Dört sene önce aramızdan ayrılan merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızı rahmet ve hürmetle yad ederken, onun kıymetli çalışmalarından ve gençliğe bıraktığı zengin kültür mirasından ne kadar istifade ettiğimizi de bir düşünelim.

Uzun ömrünü bilim tarihine adayan, insanlığa nadide eserler armağan eden hocamız, İslam Bilim Tarihi’nin hak ettiği yere ulaşmasını da sağlamıştır. Bitmeyen enerjisi, inanılmaz çalışma azmi ve ortaya koyduğu yepyeni fikirleri ile gelecek nesillere örnek olan Fuat Sezgin aramızda yaşamalı!

Peki Hocamızı nasıl yaşatacağız?

Onun açtığı bilim ve teknoloji yolundan yürüyerek elbette. Ama öncelikle gençlerimizi batı hayranlığından ve aşağılık kompleksinden kurtarmamız lazım. Unutulmasın ki, bilim ve teknolojinin temeli inanç, azim ve çalışmaya dayanır. Yozlaşmış kültür ve fikirlerle milli ve dini kimliğini kaybetmiş insanların bilim ve teknoloji alanında bir şey üretmeleri ve başarılı olmaları imkansızdır.

İSLAM BİLİM VE TEKNOLOJİ MÜZESİ

Gülhane Parkının içinde 2008 yılında açılan İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, Prof. Dr. Fuat Sezgin’in yarım asırlık emek ve gayretinin müşahhas ve mücessem bir abidesidir. İlkokuldan itibaren üniversite'ye kadar bütün öğrencilerin mutlaka gezdirilmesi ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi gereken bir tarihi kaynaktır.

Milli Eğitim Bakanlığı bu müzenin gezilmesi ve tanıtımı için ciddi bir program hazırlamalıdır. Öncelikle Türkiye çapında ilgili branş öğretmenlerinin gruplar halinde İstanbul'a getirilip müze hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır. Öğretmenler bilinçlendikten sonra öğrencilere sıra gelebilir. Yeni uygulamaya konulan birer haftalık iki ara tatil, bu program için çok uygundur.

Peki, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi niçin bu kadar önemli? İslam Bilim Tarihi neden bizi bu kadar ilgilendiriyor?

Bu soruların cevabı aslında müzenin içinde saklı. Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızın ömrünü vererek uzun araştırmalar sonunda ulaştığı tarihi gerçeklerin, elle tutulur, gözle görülür örnekleri ve maketleri, görenleri hayretler içinde bırakıyor. Müzeyi gezenler, Müslümanların asırlar boyunca bilim, teknoloji, sanat, kültür ve medeniyette ne kadar ileri olduğunu anlayıp düşünmeye başlıyor. İşte Hocamızın yapmak istediği şey, tam da bu uyanıştır!

Gençlerimiz, batının ileri teknolojisi karşısında milli ve dini açıdan aşağılık kompleksine kapılıp, batıya büyük hayranlık duyarak taklitçi bir yola girmektedir. İşte bu noktada yaşanan kırılma, milletçe kültür, inanç ve milli şuurumuzun yok olmasına ve sonsuza kadar başkalarına muhtaç, onların desteğiyle ayakta kalabilen ve hiçbir zaman kendine güvenemeyen nesillerin yetişmesine sebep olmaktadır.

Merhum hocamız ömrünü harcadığı İslam Bilim Tarihi sayesinde sadece milletimize değil, tüm İslam alemine öyle büyük bir ümit, güven ve motivasyon sağlamıştır ki, bunu idrak edebilsek kısa zamanda kültür emperyalizminden kurtulup medeniyet yarışında yerimizi alabileceğiz. Müslümanlar geçmişte bilim, sanat ve teknolojide dünyaya nasıl yön vermişlerse, gelecekte de bunu yapabilecek inanç, irade ve kapasiteye sahip olduklarını gösterecekler.

