‘’Ben, merhum ….. Efendi’nin evladı olarak fakir bir Anadolu köyünde dünyaya geldim. Kara lastik giyenlere zengin gözüyle bakılırdı o zamanlar. Anamız babamız bizi yokluk içinde büyüttü! Rahmetli babam çok zor şartlarda bizi okuttu. Üstüne başına almaz bize defter kalem alırdı. Üniversite dönemi daha da zordu. Sırtımızda paltomuz, cebimizde harçlığımız yoktu. Taşra’dan şehre gelmek, kimsesizlik, maddi imkansızlıklarla yabancı bir şehirde yaşamak! Zor şartlarda okuduk. Her fırsatta hayırseverlerin kurduğu vakıflara gider esnaf abilerin bağışlarıyla kaynayan kazandan çorba içerdik. Bazen günümüzü bir simitle geçirdiğimiz olurdu. Anam yün eğirir, çorap örerdi, babamla zembil yaparlar, tereyağı hazırlar kasaba pazarında satarak geçimimizi sağlarlardı. Boğazlarından keserler bize harçlık yollarlardı. Yeter miydi o harçlık? Yetmezdi! Kanaat ediyorduk! Azdı tabi ama bereketliydi, alın teriydi. Kıymetliydi! Helal Lokma idi… Yetinmeyi bilirdik…!’’

Hiç şüphesiz iman eden bir kulun Rabb’inden talep edeceği muradının en büyüğü dualarının kabul edilmesidir. Kul kendisinde o hasleti görsede/göremesede ağzı dualılardan, kalbi kırıklardan, beli iki büklüm piri fanilerden, dostlarından, anadan babadan, ilminin hakkını verenlerden dua almak ister. Duası kabul olan bir kul olma isteği literatürümüze İSM-İ AZAM kavramıyla daha da yerleşmiştir. Kadim bilgi özetle şudur; ‘’Allah’ın sadece peygamberlerinin ve lütfettiği has kullarının bildiği öyle bir ismi vardır ki, kim ki o isimle dua ederse yüzdeyüz kabul olur.’’
Bir çok ilim erbabı, ''İsm-i Azam nedir?'' sorusuna cevap aramışlar ve ‘’Allah’u A’lem-Allah en iyisini bilendir’’ ibaresiyle, bir çok esma zikretmişlerse de kesin olarak şudur dememişlerdir. İsm-i Azam'la alakalı verilen bir çok bilgiden biri de; Belkıs annemizin arş’ının (meallerde taht diye tercüme edilmiştir) Sebe’den, Süleyman aleyhisselamın bulunduğu Kudüs’e göz açıp kapayıncaya kadar getirilmesindeki sırrın; veziri/vekili Asaf ibni Berhiya’nın ism-i Azam ile ettiği duayla olduğudur. İsm-i Azam’ın büyüyü bozduğu, iki kişi arasında sevgi veya nefretin doğmasını sağladığı, hastalıklara şifa olduğu, seyir halinde olan gemiyi durdurduğu gibi bir çok vakıalarda kaynaklarda zikredilmiştir.
İsm-i Azam öyle bir ilimdir ki olmaz zannedilen, hayatın normal akışında olmayacaklar biiznillah olur hale gelmektedir. Hal böyle olunca da ciltler dolusu eserler yazılmıştır. Bırakın İslam alimlerini; İbn-i Sina'dan İbn-i Rüşd'e İslâm'la ilgili çok sayıda çalışması-makale-tercümesi bulunan, Mısırlı Dominiken rahibi Georges Chehata Anawati dahi; hurufiyat, ebced ve çeşitli vefklerle bezenmiş 1967 tarihli  “Le nom suprême de Dieu” (Ism Allâh al-A'zam) adlı makalesinde Fahreddin er-Râzî’nin Levâmiʿu’l-Beyyinât’ındaki ilgili bölümü özetlemiş, ardından İsm-i Azam’ın halk inancındaki kullanılışlarına yer vererek, ne olabileceği üzerine kafa yormuş, ilginç bir şekilde gayret sarfetmiştir.
İsm-i Azam hakkında nakledilen rivayetlerle ileri sürülen fikirleri incelediğimizde bir kısım alimlerin böyle bir ismin mevcudiyetinin kesin olarak sabit olmadığı yönünde de görüşleri vardır. İslam alimlerinin ‘’İsm-i Azam esma-i hüsna’dan hangisidir yada nedir?’’ sorusuna verdiği cevap ise 3 ana başlıkta toplanmıştır. Biz tabi bu detaylara girmeyeceğiz. Muradımız başka! Mısır’lı rahip Georges’in merak ettiğini bir Müslüman olarak merak etmemek olur mu?
Duaları makbul bir kul olmayı kim istemez?
Hakikaten nedir İsm-i Azam? O sihirli kelime? O en büyük isim?
Olmazları biiznillah olduran
!

