Bilincimizi esir alan kapitalist ideoloji/iktidar, bireysel özgürlük ve mutluluk yalanlarıyla bilinçaltımızı yönettikçe kendi gücünü pekiştirmektedir. Her türlü kurum ve kuruluşlarla, her türlü kutsal değerleri istismar eden ideolojik güç; din olgusunu da kendi tekeline almıştır. Din adamları sınıfı, dini kurumlarla dini yönetmektedir. Bu anlamda "dindar insan" Allah'ın değil, devletin/iktidarın kuludur. Devletin dini kontrol etme yöntemi, akla ve mantığa uygun bilgileri, ilahiyat/teoloji bilimi kisvesi altında zihinlere işleyerek oluşturmaktadır. İnsan "birey" olarak, daima her anlamda insan olarak yaşamayı hedeflemelidir. Nedir insan olmak? Aile, toplum, devlet otoriteleri güç dengeleri karşısında çelişkiler, tutarsızlıklar ortaya çıktığında boyun eğmemektir; güçlü olana teslim olmamaktır. Özgürlük ve mutluluk peşinde koşan bireyler, tutkularının ve hazlarının gelgitleri arasında kimliksizleşmektedirler.

Birey için tek otorite devlettir; insan için ise yegane otorite Allah'tır. İnsan yüzünü ve gönlünü daima güne, yani güneşe bakan ayçiçeği gibi daima Allah'a dönük olarak yaşamalıdır.

En sahtesinden tarikat ve cemaat kurumlarındaki bireyler, şeyhlerinin ve liderlerinin ilahi aşk peşinde koştukları yanılsaması ya da hezeyanları ile iç dünyalarındaki gerçek tanrısal/kutsal gücü hastalıklı hale getirmektedirler.

Varsa eğer en gerçeğinden tarikat şeyhi, peşinden adam koşturmak yerine kendisi adam yaratmak adına insan peşinde koşmalıdır. Bu bağlamda nerededir gerçek erenler ve evliyalar? Yunus Emre'ler, Mevlana'lar, Şems'ler, Hasan Sezai'ler...

Konya'da insan Mevlana gibi olmalıdır, Bursa'da Emir Sultan gibi yaşamalı, Edirne'de Hasan Sezai ya da Şeyh Bedrettin gibi ilkeli olmalıdır. Eğer hakikat sırlarına ermek istiyorsa, gerçek özgürlüğü gerçek mutluluğu gerçekten istiyorsa… Gönül dünyasının sırlarından bir sır da bu olsa gerek. Edirne'deki insan sırlı gönül yolculuğuna Mevlana ile yola çıksa bile Hasan Sezai yada Şeyh Bedrettin ile yoluna devam etmelidir.

Eşcinsellik, toplumsal sorunların baskısı altında dinamikleri çürümüş aile yapısında ezilen çocuğun, aslında aile otoritesine başkaldırması eylemidir. Aile içi güç dengeleri adına yıpratılan duygusal edimlerin yeniden aranması ve kişilikle bütünleştirilmesi çabasıdır. Eşcinsellik bireysel bir hastalık değil; aile ve kültürel değerlerin yıpranmasının göstergesi olarak hastalıklı bir aile ve toplumsal yapının insan ruhunu işgal etmesidir. Eşcinsellik; sevgi, bağlanma, ait olma arayışları içindeki çocuk ve ergenin erotizm çukuruna düşmesidir. Bu noktadan sonra da duygusal bağlılık değil, seks bağımlılığına dönüşen ailesel bir hastalıktır. Eşcinsel genç, ruhsal anlamda hastalıklı ailedeki iyileşmeye en uygun kişidir.

Hiç bir kötü/yalan insan, iyi/ahlaklı insanı tek başına yenemez. Üç beş kötü insanın aralarında çıkar ilişkileri kurarak oluşturdukları iktidar gücüyle, iyi/ahlaklı insana karşı uyguladıkları eylemlere mobing-ibnelik denilebilir. Bu anlamda eşcinsellik "ibnelik" değildir. "İbnelik" erotik içerikli bir hakaret değildir. İbnelik, içindeki bastırılmış yani gizil eşcinsel duygular, yani çocukken otorite karşısında ezilmişliklerin yarattığı teslimiyettir.

Zeki Müren "ibne" değildir. Kültürel yozlaşmanın gelecekteki görünmeyen tehlikelerine, kendi gönül dünyasından aşk ışıklarıyla içinde yetiştiği topluma yol göstermiş sanat güneşimizdir. Varsa eğer eşcinsel ilişkileri onlar bizim bilmediğimiz ve bize yansımamış, gizli yaşanmış günah dünyasıdır. Zeki Müren'i yargılamak bize değil, affetmek Allah'ın inisiyatifinde olan bir süreçtir. Ruhu şad olsun...

Ahmet Kaya'ya da toplumsal olarak teşekkür borcumuz vardır. Acı çekmeden özgür olunamayacağını öğrettiği için…

Barış Manço ise modern çağın sanat dervişi olarak, kapitalist sistemin reklam sektörü ile aile yapımıza dayatmaya çalıştığı Ramazan sofraları yerine, Halil İbrahim sofrasının önemini unutulmuş bir değer olarak yeniden hatırlatmıştır.

"Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler

Buyurun siz de buyurun

Buyurun dostlar buyurun

Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa

Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa

Sapa kulba kapağa itibar etme dostum

İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Sapa kulba kapağa itibar etme dostum

İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum

İçi boş insanların bu dünyada yeri yok"

Sanat ve yaratıcılık acıdan güç alır. Sanatçı içsel acılarına direndikçe, bu süreç yaratıcılık olarak kültürel bir değere dönüşmektedir. Sanatçılar, unutulmamalıdır ki toplumsal ruhu besleyen insanlardır.

[email protected]

Psikolog www.huseyinkacin.com