HELLMUT RİTTER İLE TANIŞMA

İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı’nın internet sitesinde (ibtav.org), Fuat Sezgin Hocamız gençliğinde Hellmut Ritter ile tanışmasını şöyle anlatıyor:

“1943 yılında akrabalarımdan biri beni Edebiyat Fakültesi’ne götürdü. Halbuki ben mühendis olma sevdası peşindeydim. O zaman büyük bir Alman âlim vardı. Arapçayı çok iyi bilirdi. Bana ‘Seni onun seminerine götürmek istiyorum.’ dedi. Ben de ‘Gidelim’ dedim ve o büyük âlimin seminerine gittim. O gün o büyük âlim beni adeta büyüledi. Ben artık mühendis olmayı veya başka bir mesleğin peşinde koşmayı kafamdan çıkardım. O büyük âlimin talebesi olmayı düşünüyordum. Kayıt zamanı geçmişti ama gecikmeli de olsa dekana gittim. Bir şans eseri dekanın odasında bulunduğum sırada o büyük âlim de odaya girdi. İri yarı bir adamdı. Durdu. Dekanla konuşmamın bitmesini bekledi. Dekan ona ‘Oo..  Ritter Bey…’ dedi. ‘Sizin talebeniz olma başvurusunda bulunan bir insanla konuşuyorum.’ dedi.

Hoca bana şöyle bir baktı, ‘Galiba bu benim dünkü seminerimdeydi.’ dedi. Onun seminerlerine sadece 3-4 kişi giderdi, zor bir adamdı. Seminerlerinden kaçardı talebeler. Çok zaman tek bir talebe olarak katıldığımı hatırlıyorum. Bana: ‘Gelin biraz konuşalım. Çok zor bir şeye talipsiniz. Arapça öğrenmelisiniz. Ben de zor bir hocayım. Benim talebelerim hep benden kaçar, biliyor musunuz?’ dedi. ‘Biliyorum, bana bunları anlattılar. Ben bunlara rağmen bu tehlikeye girmek istiyorum.’ dedim. Güldü ‘Peki’ dedi. Böylece onun talebesi oldum. İkinci hafta seminerine gittiğimde 3 dakika gecikmiştim cebinden altın saatini çıkardı ve bana göstererek; ‘3 dakika geciktiniz, bu bir daha tekerrür etmemelidir!’ dedi. Ben ona sadece, ‘Tamam’ demekle kalmadım hakikaten o günden itibaren bütün hayatımda randevularıma gecikmeme prensibine azami dikkat ettim. Böyle bir hocanın talebesi olma şansına sahip oldum.”

BİLİM TARİHİ VE MATEMATİK

Fuat Sezgin Hocamız şöyle devam ediyor:

“Benim öğrenciliğim döneminde İstanbul Üniversitesinde bilim tarihi yoktu. Ancak, hocam Hellmut Ritter bana: ‘Matematiği bırakma’ dedi. Fen Fakültesi de zaten yanımızdaydı. ‘Matematik bölümüne git, ders al, matematiği iyi öğren. Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetişmişti’ diye izahatta bulundu. Konuşma esnasında birkaç isim saydı: Harizmî, Ebu’l-Vefa, Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi. Bu isimler benim hiç bilmediğim, hatta duymadığım isimlerdi. Dehşete düştüm. Hocam halimi görünce: ‘Bunlar ve daha pek çok isim, büyük âlimlerdi ve daha sonraki Avrupalı âlimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan üstündüler’ diye açıkladı. O gün eve gittim. Çok zor, uykusuz bir gece geçirdim.

Bir taraftan genç hafızamda eve götürdüğüm dört addan başka çok şey bilmek aşkı, öbür taraftan, ilkokula başladığım haftalarda süslü püslü hanım öğretmenimden duyduğum: "İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzu üzerine oturduğuna inandıkları" sözü benim için bir dönüm noktası oldu. Sabahın olmasını, hocama çok şeyler sorma saadetine kavuşma anını sabırsızlıkla bekledim."

