(...)

-‘’Yavaşla! Yavaşla! Escort hız kesti! Duracaklar heralde!’’ dedi, ulusal tv kanallarından birinin muhabiri olan Serkan.

Şoför;

-‘’Aynen abi! Duruyorlar!’’ diyerek cevapladı.

Serkan daha araba durmadan aracın kapısı açmış;

-‘’Hadi abi, hadi abi! Atraksiyon var! Kap kameranı Metin!’’ diye seslendi.

Hızla arabadan indiler. Serkan önde, kameraman Metin arkada, koşarak kalabalığa doğru yaklaştılar.

15 Temmuz Şehidler Köprüsü istikametinde ilerleyen Cumhurbaşkanlığı araç konvoyu, Beşiktaş Barbaros Bulvarı yokuşunu çıkarken, Serencebey Yokuşundaki MİT İstanbul Bölge Başkanlığı’na komşu olan Yıldız Hamidiye Camii’nin hemen  yanıbaşındaki Serencebey Parkı kenarında durmuş, Başkan Erdoğan ara ara yaptığı gibi halkın içine karışmış; vatandaşlarla hasbihal edip, selfie çektirmeye başlamıştı bile.

(...)

Yaşananları herkes gibi merakla izleyen ve fırından yeni çıkmış, simit tablası üzerinde sattığı taş fırın simitlerin kokusu genizlere akan simitçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine yaptığı el işaretini önce anlayamadı! Arkasına baktı! Kimse yoktu! Sağ elini göğsüne dokundu ve ‘’Ben mi?’’ dercesine bir bakış attı!

Erdoğan;

-‘’Simitçi! Simitlerin gevrek mi? Gel bakalım!’’ dedi. Tablasını kapan Ömer, korumalarında yardımıyla Cumhurbaşkanı’nın yanında bitiverdi. Hayal mi görüyordu ne? Şaşkındı halen!

-‘’Simitlerin taze mi?’’ diye sordu Erdoğan.

Heyecanlı ve titrek bir ses tonuyla;

-‘’Fırından yeni çıktı Reisim!’’ dedi

Tabla’daki bir simite dokundu Erdoğan. Sıcaktı!

’Ali! Bak bakalım tadı nasılmış?’’ dedi, basın mensupları arasında ki muhabirlerden birine.

-‘’Gayet güzel efendim!’’ dedi muhabir.

Tabla’daki simitleri basın mensupları için ikişer-üçer alıp ikram eden Cumhurbaşkanı bir yandan da simitçiyle konuşuyordu!

-‘’Adın ne senin?’’

-‘’Babam Ömer koymuş sayın Cumhurbaşkanım, bende Onbeş Temmuz’dan sonra Halis’i ekledim!’’

-‘’MaşAllah! Ben de senin yaşlarında simit satardım Ömer Halis!’’

-‘’Biliyorum Reisim! Siz, okuldan hafta sonu eve geldiğinizde, Kasımpaşa’da ki taş fırından aldığınız bayat simitleri rahmetli anneniz file içerisinde buhara yatırırmış! Siz de top sahasında o simitleri yarı fiyatına satarmışsınız!’’

Gülümsedi Erdoğan. Cevap hoşuna gitmişti.

Muhabir Serkan bir yandan konuşmaları dinlerken diğer yandan kameraman Metin’e;

-‘’Kayıttsanın dimi! Bak tek kare kaçırma! Ana habere malzeme çıktı yine! Doğru açıdan al aman diyim!’’ diyerek uyarıyordu. Kalabalıkla birlikte gürültüde artmış, fotoğraf çekenler, slogan atanlar, alkışayanlar, trafik tıkanmıştı Barbaros Bulvarında!

(...)

-‘’Evet Ömer Halis, al bakalım simitlerin parasını!’’ dedi Erdoğan.

-‘’Aman Reisim! Haşa! Olmaz! İkramımız olsun. Afiyet, bal, şifa olsun! Ömrünüze bereket olsun’’ dedi Ömer Halis.

