Son dönemlerde gerek iktidar (Cumhur İttifakı) gerekse ana muhalefet partisi (Millet İttifakı) arasında sert polemikler yaşandığı gibi iktidara mensup (eski) dostlar arasında da hoş olmayan ifadeler kullanılmaktadır. Hepimiz görüyor ve izliyoruz…

Bülent Arınç, hem ittifakın milliyetçi ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hem de kendini resmen “muhafazakâr demokrat” olarak tanıtan AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından çok sert üsluplarla eleştirildi. “Fitne ateşi”nin müsebbibi olmakla itham edilen Bülent Arınç’ın (eski) dava kardeşine karşı duygularındaki sarsıntının şiddeti, Cumhurbaşkanlığı yüksek istişare kurulu üyeliğinden istifa etmesine yol açmıştır. Cumhurbaşkanı, bu istifasını uygun bulmuştur…

Bülent Arınç, her nasıl oldu ise konjonktüre uygun olmayan fikirleriyle izaha muhtaç bir kavram olan “dava adamı” olma özelliğini resmen kaybettiği için, artık AK Parti içinde bile “personanongrata” (istenmeyen kişi) olarak ilan edilmiş durumdadır. Bu şartlar altında Bülent Arınçiçin AK Parti’de kalmak da zor, ayrılmak da.

Siyaset sahnesinde güçlü tarafa destek vermek ve mağlup edileni insafsızca eleştirmek, bilinen bir gerçektir. Ammâ, bu yaklaşım, ne kadar ahlâkî ve ne kadar sürdürebilir? Siyaset arenasında bu denli gerginlikler ve karşılıklı ağır ithamlar, toplum hayatına olumsuz etkilemez mi? Toplumun birliğini ayakta tutan adalet ve kardeşlik duygusunu zedelemez mi? Halbuki sosyal adalete dayanan kardeşlik duygusunun somut tezahürü sevgi, muhabbet, saygı, ülfet ve ünsiyettir.

Siyasetin Dili Bozulursa Toplumda da Çatışma Kültürü Hâkim Olur

Gönüllerin birleşmesi, insanların birbirleri ile güzel anlaşıp kaynaşması, insanların adalete dayanan hukuk sisteminin varlığına inanmalarına ve kendilerine hukuk güvenliğinin verilmesine bağlıdır. Bunu sağlayacak olanların başında da iktidar gelir. Bu durumda toplumda da kimse, kimseye tehdit edemez, kötü söz söyleyemez, çünkü adalet, kötülük yapanların yakasına yapışır ve mağduru korur. Bu sistem, toplum nezdinde de bir hayat tarzı olarak benimsenirse, o toplumda çatışma kültürü ve kaotik ortam meydana gelmez.

Zaten insanlarla iyi geçinmek, onlarla haşir neşir olmak, temiz fıtratın da arzu ettiği bir haslettir. Hayatı paylaşmak mecburiyetinde olduğumuz insanlarla görüşmek, konuşmak, onlarla kaynaşmak, güzel geçinmek için sabretmek, yaşadığımız sosyal sorunların birçoğunu ortadan kaldırır. Onun için hukuku esas alan bir sosyal devlet, sadece sosyal kanunlar çıkartmakla yetinmez, aynı zamanda toplumda sosyal münasebeti tesis eden, geliştiren ve koruyan bir manevî atmosfer oluşturur.

Onun için devleti temsil eden siyasetçiler, ihtilaf ettiği konular hakkında bile uygun bir lisan kullanmalıdır. Yani devlet yöneticileri, hem kendi aralarında, hem de topluma yönelik olarak insaflı ve müşfik bir dil kullanmalıdır. İdareciler, samimî duygularla bütün vatandaşlarına hüsnü muamelede bulunmalıdır. Böyle olunca sadece devlet-millet kaynaşması olmaz aynı zamanda insanlar da birbirine yaklaşır ve olası düşmanlıkların ve çatışmaların önüne geçilebilir.