İSLAM BİLİM TARİHİ YOK SAYILDI

Hocamız bilim tarihinin safhalarını anlatırken Avrupalıların nasıl bencil davrandığını özetle şöyle ifade etmektedir: Avrupalı bilim adamları, bütün ilerlemelerini borçlu oldukları İslam âlimlerini kaynak olarak göstermediler. Hatta birçoğu tercüme ettiği kitaplara kendi isimlerini yazarak bilim hırsızlığı yaptılar. Siyasi, askeri, ekonomik ve jeopolitik sebeplerden duraklamaya ve gerilemeye başlayan İslam Medeniyetini yok saymak için batı dünyasının eline çok iyi bir fırsat geçmişti. Böylece Müslümanlardan alarak geliştirdikleri bilim ve teknolojiyi, aradaki sekiz asırlık İslam Medeniyeti halkasını çıkararak, doğrudan antik Yunan Medeniyetine bağlama gayretiyle Rönesans diye bir kavram uydurdular.

Sonunda bu sömürgeci zihniyet, hem kendileri İslam Bilim Tarihini yok saydılar hem de bize unutturdular. Müslümanlarda batı kültür ve medeniyetine karşı tapınma derecesinde bir bağlılık meydana gelince, kendi din ve kültürlerine karşı da şiddetli bir aşağılık kompleksi oluştu. İşte batı emperyalizminin Müslümanlara karşı maddi ve manevi alanda elde ettiği tam bir zafer. Bilim ve teknolojideki gerileme zaman içinde telafi edilebilir ama zihniyetteki deformasyonun düzelmesi çok zordur. Eğitim sistemi de söz konusu yanlışı destekliyorsa bunu önlemek neredeyse imkânsızdır.

Eğitim ve kültür alanında yeterince ilerleme kaydetmediğimizi söyleyen politikacılara çok kolay bir yol: Her kademeden eğitim kurumlarına İslam Bilim Tarihi dersleri koymakla ve Fuat Sezgin Hocamızın büyük emek ve gayretle kurduğu müzeyi öğretmen ve öğrencilerimizin görmelerini ve anlamalarını sağlamakla bu eksikliği kolayca giderebiliriz.

Hocamızın yazmış olduğu 5 ciltlik “İslam’da Bilim ve Teknik” müzedeki aletleri tanıtmak için yazılmış mükemmel bir eserdir. Bu eserin gençlerin okuyacağı şekilde daha küçük hacimli ve uygun fiyatlı olarak yeniden basılması gerekir.

BÜYÜK BİR MEDENİYETİN VARİSLERİYİZ

Müslümanlar bilimin hemen her dalında buluşlar yapıp, ölümsüz eserler ortaya koymuşlardır. Bunları bilip, büyük bir medeniyetin varisleri olduğumuzu unutmadan azimle, sabırla, yılmadan çalışmalıyız. Avrupa’nın kokuşmuş fikir ve modasına, hele gençlerimizin idolü haline gelen sapık kişilerine hiç ihtiyacımız yoktur. Biz devlet olarak, aile olarak, toplum olarak bu şuuru öğrencilerimize veremezsek, eğitimden beklenen netice elde edilemez.

Eğitim ve öğretimin gayesi, ezberci ve bilgi hamalı beyinler değil; şuurlu, kültürlü, ülkesine hizmeti gaye edinen, milleti için her türlü fedakarlığı göze alan, din ve inancına bağlı uyanık nesiller yetiştirmektir. Bunun temelinde de tarih, kültür ve medeniyet şuurunun çok önemli yeri vardır.

Belki mübalağalı gelebilir ama şunu iddia ediyorum. Bütün öğrencilerimizin, milli ve dini şuuru edinmeleri için iki yeri mutlaka görmeleri ve anlamaları gerekir:

1.    Çanakkale Zaferi’nin Tarihi Mekanları

2.    İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

Tabii bu ziyaretler, turist gibi gezinti maksadıyla değil, yaşayan tarih şuuruyla öğrencilerin bütün benliğini saracak şekilde olmalıdır. Birincisi milli birlik ve şuurumuzun temelini oluşturacak, ikincisi dini yönden içine düştüğümüz yanlış ve kompleksi ortadan kaldıracaktır