Süleyman Demirel’e nispet edilen “Yirmi dört saat siyasette çok uzun bir süredir.” sözü, özellikle yedili masada can yakan kafa kopartan krizlerin yoğun olarak yaşandığı günlerde, aynı zamanda umutsuzlukta bir umut arayışının ifadesi olarak sıkça kullanıldı.

Bir yıldır oturduğu masayı kumar ve noter masası olarak niteleyip terk ediveren İP Başkanı’nın, masaya tekrar dönüp dönmeyeceğine dair yapılan tahminlerin de sonuç cümlesiydi nitekim.

İP Başkanı derin bir yıkım psikolojisiyle masaya döndü dönmesine ama mezkûr sözün işlevi bitmedi. Biraz kılık değiştirerek -yedili masada- cevapları şu ana kadar verilmemiş yüzlerce önemli sorunun bir çırpıda baypas edilmesine bir zemin oluşturdu. Zikredilen krizlerden önce ya da onun devamında kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler “Yirmi dört saat siyasette çok uzun bir süredir.” sözünde barındırılan sürpriz beklentisinde tavlanarak, söz konusu sorular hep geriye itildi.

Örneğin, ABD Büyükelçisi, CHP Başkanı’nı parti genel merkezindeki makamında “çat kapı” ziyaret etti.

Üstelik ne bayramdı ne de seyran! ABD Büyükelçisi seçimlerin Türkiye gündeminin baş köşesine yerleştiği bir vakitte bu ziyareti hangi maksatla yapmış olabilirdi?

Eğer mesele “İki ülkenin âlî menfaatleri” idiyse, bu mahiyetteki bir görüşmenin muhatabı Ana muhalefet partisinin başkanı değildi, doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.

O halde o görüşme neden yapıldı? Bu soru “Efendim, yirmi dört saat siyaset çok uzun bir süredir.” denilerek geçiştirilebilir miydi? Bu mümkün değildi ama kapalı kapılar arkasında yapılan, mahiyetiyle ilgili hiçbir açıklamada bulunulmayan görüşme maalesef “Durun, daha neler olacak?” yılışıklığı içinde, sürpriz olarak süslendi.

Bu görüşmenin akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Amerika’ya bu seçimlerde bir ders vermemiz lazım.” vurgusuyla, “Biden’ın buradaki büyükelçisi ne yapıyor? Gidiyor bay bay Kemal’i ziyaret ediyor. Ayıptır, biraz kafanı çalıştır. Sen büyükelçisin. Senin buradaki muhatabın Cumhurbaşkanı’dır. Haddini bileceksin. Büyükelçi olarak görevini bileceksin. Bir büyükelçi nasıl çalışır, bunu öğreneceksin. Bunu öğrenmediğin takdirde bu kapı öyle yol geçen hanı değil, giremezsin.” diyerek tepki göstermesi o görüşmenin kirliliğini pekiştiriyordu.

Çünkü ders verilmeye konu olan şey, ABD Büyükelçisi ile CHP Başkanı arasında bir vesayet anlaşmasının yapıldığına işaret ediyordu ve bunun tercümesi de son tahlilde Türkiye’nin bağımsızlığına indirilmek istenilen sinsi bir darbeyi gözler önüne seriyordu. Çok açık bir yorumla, o görüşmenin siyasetin sürprizlere açık olmasıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu ve ilgili tüm oklar çok kirli bir ayak oyununu gösteriyordu.

Bugün itibariyle Pentagon’dan “ehli tarafından sızdırılan” belgelerdeki Türkiye ile ilgili kayıt da “sanki” o toplantıda üretilmiş gibiydi.

Sızdırılan belgelerde, Wagner grubunun Türkiye’deki - bilgisi ve belgesi bulunmayan- bağlantılarından söz edilmesi, kulağa kar suyu kaçırmak ya da tutmayacak bir çamuru atıp izinden faydalanmak değilse neydi? Daha önemlisi bu sürpriz kelimesinde sırlanan o ikili görüşmenin sırlanma nedenine de çok uygun düşüyordu. Şimdi kalkıp da bunlara siyasetin sürprizidir demek, komik olurdu.

İkinci bir örnek, vatan severlik havaları atmakta mahir olan İP Başkanı’nın onayıyla CHP Başkanı’nın PKK’nın siyasi kolu olan HDP ile yaptığı ittifak anlaşmasıdır.

ABD, PKK ve onun uzantısı olan terör örgütlerini tabancasından helikopterine kadar donatmışken ve ABD Büyükelçisi ile CHP Başkanı kapalı kapılar arkasında muhtemelen atılacak yeni adımları, teröristlere yapılacak yardımları konuşmuşken, PKK ile yapılan söz konusu ittifak anlaşmasının kendi halinde bir siyasi destek temininden ibaret olduğunu sanmak aptallığa delalet etmez mi?

Gerçi, o ittifak pazarlığı bağlamında terörist başlarının salıverilmeleri, genel af çıkarılarak PKK militanlarının serbest bırakılmaları, KHK ile saf dışı edilenlerin görevlerine iade edilmeleri… gibi birkaç “masum(!) konuda anlaşmaya varıldığı beyan edilmiş olsa da zikrettiğimiz ayak oyunları esasında bunların aysbergin görünen yüzünden ibaret olduğu belli değil mi?

Doğrudan Türkiye’nin bekasına ve bütünlüğüne yönelik oldukları apaçık belli olan bu görüşmelerin ve anlaşmaların, siyasetin -sözüm ona- doğasındaki geniş zaman vurgulu sürprizle izah edilmeleri asla mümkün görülmemektedir.

Ayrıca bizim milletimiz sürprizlerle ayak oyunlarını ayıracak bir basirete sahiptir ve bu sebeple seçim tarihimiz 1950’den beri bunun güzel örnekleriyle doludur.