Bugün, dünya üzerinde yaşayan devletlerin çeşitli nedenlerle, ülke ekonomileri isteyerek veya istemeyerek de olsa, Batılı emperyalist devletlerin kontrolü altındadır. Bu durumdan kurtulmanın tek ve basit cevabı; kendi kaynaklarıyla kendine yetmek ve dışarıdan borç almadan öz kaynaklarıyla idare edebilmektir. Bu anlayışta nesiller yetiştirmek de gerekmektedir. Evet, cümle basittir. Olay da izah edildiği gibi, kolay gibi gözükmektedir.

İşin aslı öyle mi? Bakalım. Devletlerin öz güvenlerinin güçlü olabilmesi için, kendi öz kaynaklarının kendilerine yetmesi birinci önceliktir. Yer altı ve yer üstü kaynaklarınız güçlü ise; yeterince işletme ve pazarlama kapasiteniz varsa ve bu alanlarda kimseye muhtaç değilseniz, bir anlamda kurtuldunuz demektir. Doğal olarak, insanların bu durumu anlayarak çalışma ve gayretiyle size destek vermesi gerekir. Ancak olay bu kadarla kalmıyor. Öz kaynaklarımız yeterli olsa bile, vahşi kapitalizmin körüklediği tüketim çılgınlığı, reklam aracılığıyla hiç de ihtiyacınız olmayan şeyleri ihtiyaçmış gibi göstermektedir. Örneğin, reklamların birinci hedefi olan çocuklar, bu konuda sizi tüketmeye mecbur tutmaktadır. Anne ve babanın çocuklarına karşı olan hassasiyetini iyi bildikleri için bu alanda acımasız bir şekilde saldırmaktadırlar. Ne kadar mevzi kazanabilirlerse, o kadar onlar için başarıdır. Düşünün ki, bir telefon modelinin yeni versiyonu oldukça pahalı olmasına rağmen, alıcıları geceden sıraya giriyorlar

Devletiniz, kendi öz kaynaklarıyla kendine yetiyor olsa da, bu acımasız saldırılar sizi zayıf yerinizden yakalayabilir. İşte bu anda bankalar devreye girmektedir. Kendi kendinize yetiyorsunuz ama, olmayan, hesaplamadığınız reklam pazarı karşısında esir düştüğünüz bazı ihtiyaçlar sizi bankanın kucağına düşürmektedir. Banka, demek ki aile ve işletmeciler üzerinden bu ciddi, güçlü savunmayı yıpratmak demektir.

Eğer devletinizin yabancı paraya muhtaç olmadan kendine yeter bir durumu varsa, küçücük kılcal damarlarla bu güçlü durumu yıpratmaya yönelik hamleler demektir. Doğal olarak, bunun küçük kurbanları aileler veya işletme sahibi insanlardır. Yok eğer, devletiniz her alanda yabancı sermayenin girmesine ihtiyacı varsa, bu saldırının amacı vücudu besleyen büyük damarlardır. Böylece küçük oluşumlardan başlayarak tüm vücudu sarabilir. İşte o zaman, uluslararası bankaların ve banka denetçilerinin kontrolüne girmişsiniz demektir. Bu banka denetçileri, yaptığınız her hamle karşısında sanki sizi ciddi bir şekilde denetliyormuş gibi açıklamalar ve değerlendirmeler yaparak bir nevi size gözdağı vermektedir. Dikkat et, gözüm üzerindedir mesajını verir. Ayrıca döviz baskısını da unutmamak gerekir; dünya piyasalarının oynaklığı da buna etki etmektedir.

İşte o zaman, eğer mali yapınız öz kaynaklarına dayanarak çok güçlü ise, o denetleme kurumlarının yaptığı değerlendirmelerin ve tehditlerin fazla etkisi olmaz; savrulur geçer. Ancak, çoğu zaman dünya sermayesi sizin misafiriniz ise, bu sermaye, dünya bankalarının yaptığı çalışmalarla ortak projeler yapıyorsa, işte o zaman sizin için büyük bir tehlike demektir. Onlar, yapacakları uyarı ve ikazlarla sermayelerini sizin alanınızdan çektikleri an büyük yaralar açacaklardır. Geçmişte bunun örneklerini gördük.