-‘’Ömer Halis! Bereket; nimete, emeğe, alın terine hürmettedir!’’ dedi Erdoğan!

Bu söz üzerine dondu kaldı Ömer Halis! Hemen kendini toparladı. Yutkunarak;

-‘’Alın teri hürmetine Reisim!’’

-‘’Alın teri hürmetine Ömer Halis!’’

-‘’Reisim! Siz fazlasıyla ödediniz bende usulen para üstü vereyim! Alışveriş tamam olsun!’’ dedi Ömer Halis ve avucunda tuttuğu 15 Temmuz anısına basılan BİR TL’yi Erdoğan’a verdi.

Madeni bir lirayı tebessüm ederek alan Erdoğan, kalabalığa el sallayarak makam aracına bindi. Konvoy, Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsü önünden köprü yoluna girmişti bile.

Muhabirlerden bir kısmı simitçi gençle röportaja başlamıştı, kalabalık yavaş yavaş dağılıyor, insanlar birbirlerine çektikleri Erdoğan fotoğraflarını gösteriyordu.

Konvoy, 15 Temmuz Şehidler Anıtı önünden geçiyordu şimdi! Başkan Erdoğan, avucunda ki bir tl ye bakarken Şehidlerin Ruhuna Fatiha okuyordu.

Yaver’ine talimat verdi:

-‘’Üsküdar’a inelim! Aziz Mahmud Hüdayi Türbesine…’’

(...)

10 saat önce

New York

Lokal zamanla 20.00

Rockefeller Brothers Fund tarafından yönetilen Pocantico Tarihi Alanı hiç olmadığı kadar sessizdi o gün. Manhattan’ın 32 km kuzeyindeki; konferanslara, sanatsal faaliyetlere ve çok farklı kültürel programlara ev sahipliği yapan mekanda, in-cin top oynuyordu adeta. Alanın içinde yer alan ve adını Hollanda’ca bir kelimeden alan *Kijk uit Villası, adı gibi ince bir mesajla ‘’dikkatli’’ bakanlar için mekanın hiçte o kadar sessiz ve sakin olmadığını söylüyordu.

Kaba kesilmiş; tarla ve kireç taşından yapılmış olan dört katlı binanın içindeki hazırlıklar günler öncesinden tamamlanmış, villa; beklenen önemli misafirler için hazır edilmişti.

Ultra sessiz ve silahlandırılmış dronlara, havadan destek sağlayan nano teknoloji ürünü arı büyüklüğündeki bee dronlar; yüksek çözünürlüklü kameralarıyla anlık video kaydı ve fotoğraf çekimleri yapıyor, tarihi alan bir ada üzerinde olduğu için su üstü ve altı için özel imal edilmiş yüksek teknoloji amfibi’ler güvenliği üst seviyeye çıkarıyordu. Adını hiç kimsenin duymadığı, kimisi daha taşıyıcı anne yoluyla doğar doğmaz, kimi taşıdığını bilmediği ‘’kutsal kan’’ nedeniyle; dünyanın herhangi bir noktasında yaşadığı ailesinden kaçırılarak küçük yaşlardan itibaren yetiştirilmiş; fizik ve metafizik kabiliyetlerle donatılmış, dünyanın en özel ordusuna sahip seçkin askeri birliğe bağlı, sanki bir davete gelmiş havasındaki kadınlı erkekli grand tuvalet giyinmiş genç korumalar, villa çevresinde bir kokteyle katılmış havası içerisinde hiçbir mekanik bağlantı olmadan ve konuşmaya dahi ihtiyaç duymadan neuralink çipler sayesinde düşünsel olarak birbirleriyle iletişim sağlıyorlardı. Söylemek istediklerini düşünmeleri yetiyordu!

Öyle ki; isteyen her asker, çevrede var olan 666 adet bee drone’dan herhangi birinin görüş kapsamına istediği an bağlanıyor ve kendisi villanın arkasında konuşlanmış olsada, avlu içerisinde yer alan Oceanus Çeşmesi’nde ki heykelin başına konan bir bee drone’un görüntüleme sisteminden rahatlıkla villanın önünde ki görüntüyü anlık izleyebiliyordu!

