Güçer Kafa; ''Bilmek ve bilmemek, testere gibi. Giderken keser. Gelirken keser! O bildiğimiz, buruk lakin içe sinen hallerden kalmadı eser! İklime pusu kurulalı, kimbilir bu deli rüzgar ne yandan eser?'' ifadeleriyle mesuliyet yolunun, engebeli ve zorluklarına rağmen bir tercih meselesi olduğunun altını çizdi!

İŞTE O YAZI:

Bilmek, ağır yük. Mesuliyet, bilmenin ikiz kardeşi. Biliş eliyle mesuliyet çuvalı sırtına vurulan adam, mazur görülme hakkı elinden alınmış demek! Bahane köpüğünde kamufle olmak şansı da yok! Zira bilmenin getirdiği bir bedel söz konusu…

         Cehalet, bu zaviyeden bakınca çok konforlu(!) Bilip de bilmemezlikten gelme (Tecahül-i Ârif) sanatını icra etmek için, şair olma zorunluluğu da yok. Bu mevzu gözlüğün çerçevesine sığan manzara kadar sabit, tutulmuş boyun kadar istikrarlı(!)

         Maddenin üç haline göre yorumlanacak olursa; bilmek katı, cehalet sıvı kuşkusuz. Katı zora gelince kırılır, un-ufak olur çok defa. Sıvı, her duruma göre, herkes için, her zaman üçlemesiyle, hep makul, hep baskın(!) Bazen öylesine sıvılaşıyor ki her şey, katı olanı bir kesme şeker misali eritebiliyor. Son tahlilde bir zaman gelip buharlaşınca bütün zemin, elde kalan birkaç tortuya bakıp iç geçirmek düşüyor hissemize…

          -mış gibi yaparak, yuvarlanıp gidiyoruz. Kollektif kurgunun içinde mutluyuz vesselam. Pergelin sabit ayağı da hareketli hale geçince, büyük ya da küçük çizdiğimiz dairelerin yerine, manasız çizgilerin karmaşıklığı kaldı elimizde. Ehem-mühim ötesinde bir yerde, fasit çaresizlik burcu yırtıyor gökyüzünü. Belkide bu sebepten seyyanen tebessümler var gamzelerimizin ucunda. Vasıfsız hüzünlerin, karda yürüyüp izini belli etmediği bir çağdayız. Hepimiz, belli belirsiz idrakimize gerilen o görünmez ağdayız.

Ehven-i şer matematiğiyle hesaplanmış bir seyr-ü sefer, haritalarla lades tutuşur mu yine? Usturlapsız, cebirsiz, iskorpit mağduru mürettebat misali yüreğimde çalkalanır her seviyeden hislerim. Bilmem ki bunca yenilmişliği ne diye beslerim? Cehle mersiye haline dönen mısraların bir manası var mı? Bilmekten yorulup, yanılgıya kürek çekme arzusu kâr mı?

Çölleşen zihinlerden köşe bucak kaçma eyleminin, cezasız kalmayacağını fısıldayan kim? Oysa... Firarsız renklere tuval imal etmek en büyük zevkim!

Düstur, cangıllaşan atmosfer içinde kayıp! Usul, erkân keza! Yoklar, yokluyor karanlıkları. Yoku yokta eritmiş bir demden yâdigar bu sükût. Sıra dağlar misali omuz omuza sabır kervanı.

Bilmek ve bilmemek, testere gibi. Giderken keser. Gelirken keser! O bildiğimiz, buruk lakin içe sinen hallerden kalmadı eser! İklime pusu kurulalı, kimbilir bu deli rüzgar ne yandan eser?

Kevgire dönmüş havsalamızın, yama tutmayacağını zikretmeye lüzum var mı? Hem zaten neyin ne olup olmadığı tahterevallisinde, içimiz dışımıza çıkmadı mı? Hayallerimiz vardı değil mi? Hayalimizi üleştiklerimiz, umarsızca peyderpey yıkmadı mı? Uçarı asabiyetimizin eteklerinden tutunsak, bir faydası olur mu? Zannetmiyorum!

Şevki Yılmaz yazdı: Kâbe-i Muazzama'nın Rabbini unutanların vay hallerine! Şevki Yılmaz yazdı: Kâbe-i Muazzama'nın Rabbini unutanların vay hallerine!

Pişmanlıkların, pişmaniye yer gibi kursağımıza takılması da sıradan artık! Sahteliklerin kuşattığı gözlerimizin, itimatsızlıkların kanattığı sözlerimizin ve buz tutmuş gönül közlerimizin hesabı açık vermeye devam ediyor. Bize muhasip değil musahip gerek bundan gayrı! Yol tek olsa da yoldaş apayrı!