2017 yılına kadar, daha henüz Siyonist rejim İsrail tarafından Filistin’e giriş yasağı koyulup, deport edilmediğimiz dönemlerde Kudüs Seferlerimize katılan Kudüs sevdalılarıyla Mescid-i Aksa Haremi Şerifi’ne ilk adım attığımız da onları bir zeytin ağacının altında toplar, yerden bir avuç toprak alır ve:
- ‘’Ne mutlu sizlere ki; sizler, Allah'u Teala'nın sevdiği, ‘’kulum’’ dediği nasiplilerdensiniz! Nereden mi biliyorum? Çünkü sizler, Kuddüs olan Rabb’imizin dualarını kabul ettiği kullarısınız…!’’ diyerek sözlerime başlardım. Tabi kafileye katılmış belki de Kudüs'e bir turistik, kültürel, otantik turla güzel anılar biriktirmek niyetiyle gelmiş seküler hayat tarzına sahip bir katılımcı; ''Ne alaka canım'' derken bile içte içe ne demek istediğime dair duyduğu merakı ve bu ifademi duyan bizim muhitten kardeşlerimizin gözlerinde belirgin bir heyecan ve meraklı bakışlarıyla adeta;
- ‘’Nasıl yani? Biz, Allah'ın dualarını kabul ettiği kullarından mıyız?’’ sorusunun şaşkınlığı simalarına yansımış bir haldeyken sözlerime devamla:
- ‘’Evet siz Allah’ın sevdiği, duası makbul kullarısınız! Kalben niyet ettiniz, dünya gözüyle Mescid-i Aksa'yı görmek istediniz, imkanlarınızla nice mekanlara gitmek varken işgal altında büyük bir mücadelenin sürdüğü ilk kıbleniz Mescid-i Aksa’ya gelmeyi, bu mübarek mekanda iki rekat namaz kılmayı, Filistin’li kardeşlerinizle kucaklaşmayı tercih ettiniz. Belki de yakın çevrenizden size; ‘’Gitme! Aklını peynir ekmekle mi yedin! Orada savaş var başına bir iş gelir’’ diyenlere rağmen niyetinizden vazgeçmediniz ve ‘’Allah’ım! Bana dünya gözüyle İsra ve Mi’rac’ın merkezi Mescid-i Aksa’yı görmeyi nasip et, sağ salim bizi Kudüs’e ulaştır! Orada secde etmeyi nasip et!’’ diye dualar ettiniz.
İşte şu an buradasınız! Kavuşmak için duasını ettiğiniz mekanda! 144 dönümlük mübarek alanda! 
İşte şimdi, şu an o duanız kabul oldu! Duanızın kabul olduğu yer ve andasınız! Ne mutlu size! Siz, Allah'ın dualarını kabul ettiği kullarındansınız! Burası Mescid-i Aksa Haremi Şerifi’dir! Kabul olunmuş duanıza hoş geldiniz.’’
derken gözleri dolanlar, iç çekenler, ‘’Elhamdulillah’’ diyen kardeşlerimizin daha şaşkınlıklarını üzerlerinden atmadan devamla;
‘’Ashab’tan Abdullah b. Amr radıyallahu anh, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir:
’Davud  aleyhisselamın oğlu kardeşim Süleyman (as), Beyti’l Makdis’in inşasını bitirince beraberinde Haremi Şerif alanına (buraya) bir koçla geldi! Allah Teâlâ’dan üç dilekte bulunarak:
‘’Ya Rabb’i bana İlahî hükme uygun bir hüküm verme kudreti,
kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat,
ve senin rızanı gözeterek bu mübarek mekana namaz kılmak için gelen kimsenin annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arındırmanı, O’nu bağışlamanı, affetmeni isterim!’’
dedi ve akabinde;
‘’Allahım! Bana duamın kabul edildiğine dair bir işaret lütfet!’’ dedi.
Rivayet o dur ki doğuyu ve batıyı kaplayan bir nur geldi ve o nur çekildiğinde o koç yerinde yoktu!''

Kardeşlerim! Burası, Sebe Melikesi Belkıs annemizin arş’ının göz açıp kapanıncaya kadar İSM-İ AZAM duasıyla Kudüs’e getirildiği yerdir! Burası olmazların, biiznillah olduğu mekandır! Dua edin! Dua edin…’’
...
Böyle bir manevi tecelligahın merkezinde, kalblerin hûş ettiği, gönüllerin Kıble Mescidi içindeki kuşlar gibi kanat çırptığı, cezbelerin kollektif bir hal alıp, cazibe ve çekim merkezine döndüğü Mescid-i Aksa Haremi Şerifi’nde bir gün, ehlullahtan duaları makbul iki dostun sohbetlerine kulak verdiğim bir andı.
Biri diğerine sordu;
‘’- Davud oğlu Süleyman aleyhisselam geçimini ne ile sağlardı?
diğeri cevap verdi!
- Sazlardan zenbil yapar satar, alnının teriyle geçinirdi.
Diğeri yine sordu:
- Onca salatanatı ve mülküne rağmen mi?
Diğeri cevapladı:
- Onca mülke ve saltanata rağmen!
Diğeri yine sordu:
- El vekiyl'u kel asil'midir (vekil, asil gibi midir?)
Diğeri cevapladı:
- Bela!
- Peki! Vekil Asaf b. Berhiya, Esma’ul Hüsna’dan hangisi ile dua etti de göz açıp kapanıncaya kadar Sebe Melikesi Belkıs annemizin arş’ı buraya geldi? İsm-i Azam’ın sırrı nedir?
Diğeri cevapladı:
- İsm-i Azam malumdur! Zor olan sırrıdır!
- Peki sır nedir?
- Sır helal lokmadır! Vallahi kim ki helal yer içer ve ehline helal lokma yedirir ve içirirse o’nun duası kabuldür… Aksi hal, dua ile istenen beladır!’’

