Güçlü oyuncu kadrosu, 2,5 yıl süren çekimleri ve 1 doların 35 lira olduğu dönemin koşullarında rekor denilebilecek büyüklükteki 40 milyon TL bütçesiyle oldukça iddialı bir yapım olarak izleyicinin karşısına çıkan Yorgun Savaşçı adlı dizinin çekimleri durdurulup, kayıtları yakılmıştı.

FİLMİN YAKILMA EMRİ KENAN EVREN'DEN GELDİ

O dönem Türk sinema tarihinin en pahalı prodiksoyunu olarak gösterilen dizi film çeşitli engellemelere rağmen ancak 8 bölüm çekilebilmişti. Dizi filmin yakılma kararını veren komisyonda bulunan 'Şu Çılgın Türkler'in yazarı Turgut Özakman, filmin yakılması için dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in yine dönemin Başbakanı Bülent Ulusu'ya emir vermesi ile oluşturulan komisyonun 7 üyesinden biri olduğunu belirtmişti. 

2. ABDÜLHAMİD'LE İLGİLİ SAHNELER ETKİLİ OLDU

Yapımın yakılmasıyla ilgili olarak yapılan açıklamada Atatürk’ü ve milli mücadeleyi kötü gösterme temel neden olarak belirtiliyordu. Filmde yer alan 2. Abdülhamid'in devrilmesinin arkasındaki tezgaha göndermede bulunulan sahneler başta olmak üzere Çerkez Ethem'in kahraman olarak gösterilmesiyle ilgili sahnelerin de etkili olduğu ifade edilmişti.

YAKIM KARARINI VEREN KOMİSYONDAKİ İSİMLER

Yorgun Savaşçı'nın genelkurmay fırınlarında yakılmasına karar veren komisyonda; Hava Albay Mehmet Yılmaz, Piyade Albay Selçuk Doğu, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Temsilcisi Tank Albay İhsan Beriş, İçişleri Bakanlığı Temsilcisi Hatice Özak, Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Temsilcisi Adnan Yarar, TRT temsilcileri Mehmet Turan Akköprülü ve Aydın Olgun ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi - Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Turgut Özakman yer almıştı.

Yorgun Savaşçı romanında geçen ilgili bölüm:

Vay canına! İşte bu kötü...
Doktorun sesine döndüler.
— Nedir?
— Kötü... Doktor Münir gazeteyi indirerek gözlüğünün üstünden baktı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson İzmir’le dolaylarının Yunanlılara verilmesini onaylamış...
— Yok canım!
— Evet... Kötü bu haber... Manda işini bile yürütemedi Halife efendimiz... “Biriniz alın bizi toptan... ” dedik, “Olmaz, paralayacağız” dediler. Cemil’e döndü. Kuşçubaşı çiftliğine gidip yan gelme işin suya düşüyor, Cehennem. Çiftçiliği bırakıp zeybekliğe soyunacaksan, bilmem!.. Biraz düşündü. Gözlerinden kurnaz bir ışıltı geçti. Dün gece, “Yolu yok muydu, bu savaşa girmemenin?” diye sormuştun. Paşa amcamız kem küm etmişti. Ne buyurur, bu yeni durumda acaba?
— Yolu yoktu doktor! Ben bu meseleyi çok düşündüm! Sen de düşünmüşsündür, var mıydı?
— Vardı paşa emmi!
— Nerede?
— Abdülhamit’te...
— İndirmekle suç mu işledik?
— Galiba...
— Anlamadım! “Hürriyeti almak da suç” diyeceksin, neredeyse!
— Hayır! “Kim istediydi, bizden bu hürriyeti?” diyeceğim!
— Halil Paşa birden ciddileşti.
— Kim mi istedi?
— “Millet” diyeceksiniz ister istemez!
— Evet!
— Bu evet biraz yavaş çıktı paşa emmi! Biz bir avuç asker memur takımıydık! Koca imparatorluğa yaygın, gizli açık hiçbir politika örgütü yokken, milletin hürriyet
istediğini nereden anladık? Halil Paşa hemen karşılık verecekmiş gibi davrandığı halde gülmeye çalışarak durakladı:
— Domuz farmason! Diyelim ki haklısın! Diyelim ki millet bizden hürriyet istemedi. Diyelim ki hürriyet denilen cenabetin ne olduğunu, biz de pek bilmiyorduk.
— Pek değil!
— Hadi diyelim ki hiç bilmiyorduk, Allah belanı versin, diyelim ki devlet batıyor, diye istedik!
— Nereden belliydi hürriyetle kurtulacağı?
— Uzattın ki, tadını kaçırdın! Baktık; bir hürriyet lafı, dönüyor ortada... Yakaladık kuyruğundan, çaldık
Abdülhamit’in kafasına...
— Teker meker yıkılınca da apıştık?
— Evet!
— Başladık, “Niye yarar ki ola bu hürriyet?” diye arpacı kumrusu gibi düşünmeye... Ben tası tarağı toplayıp savuştum, cemiyetten! Siz paçaları sıvayıp kadro aramaya giriştiniz, “istim arkadan gelsin” hesabı...

HaberVakti