Değerli Okuyucularım;

Bugün beni mazur görün, konuya şahsî hayatımla ilişkilendirerek gireceğim…

Kimileri için 29 Ekim’in anlamı farklı olabilir…

Nitekim 29 Ekim 1923'te Millet Meclisinde “Yaşasın” nidalarıyla “Cumhuriyet” adını verdiğimiz yeni bir rejim kurarken, Osmanlı Devletini tarihe gömdük…

Ben de Kemalist Cumhuriyeti korumak adına Menderes’e karşı askeri darbenin yapıldığı yılda bu topraklarda dünyaya geldim…

Ne var ki gurbetçi aile ferdi olarak çocukluğumdan başlayarak, tam 26 yıl Almanya’da yaşadım…

Türk dilinin unutmamak için, tercümanlık yaptım eğitim hayatım boyunca…

Dinimi öğrenmek ve yaşamak için de Milli Görüş Teşkilatlarında aktif görevler aldım…

Osman Yumakoğulları, Cemal Kamacı, Hasan Damar gibi ağabeyler, hatırladığım başlıca isimlerdir…

Şevket Kazan, Sadık Albayrak, Şevki Yılmaz ve Recep Tayyip Erdoğan gibi dava adamlarını teşkilat adına evlerimizde dahî ağırlardık…

Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan Hocamızla Almanya’da bilmem kaç kez görüşmüşlüğümüz oldu…

Türkiye Cumhuriyeti Devletinden bir kuruş burs almadan Yüksek Lisansımı Almanya’da tamamladım…

Gurbetçi gençlerimiz, millî ve manevî değerlerini unutmasınlar diye kurmuş olduğum akademik dernek adına aylık Türkçe bir dergi çıkarıyorum diye Konsolosluk beni daha o yıllarda sakıncalı ilan etti…

Türkiye’den gelen ANAP’lı bir Devlet Bakanına toplum huzurunda “aykırı” sorular sordum diye pasaportuma kısa süreliğine de olsa el konuldu…

Hiçbir zaman Alman vatandaşlığına geçmeyi düşünmedim…

Artık vatanıma hizmet etme zamanı gelmişti…

Türkiye’ye Temelli Dönüş ve Akademik Dünyasına Giriş

1993’te vatanî görevimi ifa etmek niyetiyle memleketime temelli dönüş yaptım…

Getirdiğim Marklarla Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı adına Fatih’te küçük bir spor salonu açtım…Kadir Mısıroğlu ve Recep Tayyip Erdoğan açılışta hazır bulundular…

Birlik Vakfında Almanca/İngilizce, Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesinde ise İngilizce dersleri verdim ve aynı dönemde İstanbul Üniversitesinde doktora eğitimine başladım…

Doç. Dr. Numan Kurtulmuş Hocadan da bir ders aldım…

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, doktora tez danışman hocam oldu, Sakarya Üniversitesinde öğretim üyesi olunca emekliliğe ayrılan Prof. Dr. Sabahaddin Zaim hocamın uhdesinde olan Sosyal Siyaset Kürsüsünü devraldım…

28 Şubat Süreci: İlk Hayal Kırıklığım

28 Şubat sürecinde Kemalist ve laikçi basın, sosyal bilimler alanında maneviyat odaklı ilmî çalışmalarımdan dolayı aleyhimde algı operasyonunda bulundu…

Pozitivist bilim camiası bana saldırırken, dindar bildiğim birçok öğretim üyesi sustu…

Başörtülü kız öğrencileri sınıftan atmadım ve özel web sitemde yüzlerce bilim insanın yanında Said Nursi’nin de bazı sözlerine yer verdim diye üniversitemde soruşturmalar geçirdim…

6 yıl boyunca doçent olmama rağmen şahsıma ceza olsun diye kadro açılmadı…

AK Parti Hükümetine Danışmanlık Yapmam

Engellilere yönelik sosyal politika çalışmalarımla Türkiye’ye bir yenilik kazandırdım…

Bundan ötürü olacak AK Parti hükümeti, Engelliler Kanununun hazırlanması için, benden yardım istedi…

Aileden sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit döneminde hazırlamış olduğumuz kanun, mecliste bütün partilerin katılımı ile kabul edildi…

Devrim olarak nitelenen bu kanun sayesinde bugün 500 bin civarında bakıma muhtaç engelli vatandaşımıza bakım ödeneği verilmektedir…

İlmî Çalışmalarıma Hız Verdim

Hükümete danışmanlık görevim bittikten sonra da sosyal bilimlere millî ve manevî odaklı açılımlar kazandırma gayreti ile manevî bakım, manevî sosyal hizmetler, işyerinde maneviyat gibi kavramlar geliştirdim…

20 yılda 40 civarında kitabım ve yüzlerce bilimsel makalem, raporum, araştırmam yayınlandı…

Hastanelerde manevî destek elemanlarının yetiştirilmesi için, Diyanet ile birlikte eğitim programları geliştirdim…

Ankara ESAM’da Sosyal Devlet üzerine yaptığım bir konuşmadan sonra aynı gün rahmetli Erbakan Hocamla malikânesinde bir görüşme yaptım…

Numan Kurtulmuş Hocamın isteği üzerine geçici bir süreliğine Saadet Partisi GİK üyesi oldum…