(...)

Özel ekipten sorumlu olan 33 yaşında ki Elly (Elizabeth), şimdiye kadar girdiği her özel operasyondan başarıyla çıkan tim komutanı Zach’e (Zechariah) bilinçaltı frekanstan 4-8 hz aralığındaki Theta’ya geçerek, eşlik ettiği misafirlerle özel bölümden villaya giriş yaptıklarını ve gizli asansörle dördüncü kata çıkmakta olduklarının bilgisini çoktan vermişti.

Beklenen konuklar binaya girmişti ve bunu sadece Elly ve Zach biliyordu.

(...)

Her iki konuk görüşmeyi yapacakları odada başbaşaydılar şimdi. Yanmayan şöminenin üstünde duran yedi kollu *menoranın önünde durdular ve Aramice birbirlerini selamladılar.

-‘’Hoş geldiniz (*)Nur-i Ziya’nın Vekilinin Yaveri!’’

-‘’Hoş Geldiniz Nur-i Ziya’nın kulları, yedi hanedanın Vekili!’’

(*Nur-u Ziya: Nur’un ziyası, Aydınlığın ışığı, kaynağı! Kabalist ve Siyonist Yahudilerin, Azazil’i-Şeytan’ı tanımlama biçimi!)

(...)

Aynı saatler yer İstanbul!

Lokal zamanla gece 03.00!

Seher vaktinden hemen önce!

Eba Eyyub’el Ensari Hazretlerinin Türbesine cülüs yolunu kullanarak gelmişlerdi. ‘’Udhuluha Bi Selamin Aminiyn’’ diyerek C kapısından geçerken, Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa’ya dua ettiler. Türbe avlusunda Akşemseddin Hazretlerinin kendi elleriyle diktiği Çınar Ağacı’nın yaprakları, vaktin esen rüzgarıyla sessizce zikir halindeyken, kendileri için açık bırakılan türbenin çıkış kapısından içeri girmişlerdi. Mihmandar-ı Resul’un huzurundaydılar. Erkanı Edeb’le selam verdiler, boyun büktüler, sağ ayakları sol ayaklarının üzerinde gönüllerini rabt ederek bir müddet dua ettikten sonra; huzur-u edeble bir adım geri attılar, hemen sağlarında duran Nişançı Mir Ahmed Paşa’nın kabri arkasındaki kırmızıya çalan kahverengi ahşap kapıdan geçerek sol önlerindeki taş merdivenlerden yavaşça aşağı inmeye başladılar.  Bir insanın ancak dizleri üstünde çömelerek hareket edebileceği yaklaşık onbeş metrelik bir tünelden aşağı doğru iki büklüm ilerleyerek Halid Bin Zeyd hazretlerinin kabrinin toprak hizasına vardılar, kabrin hemen yanı başından ayak hizasındaki doğal oluşmuş oluktan akan suyun yanında durmuşlardı. Otuzüç yaşındaki Yahya, türbeye defalarca gelmişti ama burayı ilk kez görüyordu. Gürbüz Baba’yla karşılıklı diz büktüler!

Dizdizeydiler şimdi!

-‘’Tâ-Sin / Hâ-Mim / Ayn-Sin-Kaf / Rabb’ül Arş’ul Aziym / Elhamdulillahi Rabb’il Alemiyn…

Cezamız tam bitmesede oğul, çok şükür kapı aralandı’’ dedi Gürbüz Baba.

- ‘’Ayasofya’da; ezan, secde, kıraat ve zikirin başlamasıyla basiret keskinleşti, *sahib’ul üzun olundu Elhamdulillah! Artık *Mele’ül Alâ’dan lütfolunan tecelliye aralandı gök kapılarımız, kalp kapılarımız, gönül kapılarımız. Ehlullah şükür secdesinde, sadr’a sığmıyor yürekler!