Mali yapılanmanız öz kaynaklarıyla beslenen bir çerçevede olsa bile, eğer tüketim çılgınlığı zirvede ise, bu yapılanma da güçlü bir yapılanma değildir. Dünya ekonomik politikalarının rüzgarlarından anında etkilenir. Kısacası, geliriniz giderinizi karşılamıyor demektir. Dünya tüketim devleri sizi her alanda kuşatmaya devam ediyor. Yeme, içme, giyim, moda, marka ve benzeri harcamalar sizi esir almaya devam etmektedir.


Bütün bu kargaşadan kurtulmanın yolu, akıllı, ne yaptığını bilen, bilinçli ve yapmış olduğu israfın boyutlarının farkında olan, gerçekten bu vatanını, milletini seven inançlı insanlar yetiştirmekten geçiyor. Ayrıntılar daha da uzatılabilir. Şimdi, ben yetişen nesillere bakıyorum ve üzülüyorum. Tüketimin ve özentinin esiri olmuş, bilinçsiz, anı yaşayan tipler. Bu tür insanları yetiştirdiğimiz müddetçe, hangi ekonomik çalışmayı yaparsak yapalım mevziler kazanabiliriz. Ancak, öz kaynaklarımızdan yararlanacak nesillere sahip olmadığımız sürece, Batı emperyalizminin esiri olmaya ve onların kontrolündeki bankaların ve uluslararası derecelendirme kurumlarının oyuncağı olmaya devam edeceğiz demektir.

Bu durumdan kurtulmanın yolları çok çalışmak, çok çalışmaktan geçiyor. Yoksa, ülkemiz her alanda bize yetecek şekildedir. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri, tarımda kendine yeter durumu yeterlidir. O zenginlikleri kimseye muhtaç olmadan çalıştıracak ve pazarlayacak duruma gelmeliyiz. Yoksa, kuru kuruya bir şeylere karşı olmak, hatta o anlamı içeren eylemler yapmak sadece zaman kaybettirir. Kimi zaman sırt üstü yatarak vatan ve millet sevgisinden bahsederek, israfın esiri olmuş, çalışmayan ve hep tüketen insanlar, önce kendilerini kandırmak tadındadır. Böyle devam ederlerse, dış devletler bizi daha birçok alanda çok sömürecekler demektir. Anlamsız olarak bir şeylere karşı çıkmak yerine, çalışarak, bilinçlenerek, neyin ne olduğunu iyi anlayarak yapacağımız hamleler daha önemlidir. Yoksa, ele avuç açanın bir gün avucu boş kalır. Atalarımız, "El atına binen çabuk iner," demişlerdir. Aklımızı başımıza alalım ve neslimize sahip çıkalım.

Son zamanlarda kredi kartlarına getirilen kısıtlamaları takdir ediyorum. İnsanlar, gelirlerinin çok fazlasıyla borçlanmaktadırlar. Ayrıca, fiş alma zorunluluğu ve kontrolünü de önemli buluyorum. Böylece kayıt dışı ekonominin ülkemize verdiği zararın kontrol edileceği inancını taşıyorum.

Bu mücadeleden devlet ve millet el ele vererek başarılı olacağımıza inanıyorum. O halde, bu konuda devletimize destek olmak zorunluluğu vardır ve gereklidir. Ekonomik özgürlük için şarttır. Devletimiz, yerinde ve hakkıyla elde edilen vergilerle güçlenecektir.

Mutlu, özgür ve ekonomik olarak bağımsız yarınlar için bu fedakarlığı yapmak zorundayız. O günler, tasarruf yapılarak devlete destek olarak elde edilir.