Yıldırım Bâyezid ve Emir Timur arasında 20 Temmuz 1402’de gerçekleşen Ankara Savaşı hazindir! En meşhur ifadesiyle, Osmanlı Ordusu’nda yer alan bazı beylerin Timur’un safına geçmesi sonucu savaş, Osmanlı adına kesin bir mağlubiyetle neticelenmiş ve Yıldırım Bâyezid’ın esir düşmesiyle sonuçlanmıştı. Aradan 8 ay geçmiş ve Osmanlı’nın ilk ve son esir düşen sultanı esaret altındayken, kimi tarihçilere göre ağır hastalık sebebiyle kahrından, kimine göre ise Timur’un zehirletmesi sonucu vefat etmişti. (Türkçe suretleri, Konya BelediyesiKoyunoğlu Kütüphanesi nr. 13435’de kayıtlı olan el yazması Münşeât ve Mükâtabât-ıSultâniye mecmuasında mevcut olan) Emir Timur ve Sultan Bâyezid’in karşılıklı tehtid ve tahkir mektuplaşmaları ise meşhurdur! Gerek Emir Timur ve gerekse Sultan Bayezid’in yakın çevresinde var olan çok önemli mutasavvıf ilim adamlarının ve hatta ehlullahtan bazı kimselerin ‘’kardeş kanının akıtılmasını engelleyememiş’’ olmalarının da derinliği, mutlaka her anlamda analiz edilmeye muhtaçtır. Ankara Savaşı, merkezi otoritenin sarsılması, Osmanlı’nın fetret dönemini başlatması ve akabinde 11 yıl sürecek olan şehzade savaşlarına yol açması açısından da dikkatli bir tahlile ihtiyaç duyar. Sultan I. Mehmet Çelebi’nin çok büyük zorluklarla Osmanlı’yı tekrar ayağa kaldırmış olması ise tarihçilerin ortak kanaati olarak büyük bir başarı örneğidir. Devlet-i Âli, Ankara Savaşı’nın yapıldığı yerin adını, o gün hiç unutulmasın; devlete ve millete yapılan ihaneti her zaman hatırlatsın diye ‘’MÜRTED’’ olarak isimlendirmişti.

Amuderya'nın ötelerinden yola çıkan Timur, İzmir’e kadar gelmiş, Haçlı’dan İzmir’i almış, Siriderya'ya dönüş yolunda esir ettiği binlerce Anadolu evladını, Safeviye Devleti’ni kuran Şah İsmail’in dedesi Cüneyd’in atalarının; ‘’bu yavrucukları bize bırak’’ talebiyle, 30 bin ‘’sünni’’ genci ve Erdebil mıntıkasını Safeviler’e bırakmıştı. Timur bu kararı verdiğinde, bu esirlerin soylarından geleceklerin çok geçmeden yaşanacak olan Çaldıran Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı kılıç çekeceklerinden ise habersizdi.

Cüneyd ve oğlu Şeyh Haydar’ın, Karmatilik’ten, Nizarilere! Oradan Esasiyyun’a,  Alamut’tan esen rüzgarlara bağrını açıp kökleri Sebeiye’ye (Abdullah ibn-iSebe) dayanan; Ehli Beyt’ten bazı kişilere ‘’ilahlık’’ atfetmeye kadar varan, ana akım Şiiler tarafından dahi "aşırı" olarak tanımlanan ekstremist grupları tanımlamakta kullanılan Ghulat-i Şîa'nın iddialı birer neferi olmaları ve mensubiyetlerinin kendilerini  taşıdığı noktada itikadi sapmalara yol açarak bölgeyi bir çatışma havzasına dönüştürmelerinin oluşturduğu etkiler,  tarihin kara sayfalarında acı örnekleriyle yer alacaktı. Cüneyd-i Safevi, bölgeyi Sünni ekolün tesirinden çıkartmak için ‘’Şia’’nın siyasi-ideolojik-ekstremist kanadını güçlendirecek ve yarın İslam Dünyası’nın başına umulmadık işler açacak olan süreci de böylece başlatmış olacaktı.