Manevî bakım modelim, Almanya’da yaşayan engelli ve yaşlı Müslümanlara hizmet veren kurumların ilgisini çekti…

İslâm’da Manevî Bakım ile ilgili Almanca diliyle yazılan 3 kitabım Almanya’da yayınlandı…

15 Temmuz 2016: Karanlık Güçler Yine Devrede

Melun 15 Temmuz darbe teşebbüsü, Türk milletinin şanlı direnişi ile akamete uğradı…

Ardından OHAL ilan edildi…

Üniversitemizde sıkı bir uygulamaya geçildi…

Herkes hakkında takibat süreci başlatıldı…

Yönetmeliklere aykırı usulsüzlüklerini önceden deşifre ettiğim rektör ve dekanla aram zaten iyi değildi…

Kripto idareciler, bunu fırsat bilip, hakkımda akla hayale sığmayan duyuma dayalı rapor hazırlamış…

Prof. Dr. Salih Şimşek gibi ismini vererek, “Ali Seyyar, kesinlikle FETÖ’cü değildir…” gibi imzalı belgeler itibar edilmezken, isimsiz ihbarlar dikkate alınmış ve bu yüzden açığa alındım…

29 Ekim 2016: En Karanlık Günüm

“Herhalde bir yanlış anlaşılma oldu” diyerek, ilk defa duyduğum “bylock” gibi sorular ihtiva eden soru formunu doldurdum ve gönül huzuru ile rektörlüğe sundum…

Eğitim-Bir-Sen üyesi olduğum için, dosyamı inceleyen komisyonda sendika temsilcim de hazır bulunur düşüncesiyle göreve iade edilmemi bekledim…

Ama o da ne?...

29 Ekim 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanan bir KHK ile üniversitemden “bir terör örgütüne iltisaklı olmaktan” ötürü ihraç edildiğimi öğrendim…

KHK’nin altında yağan yağmur altında beraber ıslandığımız R.T. Erdoğan ve Numan Kurtulmuş’un da imzaları vardı…

Hayatımın en bedbaht gününü yaşadım…Buna bir anlam veremedim…Bir hafta evimden dışarıya çıkamadım…

Yerel basında “ihraç edilenler arasında Prof. Dr. Ali Seyyar da var” haberi büyük puntolarla yazılmıştı…

Damgalanmıştım, lekelenmiştim ve adım bir terör örgütü ile anılmaya başladı…

Birçok öğretim üyesi apar topar tutuklanmıştı…

Belki sıra bana gelecekti…

Bir gün alışverişe giderken, arkamdan birkaç genç, “bu adamı daha hapishaneye atmadılar mı?” sorusuna muhatap oldum…

Hem toplumsal yönden dışlandım, hem de işbirliği yaptığım bütün kurumsal bağlarım birden kesildi…

Birçok dost bildiğim insan, benimle münasebetini kesti…

Somuncu Baba Dergisinde aylık yazılarıma son verildi…

Yayınevleri benimle artık çalışmak istemedi…

İki yabancı dil bildiğim halde hiçbir eğitim kurumu beni istihdam etmeye yanaşmadı..

Ne emekli olabildim, ne de iş bulabildim…

Hakkımda yurt dışına çıkma yasağı bile konulmuştu…

Savcılık takipsizlik kararı vermekten çekindi ve hakkımda “bir terör örgütüne üye olmaktan” dolayı dava açtı…

Mahkeme derhal beraatımı verdi ve savcılık da artık itiraz edecek tek bir madde bulamadığı için, karara itiraz etmeyerek, beraatım kesinleşmiş oldu…

Göreve iade dosyamı inceleyen Ankara İdare Mahkemesi, beraatımdan haberdar olduğu halde aylardan beri halen kararını veremedi…

Velhâsıl

29 Ekim 2020 tarihinde mağduriyetim, 4. yılına ulaşmış olacak/oldu…yani 48 aydan beri hakkımın iade edilmesi için sebat ediyorum…

28 Şubat sürecinde “mürteci” damgası yedim ama üniversiteden atılmamıştım…

15 Temmuz sürecinde ise hem “terörist” damgası yedim, hem mahkeme kararı olmaksızın yargısız infaz edildim, hem işsiz bırakıldım, hem de ötekileştirildim…

Başta eşim, çocuğum, bu süreçte rahmetli olan annem ve 86 yaşına gelmiş olan babamın dışında Ali Rıza Demircan ve Şevki Yılmaz gibi vefakâr hocalarımız olmasaydı kim bilir daha neler yaşayacaktım?...

Ümidimi yitirmedim, aktif sabır içinde tevekkül hâlindeyim…

Ammâ velakin devletime, hükümetime, üniversiteme ve dost bildiklerime kırgınım…

Çocuklarımız Cumhuriyet bayramını kutlayadursun, 12 yaşına girmiş olan kızım, bu süreçte gayri ihtiyari olarak bazı şeyleri bizzat hissetmiş olacak ki beni uyarma gereği duydu: “Baba, sana acı çektirenleri, sevap kazanırım diye sakın affetme…!”

Bu duygu yüklü sözlerden sonra, kendi öz vatanımda bana ve aileme gurbet hayatı yaşatanları affetmem hiç kolay olmayacak, vesselâm.