Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara New York Times'e konuştu: İttifaklar, yaptırımlar, yabancı savaşçılar ve Abraham ( İbrahim ) Anlaşması...
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, New York Times’a verdiği röportajda yalnızca kendi ülkesine değil, tüm bölgeye dair siyasi geleceği etkileyebilecek son derece önemli açıklamalarda bulundu. Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gerçekleşen bu söyleşi, Şara’nın liderliğinde şekillenen yeni Suriye’nin dış politikasına, iç yapılanmasına ve küresel aktörlerle ilişkilerine dair dikkat çekici ipuçları sundu.
Savaş sonrası Suriye’nin yeni vizyonu
Röportajın ilk bölümlerinde Ahmed Şara, savaşın harap ettiği bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak için izlenecek yeni hükümet politikalarını anlattı. İç savaş sonrası yeniden inşa sürecinde, dış müdahaleler ve ambargolarla kuşatılmış Suriye’nin yeni dönemdeki önceliklerini şöyle özetledi:
- Dış müdahalelerin son bulması,
- Uluslararası yaptırımların kaldırılması,
- Suriye’nin egemenliğinin tüm aktörlerce tanınması,
- Ulusal birlik çabalarının hızlandırılması.
Ahmed Şara, özellikle Rusya ve Türkiye ile sürdürülen askerî ve diplomatik temasların önemine dikkat çekti.
Bilindiği gibi,Türkiye son dönemde Suriye ile stratejik öneme sahip anlaşmalar imzalıyor. Bu anlaşmalar çerçevesinde Türkiye;
- Suriye'nin kuzeyinde konuşlu terör örgütlerinin etkisini azaltarak sınır ve millî güvenliğini sağlamayı,
- İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmayı,
- İsrail'in işgali altında bulunan bölgelerin sınırına kadar uzanan bir nüfuz alanı oluşturarak stratejik kazanımlar elde etmeyi hedefliyor
Şara, uzun yıllardır Suriye’de askerî varlık bulunduran Rusya’nın Esed rejimine sağladığı askerî ve diplomatik desteğin, enerji ve altyapı alanlarını da kuşattığına dikkat çekti. Yeni dönemde bu ilişkinin, Suriye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılacağının sinyallerini verdi.
Suriye yönetiminin Rusya ve Çin gibi küresel aktörlere karşı benimsediği bu stratejik yaklaşımın ilk işaretleri, Esed rejiminin devrildiği Düşman Caydıran operasyonun başladığı ilk andan itibaren paylaşılan yapıcı mesajlarla kendisini gösterdi. Devrimciler Şam'a doğru ilerlerken, yabancı ülke vatandaşlarına ve diplomatik misyonlara yönelik herhangi bir güvenlik tehdidi olmadığını açıkça ilan ettiler. Rusya ve Çin gibi eski rejimin destekçilerine karşı bile uzlaşmacı bir dil kullanıldı.
Suriye-Rusya ilişkileri sadece Suriye için değil, Rusya açısından da büyük önem taşıyor. Moskova, devrik rejim döneminde Suriye’ye ciddi askerî yatırımlar yapmıştı.
Rusya, devrim sonrası Şara yönetimiyle ilişkileri yeniden tesis etmeyi; Suriye’deki askerî üslerini korumayı, enerji alanındaki mevcut iş birliklerini sürdürmeyi ve bölgedeki stratejik nüfuzunu muhafaza etmeyi amaçlıyor.
Beşşar Esed’in durumu ve Rusya’nın tutumu
Röportajın en çarpıcı bölümlerinden biri, Rusya’ya kaçan devrik rejimin devrik başkanı Beşşar Esed hakkında oldu. Ahmed Şara, Esed’in iadesi için Rusya’dan resmi talepte bulunulduğunu ancak Vladimir Putin’in bu talebi reddettiğini ilk kez kamuoyuna açıkladı.
