Esir eden, köleleştiren bağımlı ilişkilerden, modern aşk'lardansa özgürleştirici sevgilerden derin ilişkiler yaratmalıyız. 

Sanayileşme sonrasında kapitalist düzende bireyler, kendi sorunlarıyla yüzleşme sorumluluğundan kaçınmak adına kolaylıkla otoriter kurum ve kuruluşların etkisine girmektedirler. Kilise'den özgürleşmek adına sendikanın esaretine girilmiştir. Krallardan özgürleşmek adına demokrasinin esaretine boyun eğilmiştir. İnsan içsel endişelerinin, kaygılarının, korkularının dayatmasını çözmek adına kendisinin bağlanacağı "otorite" kişiliklerin ya da kuruluşların sürüsü olmayı kabullenmektedir. 

İnsan, insan olmanın kaçınılmaz gereği olan içsel acılarını dindirmek adına, korkularından ve  ahlaki yüzleşmelerden kaçınmak adına kendisini " Allah sevgisine " bağımlı hale getirmektedir. " Allah'ı çok seversem Allah'ta beni çok sever " beklentisiyle dine yönelen bu insanlar, dinin içinde çöreklenen habis urlar olarak dine en çok zarar veren bilinçsiz ve niteliksiz insanlardır. ''Allah'ı çok seviyorum'' diyerek ''Allah'ın da  kendisini sevmek mecburiyetinde olduğunu uman''; habis urlar gibi yaşayan bu korkak insanlar " İlahi Aşk " yalanlarıyla insanları uyuşturmaktadırlar. İlahi aşk hastalığı yaşayan insanlar, depresyondaki insanları çözüm olarak Allah'a götürmek vaadiyle kandırmaktadırlar.  Allah sevilmesi gerek bir totem değildir. Allah, insanın hayatında bir öz bilinçle yaşanması gereken bir sonsuzluktur. Bu yaşam tabi ki sevgisiz olmayacaktır! Yukarıda belirttiğimiz sevgi şekliyle bu sevgiyi öz bilinçle yaşama arasındaki farkı lütfen dikkatlerden kaçırmayalım.

 " Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. " 

İnsanın ziyanda olması bir yönüyle depresyonda olması demektir. İnsanı özgürleştirmeyen din, din değildir. İnsana özgürlük ayetleri sunmayan Allah, Allah değildir; olsa olsa sadece özü de sözü de bir olmayan çok'lu  bir Yunan Tanrı'sıdır. Allah'sız dindar ya da dinsiz insanın ruhunda olan her türlü arzu sapkındır. Şöhret, mevki, makam, seks, para, güç ve iktidar çabası içinde olan insan sapkın insandır. Kişinin kendi toplumunun dinsel geleneklerine dair herhangi bir ilgisinin olmamasıyla gurur duyması da bu sapkınlığın bir sonucudur. Dinsiz insanlar, içinde yetiştikleri toplum açısından ve kendileri açısından da talihsiz insanlardır. Geleneğin kökleri ve gücü altında ezilerek, onun varlığına dayanamayan ve kendilerini ona uymak zorunda bırakan ya da kendilerini ondan koparıp ona isyan etmeye çalışanlar psikolojik açıdan kimlikleri de kişilikleri de zayıf olan kimselerdir. Kimlik, daha ziyade topluma dönük sosyal bir veçhedir. Kişilik ise iç dünya ile ilgili psikolojik bir veçhedir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde 

Allah, toplumsal açıdan sağlıklı kimlikleri olanların ve içsel olmak bakımındansa bilinçli kişilik sahibi insanların Allah'ıdır. Özgür insan kendisini gelenekle yoğururken aynı zamanda kendine özgü bir birey olabilen insandır. Geleneğin kötü taklitçisi olmak yerine gelenekle kendisini yenileyen insanlar toplum için büyük şanstır. Geçmiş çağların önder şahsiyetleri peygamberlerin ve bilge kişiliklerin engin tecrübeleriyle güçlü bağlar kurup kendimizi aydınlattığımız oranda gelecek nesillerin büyük umudu oluruz. İnsanlık mirasına iz bırakmayan insan korkakça ve yüreksiz bir hayat yaşamıştır. Namerde muhtaç olan insan şeytanın endişelerine korkutmalarına yenilerek mertliğini yitirmiştir. Modern çağın nevrotik insanın derdine psikologların terapileri, psikiyatristlerin ilaçları bile çare olamamaktadır. 

" Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır. "

Kapitalist kurum ve kuruluşların içinde sürü olarak yer alan insan, kaçınılmaz olarak anlamsızlık ve yalnızlık duygularıyla boğuşmak zorunda kaldığında bu süreçte ruhu bunaldığı için depresyonla  tanışmaktadır. Kapitalizm, dini de bir ticarete dönüştürdüğü için din bezirganları aracılığıyla depresyon sorunu yaşayan insanlar için Allah'a giden yollar, köprüler inşa etmektedir. Kapitalizmin inşa ettirdiği sözde Allah'a giden yollarda ve köprülerde seyahat eden insanlar, sapkın duygu ve düşüncelerin tuzaklarına yakalanmaktadırlar. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah'ın varlığını bilimsel düşüncelerle onaylamaya çalışmakta en az inkar etmek kadar dinsizce ateist bir davranıştır. Allah, köprülerde yürüdükçe yollarda aradıkça bulunacak olan değildir.