Kapa gözlerini ve dilini damağına koy, tek nefeste yedi değil yetmiş tevhid vur *sır’ra. Faruk Hazretlerini hatırla! Hani O, Mescid-i Nebevi’de minbere çıkmış, bir an duraklamış sanki ötelere bakıyor ve kulak veriyorcasına bir halet-i ruhiye ile gözleri kapalı Medine minberinden, Irak cephesinde İranlılarla harb etmekte olan kumandanı Sâriye’ye yüzlerce kilometre öteden; “Ya Sâriye, el-cebel, el-cebel!: Ey Sâriye, dağa çekil, dağa!..” diye nida ederek seslenmiş, Hz. Sâriye bu sesi duyarak orduyu Nihâvend dağına çekmesiyle hezimetten kurtulmuştu ya Ashab-ı Güzin Ordusu.

Devlet-i Âli’nin orduları da şimdi her cephede zordadır oğul! Bugünler için hazırlandın! Kapa gözlerini! Vakit; selefe, halef olma, varis olma vaktidir, kırk kerre erbain riyazetinin uzletinde kanatlanan melekelerini, kuvvelerini, hâssalarını bağla birbirine oğul’’ diyerek, elini Yahya’nın kalbi üzerine koydu Devlet-i Âli’nin Erbab-ı Esrar’larından Gürbüz Baba.

-‘’Ya Basir! Ya Semi! Ya Alim! Ya HAK!’’ dedi…

(...)

Yahya, ağır ağır istiğrak hâline dalarken, deruni bir tefahhus yaşıyor, kalbi huzur, mâna ve şevkle doluyor, aklın idrak mülâhazasından *Vecd-i Lika’ya,  oradan *Mülk-i Vecd’e bir dalıyor, bir çıkıyordu! *Vecd ile kendinden dışa vuruyor *ecstase oluyordu.

Ne kadar geçti bilinmez gözlerini açtı! Karşısında bir silüet! Konuşmaya hacet yoktu artık. Suali duyulmuştu!

-‘’Gürbüz Baba’nın Hâdimiyim tut elimden’’ dedi.

Yahya aşağıya baktı, Gürbüz Baba ve Yahya gözleri kapalı oturuyorlardı dizdize. Ne mekan vardı aslında ve ne de tutulacak bir el! Ne aşağısı vardı ve ne de yukarısı!

Hüdhüd gibi Sebe’deydi ve Melike Belkıs’ı izlemeye hazırdı. Göz açıp kapayıncaya kadar tahtı getirenlerin içindeydi artık! Zülkarneyn’in gemisine binmiş, ruh; cesede galip olmuş, *bast-ı zaman’la boyut üstü boyutta, *Tayy-ı mekân’la imkan dışı mekandaydı! Süleyman’ın tahtının *murabıtıydı! Tüm seslere açık ve tüm seslere kapalıydı şimdi. Sad Suresi’nden, Neml Suresi’ne akıyordu.

Vazifesi çok büyüktü! Bunun için eğitilmiş, aşk ile *refiyki ile bu *tariyke baş koymuştu!

Şeyh Edebali gibi, Hacı Bayram Veli, Akşemseddin gibi! Hoca Ahmet Yesevi gibi…

Erenler, Alperenler, Kalperenler gibi.

Devlet-i Âli Muhammed’in kozasında kelebekti şimdi…

Harakâni gibi, Tapduk’un Yunus’u, Ahi Evran ve niceleri gibi!

(...)

Hâdim:

-‘’Tüm sırların zahiri, Elf-u Elfin salat ve selam, Ahmed-i Mahmud’u Muhtar’ın, canına kastedenlerin arasından nasıl da geçip gittiğini hatırla!

Benimle oku!

YA-SİN

Ve’l Kur’an-il Hakim

 ’Önlerinden ve arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler!’’