O süreç öyle noktalara gelecekti ki, torunu Şah İsmail, kendi öz annesini dahi katledecekti! Şiirlerini ‘’Hatâi’’ mahlazıyla kaleme alan Şah İsmail’in; diğer dedesi, Sünni Akkoyun’lu devletinin hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı olan öz annesi Alemşah Halime Begüm Sultanı, ‘’sünni ekole bağlılığı’’ nedeniyle öldürdüğü iddiaları halen tarihi kaynaklarda yer almaktadır. Sadece bu olay mı; Cüneyd’in oğlu, Şeyh Haydar’ın oğlu Şeyh İsmail, Şah İsmail olduktan sonra Tebriz'i almış, Akkoyunlu Hanedanı’na mensup kişiler ile birlik olup babası Şeyh Haydar'a karşı savaşanların mezarlarını açtırıp, kemiklerini dahi yaktırmıştı. Akkoyunlu Elvend Mirza'nın askerlerinden 800'den fazlasını kılıçtan geçirirken, babası Şeyh Haydar'ın başının köpeklere atılmasının intikamını bütün sokak köpeklerini öldürerek almıştı. İlk üç halifeye lanet okumayanların katledilmesi, Asta Kalesi aman dileyerek teslim olmasına rağmen kimi rivayetlere göre 30.000 kişinin katledilmesi, Türkmenlerin liderlerinin kazığa geçirtilip yakılması, Yezd’i ele geçirdikten sonra şehirde katliam yapılarak en az 7000 kişinin öldürülmesi, Bağdat'a girdiğinde çoluk çocuk ayırt etmeden pek çok Türkmen katledilirken, Ebu Hanife'nin türbesinin yıkılması ve mübareğin mezarının açılıp kemiklerinin yakılması, Herat'ta ilk üç halifeye lanet etmeyi reddeden Şeyhülİslam Seyfeddin Ahmed’in yakılarak, Hafız Zeyneddin’in ise feci şekilde öldürülmesi… Ve tüm bunlar ve daha fazlasıyla yaşananların kaçınılmaz sonucu olarakta, Şah ve Sultan’ın Çaldıran Cenk Meydanı’nda karşı karşıya gelmesi!

‘’İki Sünni devletin’’ Ankara Savaşı’nda birbirine kılıç çekmesinden sonra, 1514’te yaşanan Yavuz Sultan Selim Han ve Şah İsmail’in Çaldıran’daki cengi, ‘’kardeşin kardeşi kırması’’ metaforundan bugünlere kadar getirilen kirli bir propagandanın teolojik-sosyolojik ağırlığını taşıyacak olması açısından çok daha ağır sonuçlara sebebiyet verecekti. ''Süfyaniler, Mervaniler, Yezidiler'' tanımlamalarıyla Ehl-i Beyt aşığı olan sünni ekol ötekileştiriliyor, Kerbela’da yaşanan katliamın dahi baş sorumlusu ilan ediliyorlardı. Bu akımı başlatıp, algıları yöneterek, akılları iflas ettirenler çok iyi biliyorlardı ki Sünniler; namazlarında Ehl-İ Beyt’e dua etmediğinde namazları dahi tamam olmuyordu. ‘’Allahumme Salli alâ Seyidina Muhammed ve âli Muhammed’’ derken, Hz. Muhammed sav ve ailesine, soyundan gelenlere ta’zim, hürmet ve muhabbet sünni değil Müslüman olmanın vazgeçilmezlerindendi oysa…

Osmanlı döneminin (iç ihanet tanımı üzerinden) 15 Temmuz’u sayılabilecek olan MÜRTED’de yaşanan ihanetle, 1402’de Osmanlı’nın beli kırılmış, Timur muzaffer bir komutan olarak Siriderya'ya döndükten 3 yıl sonra hayatını kaybetmişti. Ancak ne garip bir tecellidir ki, aradan 51 yıl geçmiş, sultanı esir edilen, esaret altındayken ölen, akabinde şehzadelerinin birbirini katlettiği, sosyo-ekonomik kırılma ve toplumsal faciaların yaşandığı Osmanlı nasıl olduysa(!) ayağa kalmış, Bizans’ı dize getirerek Konstantinopolis’i İstanbul yapmıştı! O günlerde Timur’un devleti ise tarihten çekilmeye yüz tutmuştu! Dikkat buyurun lütfen! Büyük ihanet ve mağlubiyetten 50 yıl sonra, Osmanlı, Cihan Devleti oluyor ve Fatih Sultan Muhammed Han, Kayser-i Rum namıyla Roma İmparatoru olurken, Timur’un devleti ise tarih sahnesinden çekiliyordu.

