Talebe: Hocam! Selamün aleyküm.

Mürşit: Aleyküm selam ve rahmetullahi.

Talebe: Hocam! Bendeniz Kur’ân’ı mealiyle okuyorum. Bir âyet okudum: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindedir. Size o ilimden az bir şey verilmiştir.” (İsra: 85). Bu âyeti tam anlayamadım. Biraz açar mısınız?

Mürşit: Peygamberimize (sav) ruh hakkında bir sual sorulmuş. Peygamberimiz (sav), de hemen cevap vermemiş ve konuyu Allah’a havale etmiştir. Bunun üzerine mezkûr âyet inmiştir:

Talebe: Hocam! Anladım ama ruhun Rabbin emrinde olması ne anlama geliyor? Ruhun genel bir tanımını da bu vesile ile yapabilir miyiz?

Mürşit:  Said Nursi, Sözler eserinde Kur’ân’a uygun bir şekilde ruhun tanımını şu şekilde yapar: “Ruh, zîhayat, zîşuur, nuranî, vücudu haricî giydirilmiş, câmî, hakikâttar, külliyat kesb etmeye müstaid yani istidatlı bir kanun-u emrîdir.”

Talebe: Zîhayat, zîşuur gibi kelimelerin anlamlarını bilmediğim için cümleyi anlamakta zorlandım Hocam! Biraz açar mısınız?

Mürşit: Ruh, zîhayattır yani hayat sahibidir. Ruh, maddî ölçülere girmeyen ve ilmî kanunların hâkim olduğu âlemin bir unsurudur. Ruh, zîşuurdur, yani kendine has bir şuura sahiptir. Kanunlardan farklı olarak şuurlu, yani kendi varlığını ve diğer varlıkları bilen bir varlıktır.Ruh, nurdan yaratılmış bir varlıktır. Şuuru ve nuraniyeti sayesinde sadece beyin değil bütün organizma canlı tutulur ve bedendeki değişik fizyolojik ve biyokimyasal kurallar aksatılmadan işletilir. Ruha, bir bütünlük içinde haricî bir kimlik ve mahiyet verilmiştir. Buna göre her insan, kendine has özelliklere sahiptir. Ruh, câmîdir, yani bu ilahî emrin alan ve kapsamı çok büyük ve derindir. Ruhun bünyesinde sayısız duygular ve latifeler mevcuttur. Bundan ötürü de Yaratan’ın birçok güzel isimlerine mazhar olabilir. Ruh, bütünlük yönüyle, büyük âlem gibidir. Bedenle birleştiğinde kâinatın bir özü ve fihristi mahiyetindedir. Ruh, hakikattir. Başka bir ifadeyle ruhun varlığı, direkt olarak Allah’ın emrine dayanır. Soyut da olsa, gerçek bir varlıktır. Ruh, külliyet kesbetmeye yatkın bir şekilde yaratılmıştır. Yani, Yaratan’ına müteveccih ve bağlı olduğu için, manevî keşif boyutuyla bütünüyle açılmaya müsaittir. Fıtratına uygun olarak kulluk görevlerini tam bir ihlâsla ifa etmede azamî dikkat gösteren her insan, ruhun saflığı ile gaybî âlemlere yönelebilir, kendini ve maddî varlığını manen aşabilir.

Talebe: Hocam! Diğer maneviyat büyüklerimizin ruh ile ilgili görüşleri de herhalde enteresandır. Onların ruh ile ilgili fikirlerini özetle alabilir miyiz?

Mürşit: Maneviyat büyüklerimiz yani mutasavvıflarımıza göre ruh, esasen birdir. Bu ruh, ruh-i külli, ruh-i kudsî, ruh-i sultanî, ruh-i âlem, akl-ı evvel, ümm-i kitap gibi değişik kavramlarla ifade edilmiştir. Bu ruh, Allah’ın en evvel yarattığı nurdur. İdrak edilmesi mümkün olan bütün hakikatleri içinde barındırır. Mükevvenat yani kâinatta yaratılmış olarak ne varsa, bütün bunlar ruhun ayrıntılarıdır.

Talebe: Yani ruha dair her bir tanım veya kavram, ruhun bir özelliğini mi anlatır?