İslâm, Sevgi ve Sabır Kültürünü Tavsiye Eder

İslâm âlimleri desiyasal ve toplumsal barışın önemine binaen sosyal hayata yönelik sevgiyi, vahşet ve yabaniliğin zıddı ve medenî varlık olmanın temeli olarak kabul etmiştir. İslâm dini, başkalarını sevmeyi, insanlarla ülfet etmeyi, müminlerle dostluk ve kardeşlik kurmayı teşvik etmektedir. Bir toplumda ülfetin yaygın olabilmesi ve çatışma ortamının engellenebilmesi için, özellikle geçim zorluğu çekenlerin sosyo-ekonomik yönden himaye altına alınması, maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Aç insana, temel ihtiyacını gidermeden sevgiden bahsetmek, onu kandırmaktan başka bir şey değildir.Peygamberimiz (sav) hayırlı bir toplumun sosyal duyarlı ferdini, şu hadis-i şeriflerinde işaret etmektedir:

“Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, II, 400).

Kamusal ve sosyal barışı tehdit ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenlerin bir iç dünyalarına bakınız! Hemen hepsinde merhamet duygusu kaybolmuş, canavarlaşmış tiplerdir. Kalpleri kararmış, ruhsuz ve vicdansız bu tipler, en küçük bir hata yapan idarecilere veya kişilere karşı, sanki haklılarmışçasına hiç çekinmeden alenî bir şekilde tehditte bulunur ve bunu bir ideoloji kılıfına sokarak, marifet zanneder.

Böyle acımasız bir yaklaşım yaygınlaşırsa, kişi veya gruplar arasındaki anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar giderileceği yerde bir çarpışmaya dönüşebilir. Çatışma kültürü;kişinin kendisiyle, başkasıylaveya mensubu olduğu toplumuyla anlaşamaması sonucunda kendisiyle veya başkasıyla barışık olmaması ile birlikte kendisine veya başkalarına zulmetme eğilimine girme sürecidir.

Bir toplumda yaygın olarak adaletsizlik, haksız rekabet ve paylaşımın bir sonucu olarak düşmanlık, haset, öfke, endişe, korku, kıskançlık, hırs, değerlerin ve(ya) menfaatlerin uyuşmazlığı, saldırganlık dürtüleri, fakirlik ve akl-i selimden uzak düşünce arızaları olduğu sürece toplumsal çatışmanın her çeşidi meydana gelebilir. İki veya daha fazla sayıdaki kişi, grup, mahalle, yer altı örgütü veya siyasî parti arasında çatışma durumu olabilir. Türkiye’de 70’li yıllarda görüldüğü gibi “sen komünistsin”, “sen faşistsin” diye diye yabancı ideolojilerle beslenmiş Ahmet, Mehmet ismi taşıyan sözde “idealist” ammâ radikalleştirilmiş gençlerin birbirleriyle alenî bir biçimde savaşmaları, bunun en fecî tezahürüdür.

Ezcümle            

Başta devlet/hükümet olmak üzere fertlerin ve sosyal grupların, adaletten, maneviyattan, millî kültürden sapma göstermesini istemiyorsak, toplum olarak parçalanıp ayrılığa düştükten sonra dünyevî ve uhrevî azaba sürüklenmekten korkuyorsak (Âl-i İmrân: 103), hepimiz tek tek ve hep birlikte aklen ve kalben Allah’ın kurtuluş “ipine” sımsıkı sarılıp, O’nun adaletine ve emirlerine uymalıyız (Âl-i İmrân: 103). Siyasette gerginliklerin olmaması ve toplumda çatışmaların meydana gelmemesi için, tek çare, ulu önderimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) ahlâkını bilmek, her alanda ve her hususta yaşamaktır. Nitekim Kur’ân’ın siyasal ve sosyal çözülmelere karşı bizleri uyarmaktadır:

“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin (birbirinizle çatışmayın), sonra zayıflarsınız ve zaferi (sosyal birliği ve iktisadî başarıyı)elden kaçırırsınız. (Birbirinize, sıkıntılarınıza karşı) Sabredin; şüphesiz Allah sabredenleri sever.” (Enfal: 46).

Her yönüyle farklı görüşlere sabır ve anlayış gösteren iktidar sahipleri, siyasetçiler ve toplumun fertleri, kardeşlik hukukun bir gereği olarak yine de birbirlerine hüsnü niyet ve hüsnü zan besler, merhamet, saygı ve sevgi gösterir. Öyle bir tutum ve davranış sergilememizi bizzat ulu önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) bizden şu tespitleriyle istemektedir.

“Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” (Müslim, İman-54).