Ankara Savaşı’nın yapıldığı bölgeye kurulan askeri üssümüzün adı, ‘’o ihaneti hep hatırlatsın diye’’ 80’li yıllara kadar Mürted Hava Üssü iken, 80’den sonra adı Akıncı Hava Üssü olarak değiştirilmişti. Kaderin ne garip tecellisidir ki, 15 Temmuz kahpe ve kanlı başarısız darbe girişimin karargahlarından biri olan Akıncı Üssü tam da buradaydı. 1402’den tam 614 yıl sonra aynı yerde, yine içimizde ki hainler eliyle bir kez daha devlete, millete ve bayrağa ihanet ediliyordu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Hava Üssü'nün adı tekrar asli ismine rücu ettirilerek Mürted olmuştu…

15 Temmuz ihanetinin hemen sonrasında; teolojik-coğrafi-sosyo-ekonomik kırılmaların tam içerisinde bir kez daha tarihin bizi çağırdığı gerçeğini baş tacı yaparak, ‘’şehzade savaşlarını’’ bitirecek, çağın küresel güçlerine karşı Selçuklu’nun, Osmanlı’nın kurucu iradesinin dna kodlarını tüm bünyeye yayarak, millet ve devlet olarak yeni bir fetih ruhuyla zalime karşı mazlumdan yana emin, ehil, ahlaklı, diğergam kadrolarla yürünebilecek mi? O gün Sultan Bâyezid’i prangalarından kurtaramamıştık, bu devleti bugün yönetenler tarihin omuzlarına yükledikleri görevleri gereği Çelebi I. Mehmed’in vazifesini omuzlayarak tüm zincirleri paramparça edip bu fetret döneminden çıkış yollarını bulabilecek mi? Yarın büyük fethi gerçekleştirecek olan kendilerinden sonra gelecek olan yeni Fatih ve Mehmed’ler için gerekli iklimi hazırlayacaklar mı? 1402’den 51 yıl sonra 1453’te yepyeni kadrolarla Bizans’a yüründüğü gibi, 15 Temmuz’dan sonra karanlık, küresel, satanist ve pedofil çeteye karşı LGBT, Yapay Et, İklim, Lanzorotte, İstanbul Sözleşmesi, mRNA, 5G, Starlink, Neurolink, Nesnelerarası İletişim vb. gibi kavi ve geçilmez diye bilinen yeni surların arkasında saklanan çağın Bizans’ının o kalın duvarlarını yıkmak için Ulubatlı’lar sancak elde bekliyor olacak mı? Molla Gürani’miz, Akşemseddin’imiz hazır mıdır? Şeyh Sinan’ımız, Zağanos Paşamız nerededir?

Kökleri derinlerde olan alevi-sünni ''çatışması'' planı, Cumhuriyet döneminde de devam etti. Karanlık yapıların bu toprakların çocuklarını birbirine düşürmek için planladıkları kanlı ve kirli operasyonlar Dersim’den Maraş’a, Sivas’tan Malatya’ya, Koçgiri’den ZineGediği’ne oradan Gazi Mahallesi’ne bir çok kapanmadık yaralar açtı. ‘’Aleviler’’ gadre uğradı da ‘’Sünniler’’ keyif mi çattı? Elbette Hayır! İstiklal Mahkemelerinden ‘’Tanrı Uludur’’lara, başörtüsü yasaklarına nice insan hakları ihlalleri ve provokasyonlar…

Yeni ve geleceğe ait hamlelerini, ‘’Türkiye Yüzyılı’’ mottosunda erdem, irade ve cesaretle harmanlayarak özelde Alevi canların genelde toplumsal dokuya zarar veren çözülmeyi bekleyen tüm sorunları artık nihayete erdirmenin vakti geldi de geçiyor bile. Bu yüzyıl içinde ki ilk 50 yıl çok şeylere gebe! Başkan Erdoğan’ında dediği gibi: ‘’Bizim Sünnilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim Şia diye bir dinimiz yoktur. Bizim tek dinimiz İslâm'dır.’’ Bize yetecek olan da zaten budur! Vakit çatışma vakti değil, bu ülke ve insanlığın hayrı için birlikte çalışma vaktidir! Alevi canların, bizler gibi çok sevdiği Hazreti ‘’Ali bizim şahımız, Kâbe kıblegahımızdır! Mi’rac ta ki Muhammed O bizim Padişahımızdır! Eyvallah Şahım eyvAllah! Hak La İlahe İllallah…’’

Gel kardeşim! Sen, Ulubatlı ol! Ben, elinde ki sancak! Omuz omuza vererek birlikte yıkacağımız Kahpe Bizans’ın çok daha kalınlaştırılan ve yükseltilen surları Anadolu'nun çocuklarını, bizi bekliyor

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün”

Bülent Deniz - Habervakti.com Genel Koord.

bulentdeniz.com

Twit:    @bulentdenizim

İnsta:   @bulentsea

Face:   /bulent.deniz.1800/