...
Yazının giriş kısmında mikro düzeyde misalini arzettiğim bazı önemli isimlerin başarı hikayelerini aşağı-yukarı bu minvalde illa ekranlardan izlemiş ya da okumuşsunuzdur. Bu misal, aslında genel durumu özetler. Yaptığı herhangi bir işte başarı kazanmış Anadolu insanın hikayesidir bu! Özel de ise siyasette başarılı bir seyr-i sülükle vardığı noktada kendisine millet tarafından giydirilen makam-mevki-yetki hırkasıyla başarılı işler yapmış, takdir görmüş isimlerin tabi birazda medyatik olunca merak edilen başarı hikayelerininde özetidir aslında. Özellikle son yirmi yılda bir çok isim öne çıksada sempatik, nüktedan, ehl-i muhabbet siyasilerin hayat hikayeleri daha çok ilgi görmüştür. Bizim muhitte anlattıkları hikayeleriyle; şairinden, siyasetçisine, fikir adamından medya mensubuna oradan ilim erbabına ve hakeza dava adamlarına kadar bir çok isim ne kadar zor şartlar altında, imkansızlıklarla boğuşarak, ana babalarının yokluklar içinde gösterdikleri fedakarlıklarını; alın teri, bereket ve zor şartlarda kazanılmış helal paralarla ve helal lokmalarla betimlerler ve kendilerinin hayırlı, başarılı birer vatan evlatları olsun diye ebeveynleri tarafından nasıl yetiştirilip motive edildiklerini bu tür hikayelerle dile getirirler.
Güzeldir, anlamlıdır, örnektir ve gençlerin şuur altına verdiği mesajla da değerlidir.
O abiler bu anlatımlarıyla şunu da söylemiş olurlar; ''evet dün, zor şartlar altında yoklukla varılan hedefler, tırnaklarla adeta kazıyarak gelinen makamlar, bunun için dökülen alın terleri, ağır bedeller ödenerek elde edilen kazanımlarla bugün 20 yıllık bir siyasi başarı varsa; imkan değil imkansızlıklar, para değil parasızlıklar, konfor değil zorluklar, şatafat, lüx, gösteriş değil sadelik, algı değil hakikat, propaganda değil tebliğ, ideoloji değil vahiy, kabuk değil öz, nefs değil nefes, sahtelik değil samimiyet, rol değil ihlas, rahat değil çile, kolay para değil alınteri, iltimas değil gayret, torpil değil emek, haram değil helal kazançla oldu…''
El Hak doğrudur!
Dünya da son yüzyıl içerisinde burçlarında İslam Sancağı’nın dalgalandığı o devasa hisarı tarumar edilmiş, yıkılmış ve yakılmış olan nice Müslüman toplumlardan sadece bu aziz millet, o hisarın enkazındaki küllerinden yeniden doğarak ayağa kalkmayı başarabilmiş tek millettir. Türkiye dışında tek bir örneği olmayan bu siyasi mücadele, seçime girdiği ilk günün üzerinden 40 yıl geçmeden Cumhurbaşkanlığı makamını almış, ülkenin ve dünyanın gidişatına yeni bir rota çizmiş, dengeleri altüst etmiştir! Kim derdi ki bu iş olur?
Hey olmazları olduran, mü’minleri mesrur, küffarı zebun eden Rabb’im!
Mutlakdır ki bu büyük başarının arkasında Murad-ı İlahinin ikramıyla; ihlas, gayret, azim, gözyaşı, fedakarlık, emek ve cehd aşkıyla olmazları olduran, İsm-i Azam gibi akışı değiştiren bir dua vardır, dualar vardır! Ve Allah'u A'lem o en büyük dua; bugünün idarecilerini, bürokratlarını, medya mensuplarını, şairlerini, fikir ve gönül adamlarını, dava adamlarını yetiştiren dünün garip guraba, fakir fukara ana babalarının alınterleriyle kazandıklarından evlatlarına yedirdikleri helal lokmalar ve ardlarından yaptıkları samimi dualarıdır..!
...
Peki ya bugün?
Yarın kendilerine bayrağı teslim edecekleri nesilleri, nesillerimiz…!? 
Yarın onlar nasıl bir hikaye anlatacaklar?

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com