Yahya, Hâdim’le birlikte büyükçe bir odada buluverdi kendini. Duvardaki şöminenin üzerinde mumları yanan yedi kollu *menora vardı! Satanist-Kabalist figür, resim ve ikonalarla doluydu her yer. Biri puro içen, diğerinin elinde kan rengi bir şarapla, gözleri kan çanağına dönmüş, zulmet yüklü iki kişi karşılıklı oturuyordu odada.

Biri Şeytan’ın vekilinin yaveri, diğeri Azazil’in emrindeki yedi hanedanın vekil-i mutlakı. Karanlıktılar! Çok karanlıktı kalpleri! Bebek ve çocuk çığlıkları duyuyordu o habis ruhluların damarlarında akan kandan. Kalbine hüzün ve gazap doluyordu Yahya’nın. *Mudil esmasının tecellesiyle yüklüydü bu oda ve içindekiler!

Aramice konuşan odadaki iki kişiyi, Hâdim’le birlikte dinlemeye başladılar!

(...)

-‘’Yedi hanedan ihtilafa düştünüz! Bundan faydalandılar! Bellerini bükmüştük! Ama siz, ihanet derecesinde hata ettiniz! *Nur-u Ziya, Kubeys Dağı'ndan tüm tahtını yerle yeksan edecek kadar gazap içinde! Vekili ise azap! Her birinizin evlerinde (hakim olduğunuz coğrafyalarınızda) cezalar kesilecek! Biz, Korona ile Kabe’de tavafı durduruyor, Medine’de huzurda verilen selamı keserek kozmik akışa set çekip, ritmi bozuyoruz, siz ise Ayasofya’yı açmalarına engel olamıyorsunuz! Çamlıca Tepesi’ne yapılan o camiden sonra Ayasofya açılmayacaktı! Taksim bitmek üzere! Levent başladı! Kozmik karargahları arttırdılar! Dergahlarda tek merkezden yönetilen esma zikirleri bize perde olmaya başladı! Her anlamda güçleniyorlar! Engelleyemiyorsunuz!

-‘’Ama efendim! Anadolu hep zorlu olmuştur! Bir Irak, Suriye değil! Theo-stratejik merkezdeler. Hanedanlar arasında çözülemeyen ihtilaflar bittiğinde ellerinde hiçbir kazanımları kalmayacak! Beyrut üzerinden mesajı verdik! Finansal olarak ise bıçak sırtında tutuyoruz! Suriye’de, Irak’ta, Balkanlarda, İran Horasan’ında, Akdeniz’de yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını çeşitli vesilelerle gösterdik. Rahman Nizami ve Mursi’yi, hamlelerinin karşılığında aldık onlardan! Küresel programımızı ve planladığımız *Great Reset’i başlatmak için gün sayıyoruz! Covid, Gavi Projesi, 5G, Alçak İrtifa Uydular, Neuro Link, Gender, Star Link ve diğerleri!  Direnirlerse zaten sonuç malumunuz!

-‘’Aptal olma! Bu adamlar ‘’tamam istediğinizi yaptık’’ diyerek yüzyıl süren ölümcül bir uykuya yatmadılar mı? Fırsat buldukları ilk anda verdikleri mesaj ‘’Ashab-ı Kehf uyandı!’’ oldu? 2009 Davos! Tedbir alın dedik ama siz dikkatsiz davrandınız! 2010 Mavi Marmara! Kökünden bitirin dedik! 15 Temmuz’a kadar ise ne hamleler yaptınız! Sonuç ne oldu? O ihtiyar bunak beceremedi! Şimdi ise Ayasofya! *Beth Ha-Mikdaş’a hologram kuruldu, çalışmalar bitmek üzere, yıkım kaçınılmaz! *Dr. Maximus’un Merih’e bıraktığı işareti bulduk! Bukağılılarla temas kurmak üzereyiz! Yücelerin inmesi için tapınak tekrar inşa edilmeli! Zamanımız kalmadı! Ya istediklerimizi yaparlar ya da Temmuz 2016’da Muhammed’in kabrine yakın yerde patlattığımız aracı hatırlatın!