Yabancı Savaşçılar
Şara'nın röportajında dikkat çeken bir diğer kritik husus, Suriye devrimine fiilen katılan bazı yabancı savaşçılara vatandaşlık verilebileceği yönündeki açıklamaydı. Bilindiği üzere, Esed rejiminin devrilmesinin ardından, Şara liderliğindeki Suriye yönetimi, devrim sürecinde rejime karşı savaşan bazı yabancı savaşçıları yeni Suriye ordusunda üst düzey pozisyonlara atamıştı. Bu durum, ABD başta olmak üzere pek çok küresel aktör tarafından riskli bulunmuş ve sert tepkilere yol açmıştı.
Medyada yer alan bilgilere göre, *devrik rejime uygulanan yaptırımların kaldırılması için Şam yönetimine sunulan şartlar arasında, yabancı savaşçıların üst düzey görevlere getirilmemesi de yer alıyordu. Bu bağlamda, yabancı savaşçılara vatandaşlık verilmesi ihtimali, hem bölgesel dengeleri hem de Suriye'ye yönelik yaptırımların geleceğini doğrudan etkileyebilecek nitelikte stratejik bir adım olarak görülüyor.
Ancak Ahmed Şara bu konuda net bir duruş sergileyerek yabancı savaşçılar konusunda, "Suriye’nin özgürlüğü için canını ortaya koyanlara karşı kör kalamayız" şeklinde vefalı bir yaklaşımla, yeni dönemde vatandaşlık ve kimlik politikalarının "millî sadakat" temelinde şekilleneceğinin sinyallerini verdi.
“Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve İsrail’le normalleşme”
Ahmed Şara’ya, ABD Kongre Üyesi Cory Mills’in, Suriye’nin “İbrahim Anlaşmaları’na katılıp katılmayacağı” yönündeki sorusu hatırlatılınca verdiği yanıt Suriye yönetiminin diplomatik vizyonunu ve bölge siyasetine yönelik stratejik duruşunu ortaya koyan bir kırılma anı olarak kayıtlara geçti.
Şara, bu soruya şu ifadelerle karşılık verdi:
“Önce Suriye’ye müdahalelerini durdurmaları, bombardımanı sona erdirmeleri ve girdikleri Suriye topraklarından çekilmeleri gerekiyor. Ancak o zaman bu anlaşma hakkında konuşabiliriz. Anlaşmaları imzalayan tüm ülkelerin toprakları işgal altında değil; İsrail onların topraklarını işgal etmiyor.”
Bu açıklama, yüzeysel, ön yargılı kalemşör yorumcular ve dar bakışlı art niyetli mihraklar tarafından "Suriye İsrail’le normalleşmeye yeşil ışık yaktı" şeklinde çarpıtılmaya müsait olsa da, meseleyi derinlemesine okuyan ve azıcık siyaset bilen herkes bu sözlerin arkasında stratejik bir derinlik üzerine bina edilmiş diplomatik bir hamle olduğunu anlayacaktır.
Şara’nın açıklaması, Suriye’nin İbrahim Anlaşmaları’nı gündemine alabilmesi için İsrail’in şu üç temel şartı yerine getirmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor:
1. İsrail’in 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nden tamamen çekilmesi,
2. Esed rejiminin çöküşü sonrası işgal ettiği Suriye topraklarını terk etmesi,
3. Suriye’ye yönelik hava saldırılarını ve askeri operasyonlarını tamamen durdurması.
Bu şartlar yerine getirilmeden herhangi bir anlaşmanın konuşulması dahi mümkün değil. Dahası, bu şartlar yerine getirilse dahi bu, Suriye’nin anlaşmayı kabul ettiği anlamına gelmiyor. Şara’nın yaklaşımı yalnızca “konuşulabilirlik” düzeyini işaret ediyor.
Bu stratejik tutum, Hamas’ın Filistin meselesindeki yaklaşımını hatırlatıyor. Hamas, İsrail’i tanımama şartıyla, teorik düzlemde iki devletli çözüm formülüne açık olduğunu beyan etmişti. Ahmed Şara’nın İbrahim Anlaşmaları konusunda sergilediği bu stratejik tavır da benzer bir diplomatik zemin üzerine inşa edilmiş durumda.