Mürşit: Evet, bir veya birkaç özelliğini yansıtır. Mesela ruh-i külli, Allah ile gerçekleşmesi mukadder olan şeyler arasında manevî bir vasıtadır. Ruh, bu boyutuyla, âlem-i hilkatten yani yaratılış âleminden ziyade İsra suresindeki 85. âyetteki anlam itibariyle âlem-i emirdendir. Âlem-i emir, Allah’ın “Kun” yani “Ol” emriyle vasıtasız icat ettiği âlemdir. Âlem-i halk ise, bir şeyden bilvasıta yani dolaylı olarak halk ettiği yani yarattığı âlemdir.

Talebe: Hocam! Anlamakta yine zorlandım. Biraz açar mısınız?

Mürşit: Yani ruh-i külli bir ise de, hükmü bulunduğu mahallere göre değişebilir. Canlı cansız bütün cisimler ve varlıklar, ruh-i küllinin bir parçası, bir yansıması olarak ruh-i cüze sahiptir. Bu ruh-i külli sayesinde kendine özgü bir ruha sahip olana cemadat (cansızlar), bitkiler ve hayvanlar hayat buldukları gibi şuur altı akla da içgüdülere eskilerin tabiri ile sevk-i ilahîye de sahip olur.

Talebe: Buna göre akıl, şuur gibi zihnî yeteneklerimiz de ruh-i küllinin bir yansıması mıdır?

Mürşit: Evet. İnsanlara verilen akıl, şuur, kalp gibi manevî kaynaklar da ruh-i külliden gelir. Ruh-i cüz, bunların her birinde Allah’ın yaratılış maksadına göre tezahür eder. Kısacası, ruhi cüz sayesinde atomlar birbirleriyle kenetlenebilir, bitkiler yeşerebilir, ağaçlar meyve verebilir, hayvanlar sevk-i ilahî ile içgüdüsel olarak anlamlı ve faydalı davranışlarda bulunabilir ve insanlar da akıl, kalp, vicdan, idrak ve şuurlarıyla Allah’ın rızasını kazanacak en doğru hareketleri sergileyebilir.

Talebe: İnsanın ruhu, ruh-u külli’nin en gelişmiş şekli ile mi tezahür eder?

Mürşit: Evet evladım. Bunun için insanın ruhuna Latife-i Rabbani denir. Eşrefi mahlûk, yani en şerefli varlık olarak yaratılmış insanın hayvanların ruhundan ayıran en önemli yönü, akıl, kalp, vicdan gibi manevî kaynaklara sahip olmasıdır.

Talebe: Allah, bize ruh vermesiyle bizi ne güzel yaratmış değil mi?

Mürşit: Allah, Hicr sûresinin 29. âyetine göre bizzat kendi ruhundan Hz. Âdem’e ruh üflemiştir. Bizler de Hz. Âdem’in evlatları olarak bu ruhu taşıyoruz. Yüce Allah, insanı şereflendirmek ve ona verdiği kıymeti göstermek için, onun ruhunu kendi zatına nispet etmiştir. Allah, insana ilâhî özelliklerin bir tezahürünü vermiştir. Bu şekilde insan, bedenî bir varlık olmanın ötesinde ruh taşıyan şerefli bir varlık olmakla, hayatiyet bulabilmiştir. Bunun için bizlere Yaratanımıza bütün ruhumuzla şükrederek, kulluk görevini ifa etmek düşer.

Talebe: Hocam! Bu güzel izahtan sonra bir dua ile sohbetimizi tamamlayalım mı?

Mürşit: İlâhî Yâ Rabbî! Allah ve Resûl muhabbetini kalpten kalbe akıtan her kim varsa Efendimiz’in (sav) Livâü’l-hamd’ı altında hepsini cem eyle. Allah için hizmet eden, Resûlullah’a âşık kullarınla kalplerimizi birleştirip Allah için birbiriyle sevenlerden eyle. İlâhî Yâ Rabbî! Bizleri Hakka ve hakikate muttali eyle. Gafletten halâs eyle. Bizleri zalimlerden eyleme. Hakk’a karşı agâh ve uyanık eyle. Kabahatlerimizi afv ü setreyle. İçimizde ahlâk-ı rezile sahipleri var ise onları lütfen ve keremen hidayet eyle. Cümlemizi ve cümle ümmet-i Muhammedi ıslah eyle. Akıbetlerimizi hayreyle. Amin.