-‘’Efendim! Her ne kadar yedi hanedana bağlı isem de nihayet yüce vekilin emrindeyim. İtiraf etmem gerekirse kadim düşmanımızın, eskisi gibi elleri kolları bağlı değil! Hareket ve hamle kabiliyetleri arttı. Her yerde karşımıza çıkıyorlar. Stratejik hamleler yapıyorlar. Hemen yanıbaşlarında ‘’kutsal kan’’ taşıyanlara rağmen, bir güç tarafından korunuyorlar sanki! Hamlemize, karşı hamleler yapılıyor! Ön alıyorlar! Zannımca 15 Temmuz’la bütün ‘’uyurlar’’ı uyandı! ‘’Ashab-ı Kehf!’’ mesajını özellikle verdiler! Taşıdığım bir endişemi şu an sadece sizinle paylaşmak isterim. O gece Erdoğan’ın çağrısından önce meydanlara inenler, yüzyıldır uykuda olanlardı! Genelkurmay, Emniyet müdürlükleri, havaalanlarını ve tüm stratejik yerleri tutanları halen deşifre edemedik! Kim bunlar, tam manasıyla çözemedik! Hanedanlar tam da bu nedenden öfkeliler ve öfkeleri akıllarını perdeliyor! Ya bu fedailerden Tel Aviv’de, Washington’da, Brüksel’de, Moskova’da ve Pekin’de de varsa!?? Ve hatta belki de burada!

-‘’Paranoyak olmayın, tedbiride elden bırakmayın! İlk Meclis’ten sonra ortadan kaybolanlar onlar! Hep peşlerindeydik! Deşifre ettiklerimiz yağlı urganın ucunda, soğuk karlar üzerinde can verdiler ama sır vermediler! Ne gerekiyorsa yapılsın! Anlamıyorlar mı? Kararlılığımızı gösterin o halde! Bu kez atılan füzeler Riyad’a değil, Mekke’ye düşsün! Medine’ye düşsün! Hayber’in kokusunu duymak istiyorum! *Yeruşalayim’de inşa edeceğimiz Tapınak’ta yüce efendimize secde etmek istiyorum! Yüce Efendimiz; çocuk çığlıkları, anne fertayları duymak istiyor!’’

-‘’Ne yapmamızı emredersiniz efendim?

-‘’Ben değil, Yüce Efendimiz Nur-u Ziya’nın, vekili emrediyor!

-‘’Dikkatle dinliyorum Efendim!

(...)

Okunan Sabah Ezanıyla ‘’Allah’’ diyerek cezbelendi Yahya. Kan-ter içinde kalmıştı! ‘’HafazanAllah’’ dedi! Dili damağına yapışmıştı. Yanıbaşında akan sudan avuçlarken elleri titriyordu. Karşısında yakaza halinden çıkan Gürbüz Baba merak ve takdir dolu gözlerle O’na bakıyordu!

-‘’Anlat oğul’’ dedi.

-‘’Ne gördün? Ne işittin? Tane tane anlat!’’

-‘’Baba! Gürbüz Baba!’’ diyerek endişe ve heyecan dolu bir ses tonuyla konuşmaya başladı Yahya!

(...)

Çok sürmedi. İşrak vakti bitmeden, özel şifrelenmiş ve sadece bir kişinin çözerek okuyabileceği sırlı name, gizli odada hazırlanmış ve sır hamalesine emanet edilmişti. Taşıyıcı; Haliç Köprüsü altında medfun; Buhara’dan gelmiş, İstanbul’da şehid olmuş Abdulvedud (Ya Vedud) Sultan Hazretlerinin Türbesi’ndeki gizli yere emaneti bırakmış, Zal Mahmut Paşa Camii arkasında Ashab’dan Ebu Derda Hazretlerinin kabrindeki işaret taşını muhatabının anlayacağı şekle getirerek görevini tamamlanmıştı… Bir müddet sonra kabre gelen kişi emaneti yerinden aldı! Deşifre edilen sırlı name teslimat için sahibine iletilmek üzere bir takım işlemlerden sonra avuca sığacak kadar küçültülmüş ve hazır edilmişti!