Hamas İslâmî Direniş Hareketi de, Ahmed Şara da bu stratejilerini İsrail’in hem Filistin’de hem de Suriye’de çözümün gereği olan işgallerinden ve de Suriye’ye ait olan Golan tepelerinden asla vazgeçmeyeceği gerçeği üzerine bina ediyor.
Zira bu strateji, İsrail tarafının ve destekçilerinin gerçek niyetlerini ifşa eden bir tür diplomatik tuzaktır: Düşmanı kendi çelişkilerinde boğmak ve meşru talepleri yüksek sesle dile getirerek uluslararası kamuoyunda haklı zemini tahkim etmek…
Verilen mesaj net ve açıktır: “Oyun bozan biz değiliz, sizsiniz. Çekilin, sonra konuşalım.”
Bu stratejik hamle bu kadar net ve açık olmasına rağmen, Suriye Devrimi’ne öteden beri önyargılı ve şaşı bakanlar, İran’ın ABD ile başlattığı müzakereleri “stratejik maslahat” kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışanlar ve kendi çıkar ilişkilerini gizlemek için fetvalarla bu kirli zemini temize çekmeye uğraşanlar; Ahmed Şara’nın bu açıklamalarını da ya görmezden gelecek ya da çarpıtarak servis edeceklerdir.
Bu çevrelerin, “Suriye İsrail ile normalleşmeye yeşil ışık yaktı” türünden algı operasyonlarına girişecekleri aşikârdır.
Ve elbette, bu manipülasyonlara çanak tutan bazı medya figürleri de “Suriye teslim oldu” söylemleriyle yargısız infazlarına hız kesmeden devam edeceklerdir.
Ancak tarihe not düşmek gerekir:
Bu bir teslimiyet değildir.
Bu; İşgalci İsrail’le normalleşme değildir.
Bu; Küresel sisteme teslim olmak değildir.
Bu; haklı pozisyonu sağlam bir diplomatik manevrayla uluslararası zeminde tahkim etmektir. Bu; düşmanı kendi söylemleri ve çelişkileriyle köşeye sıkıştıran stratejik bir zekânın ürünüdür.
Sözlerimi noktalarken, İstanbul'da yaşanan deprem dolayısıyla halkımıza geçmiş olsun dileklerimi sunarım. Bu vesileyle bir hakikati dile getirmek istiyorum:
Allah Teâlâ'nın hem toplumsal hayatta hem de kevnî âlemde koymuş olduğu değişmez yasalar vardır. Deprem, bu yasaların bir tecellisi olarak Allah'ın kullarına yönelttiği ilâhî bir hitaptır; gaflet içinde geçen ömürlere bir ikaz, kalplere bir uyarı, kulluk bilincine bir davettir. Rabbimizin hem kevnî (yaratılışa dair) hem de şer'î (vahiy kaynaklı) emirlerine yönelmemiz, hayatı yaratılış gayemiz doğrultusunda düzenlememiz için bir uyanış vesilesidir.
Biz Müslümanlar, çevremizde yaşanan toplumsal olayları ve kevnî gelişmeleri yalnızca entelektüel bir bilgi çerçevesinde değil, Rabbimizin bizleri hakikate, hidayete ve istikamete ulaştırmak için gösterdiği ayetler olarak değerlendiririz.
Bu vesileyle, gerek dünya üzerinde yaşanan toplumsal olaylar, gerekse şahit olduğumuz depremler gibi kevnî ayetlerle tecelli eden ilâhî uyarılar sayesinde insanlığın fıtratını ve kulluk istikametini yeniden hatırlaması; tövbe ve yönelişle Rabbine dönmesi; hayatını Allah'ın rızasını önceleyerek yeniden inşa etmesi en büyük temennimizdir. Böylece hem dünya hem de ahiret saadeti mümkün olacaktır.