 " Allah eksiksiz, sameddir; bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir "

" Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar. "

Allah'a teslim olarak özgürleşen insan erdemli insandır. 

 "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz şeyden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz."

Adem, itaat ettiğinde değil söz dinlemediğinde benlik kazandı.  Adem, cennetteki rahatlığı bir yana bırakıp özgürlüğü; güvenli hayatı bırakıp sancılanarak büyümeyi yani erdemli insan olmayı seçmiştir. Cinsel arzularıyla ve çalışmak mecburiyetiyle cennetten dünyaya sürülen Adem ve Havva onurlu bir insan olmuşlardır. Onur demek kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değer demektir. 

Kapitalist düzen Yahudiliği, Hristiyanlığı ve  İslamiyeti kuşatarak müntesiplerini itaat eden kullar haline dönüştürmek gayretindedir. Din, itaat eden esir ruhlu kulların değil isyan ederek, çabalayarak, alın teriyle özgürlüğünü elde eden asil ruhlu insanların barınağıdır. 

İnsan, ailenin ve devletin itaat sisteminden isyan ederek bağımlılıklarından kurtulmadıkça özgürlüğünü elde edemediğinde Allah'ın yüceliğine ve birliğine dair öz bilince asla erişemez. Aile ve devlet insanın bu dünyadaki cennetidir. İnsan, Adem gibi yasaklara teslim olmadığında ailenin ve devletin cennetinden kovulmak pahasına yalnızlığının dünyasında çilesine mahkum edildiğinde özgürlüğünü kazanır. Özgür insan Hakk'ın dışında hiçbir güç ve iktidar karşısında boyun eğmeyerek hakikatin sırrına ermiş yani  kendisini onurlandırmış insandır. 

İnsan, ailesinin ve devletin terbiye ettiği bilincinin boyunduruğundan kurtulup bilinçdışının sonsuzluğunda hakikatin sırrına erdiğinde; isyandan sükunete erişerek gerçek özgürlüğe yani korkak ve esir insanlarında peşinde koştuğu,  bıkmış ve usanmış bir şekilde elde etmek için sözde çabaladığı  ama erişemedikleri mutluluğa kavuşabilmektedir. Özgür insan olmak demek çocukluk dönemiyle bağlarımızdan kopmak ve yeni bir düzen yaratabilmek adına eski düzeni yerle bir etmek için içsel çatışmalarla çilesini çekerek insanın kendisini yeniden bir öz bilinçle yaratmasıdır.  

Özgürlük, insanın yalnızlığının çilesinde ruhunun terlemesiyle elde edilen sonsuz bir mutluluktur. Alınlarında değil yüreklerinde Allah'a secdelerinin nasırı olanlar Hakk'a ermiştir. 

Özgürlük, içinde büyüdüğümüz ailelerimize ya da havasını ve suyunu tükettiğimiz devletimize değil  Allah'a kalben teslim olmaktır. 

Yunus Emre'leri, Mevlana'ları, Ahmet Yesevi'leri, Hacı Bektaşi Veli'leri büyütmeyen aileler ve yüce ruhlu bireyler yetiştirmeyen devletler kardeşliğin, birliğin ve beraberliğin yani Türklüğün ve Müslümanlığın sırrına eremezler. 

" Bazıları Allah’tan bir şey umarak ibadet ederler; bu tacirlerin ibadetidir. Bazıları da korkarak ibadet ederler; bu da kölelerin ibadetidir. Bazıları ise Allah’a şükür olarak ibadet ederler; bu da hür insanların ibadetidir. İşte en faziletli ibadet budur. " 
Hz. Hüseyin 

Hz. Hüseyin, soyu sopu tertemiz kanıyla ve adaletsizlik karşısında asi ruhunun şehadetiyle özgürlüğün sırrına ermiş asil ruhlu bir kahramandır. Çocuklarına Hz Hasan ve Hz Hüseyin'i yani Peygamberin ehli beytinin sevgisini aşılamayan dindarların kötülükle imtihanı kıyamete değin sürecektir.

Hz. Hüseyin'in kanı katliamla büyük bir adilik ve şeref yoksunluğuyla nerede akıtılmışsa özgürlüğümüzün sırrı da orada saklıdır. 10 Ekim 680'de, Kerbelâ şehrindeki katliamı yapanların torunları bu katliamın bedelini binlerce Hz. Hüseyinler yetiştirmedikleri takdirde Irak olarak, Suriye olarak,  Lübnan olarak Ortadoğu'da kıyamete değin ödeyeceklerdir. 

Hz. Ali'nin, 
Hz. Fatma'nın yetiştirdiği Hz. Hasan'lar, Hz. Hüseyin'ler gibi çocuklar yetiştirmeyen Türk ve Müslüman aileleri, özgür ruhlu yetişkinleri asla yetiştiremeyecektir. 

İstanbul Sözleşmesi'nden sonra artık ne Ömerler ne Hüseyin'ler 
ne de Ali'ler yetişir. İstanbul Sözleşmesi, Zeus'tan ve Metis'ten olma  Athena'lar yetiştirir. Athena'nın çocukları, Türklüğün ve Müslümanlığın felaketidir.

Son sözümüz 28 Şubat kahramanı Abdurrahman Dilipak'ı selamlamak olsun. Hakk'ın ve hakikatin yılmaz savunucularına selam olsun...

Adaleti mülkün temeline koyan; Ömer'lere selam olsun...