir önem taşımaktadır. Ömer Rıza Doğrul, Ahmed Hamdi Akseki, Rıza Nafiz Taner, Mûsâ Cârullah, Ahmet Halit Yaşaroğlu gibi yerli yazarlar yanında, tefrika edilen eserleri ve yazılarıyla Ezher Rektörü Mustafa Abdürrâzık Paşa, A. Cressy Morrison, Muhammed İkbal, Tâhâ Hüseyin, Zeki Ali, John Kingley Birge gibi yabancılar da mecmuanın yazı kadrosunda yer alan başlıca isimlerdir.