(...)

Fırından yeni çıkmış taş fırın simidiyle dolu servis arabası Barbaros Bulvarı Sait Çiftçi Devlet hastanesine yakın bir noktada durdu. Saat öğlen 13.00’a geliyordu! Arabadan iki kişi indi. Biri simitle dolu tablayı alırken diğeri ayaklığı indirdi.

-‘’Ömer Halis! Bu madeni BİR TL’yi, sahibi gelip senden alacak! Tablanla nerede duracağını biliyorsun! Emaneti alacak olanın kim olduğunu ne sen ve nede ben bilmiyoruz! Mühim olan parola! Muhatabın:

-‘’Ömer Halis! Bereket; nimete, emeğe, alın terine hürmettedir!’’  diyecek! Unutma!

-‘’Alın teri hürmetine!’’ dedi Ömer Halis…

….

..

.

Bülent Deniz - Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

www.bulentdeniz.com

Yazıda geçen tüm nebi ve peygamberlere salat ve selam olsun. Elf’u Elfin salaten ve selamen ale’l cemiy’ul Enbiya-i ve’l murseliyn.

DİPNOTLAR:

*Kijk uit: Hollandaca bir kelimedir. (Dikkatli Ol-Dikkat Et) manasına gelir.

*Mele’ül Ala: Kur’an-i bir terimdir. Yüceler Meclisi demektir. Allah her şeyi en iyi bilendir

*Sahib’ul üzun: Kur’an-i bir terimdir. Kulak Sahibi olmak demektir. Metaforik kullanılmıştır.

*Sır: Tasavvufta insan’da var olan maddi duyu organlarının dışında var olan manevi duyu organlarından biri

*Vecd: bir Tasavvuf ıstılahı. Manevi- ruhi bir hal! "kendinden dışarı çıkma" demektir. İbn Arabî'ye göre vecd, kalpten perdenin kalkması, sonra Hakk'ın müşahede edilmesi ve gaybın mülâhazasıdır (Tahanevî, Keşşafu Istılahati'l-Filnûn, II, 1454).

*Likâ Vecdi: Tasavvuf’ta mana yolculuğuna çıkan Sâlikin bulduğu vecd’dir.

*Mülk Vecdi: Tasavvuf’ta mana yolculuğuna çıkan Sâliki bulan ve ona hâkim olan vecd’dir.

*Ecstase: Batı dillerinde vecd karşılığı kullanılan kelimedir,Aslı "kendinden dışarı çıkma" demektir. Extasy kullanımının detaylarını burada belirtmiyoruz!

*Bast-ı Zaman: Tasavvufta “zamanın genişlemesi, bereketlenmesi”,“az zamanda çok şey yaşamış olma hâli”

*Tayy-ı Mekân: Tasavvufta “mekânı aşmak, bir anda değişik yerlerde görünebilmek”

*Menora: Museviler için kutsal şamdan

*Murabıt: Nöbet tutan, nöbetçi, koruyucu.

*Refik: Dost, yoldaş

 *Tarik : Yol! Tasavvufta çıkılan yol

*Mudil: Cenab-ı Hakk'ın pek çok kulunu, çeşitli nedenlerden ötürü hak ettikleri dalalete terk etmesi anlamına gelmektedir.

*Nur-u Ziya: Aydınlanmanın ışığı, aydınlığın kaynağı! Kabalist ve Siyonist Yahudilerin Azazil’i ve Şeytan’ı tanımlama biçimi!

*Great Reset: Büyük Yeni Kurulum-Başlangıç-

*Beth ha-mikdaş: Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Süleyman Mabedi’nin Yahudi litaratüründeki söylenişi

*Yeruşalayim: Kudüs-ü Şerif’in İbranice adı

*Dr. Maximus: Muhyiddin ibn Arabi'nin Avrupa'da bilinen adı