80 Darbesi’nin sosyo-ekonomik-kültürel ve hatta teolojik olarak her alanda etkisini gösterdiği dönemlerde Yeşilçam’ın ‘’erotik film’’ furyası, Aksaray ve Beyoğlu’nda ki bazı sinema salonlarında ‘’2 film birden’’ afişleri arasında şehvet ağlarını kurmuş genç nesilleri pusuda beklerken, hava kararıp akşam geceye döndüğünde çığrından çıkan en sufli arzular Tarlabaşı, Harbiye arasında ki bir takım mekanlarda ve özellikle ‘’Gezi Parkı’’ ’nda ayyuka çıkıyordu. Gezi’de o günlerde 2 ağaç değil, bir nesil köklerinden sökülüp Beyoğlu’nun arka sokaklarına atılıyor kimselerin gıkı dahi çıkmıyordu! Fuhuş, iki karşı cins arasında olsa yine bir ‘’tahammül’’ sınırına kapı aralayabilecekken hemcinslerin hemdem olduğu rezaletler, sapıklıklar sıradan vatandaşın o zamanlar bugünkü kadar pek de bilmediği şeylerdi. Ne internet vardı o vakitler  ve nede aplikasyonlar! Yurttaşlarımız, musikişinasların  ’Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu!’’ nameleriyle sanatın güneşiyle evlerini ısıtıyorlar ve çoluk çocuğun bilinçaltına prototip olarak bazı efemine isimler fenomen olarak nakış nakış nakşediliyordu. O günlerde cezaevlerinde toplumun bir kesimi ‘’sağı ve soluyla terbiye edilirken’’ kimilerinin meskeni dağlar oluyor, Yazımızın öznesi olan ONLAR ise Beyoğlu’nu mesken tutuyordu! Dağlarda ellerinde keleşlerle yüzlerini boyayıp mağaraları mesken tutarak pusuya yatanlarla, şehirde ellerinde rujlarla yüzlerini boyayıp kuytuları mesken tutan delikanlılar hangi memleketin çocuklarıydı? Vesayet dönemlerinin karanlık rejimleri, en çokta vatan evlatlarına acımıyordu! Kimisini birbirine vurdurup kanlarını sokaklara dökerek anaları gözü yaşlı bırakırken, kimisini de… Dağları mesken tutanları belki bir başka yazımızda kaleme alırız! Ancak Beyoğlu’nu mesken tutanları, ONLARı, bugün yazacağız!

ONLARın, vakt-i zamanında görmedikleri şiddet kalmadı! Vakıa ki;gay, homo, eşcinsel, transseksüel, biseksüel’’ kavramlarıyla tanımlanan ve sokakta kısaca adları ‘’i.neler’’ olarak geçenlerin! Yer yer sokaklarda ve yer yer alındıkları karakollarda işledikleri cürümlerin mahkemesi anında kuruluyor, duruşma orada gerçekleşiyor, hakim, savcı, avukat, mübaşir, şahit, katip görevlerini üstlenen bir takım ‘’emniyet görevlileri’’ ya da vatandaşlar en seri ve hızlı bir şekilde kendilerince adaleti tesis ediyorlardı! Bir zamanların Meşhur Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü Ekipler Amiri, nam-ı  diğer ‘’Hortum Süleyman’’ ONLARı mobil ekiplerle toplatıyor, kurulan o ‘’mahkemelerde’’ gereken ‘’adalet’’ gecikmeksizin sağlanıyordu(!) Kimine göre o bir ‘’fenomen’’ hatta "travesti-eşcinsel avcısı’’ devletine, polisliğe, kamu düzenine ‘’gönülden bağlı’’ toplumun ahlakını bozacak her türlü ‘’fuhşiyat, türevleri ve cinsi sapıklıkla’’ yılmadan, yorulmadan savaşan bir ‘’kahraman"dı. Yıllar önce verdiği bir röportajda; "Bakın, biz işkence yapmadık. Bunu bağıra bağıra, rahat rahat söylüyorum. Bunu herkes böyle bilsin. İşkence, bir insanı götürüp işlediği ya da işlemediği suçu itiraf ettirmek için fiziki şiddet uygulayarak sorgulamaktır. Benim görevim, sokaktaki asayişi sağlamak. Baba oğlunu döver, anne de kızını. Dövmedi diyenlere inanmıyorum. Bizde de zaman zaman olmuş olabilir. Olmadı demiyorum." diyerek ‘’devlet baba’’ şefkatiyle yaramazlık yapan bazı haşarı, yoldan çıkmış ‘’vatan evlatlarını’’ hizaya getirmeye çalışıyordu.

Evet! ‘’Vatan evlatlarını!’’ ve hatta ‘’Bu toprağın çocuklarını! Başları takkeli elleri nasırlı dedelerin, al yazmalı sırtı iki büklüm ninelerin torunlarını!’’ Şöyle devam ediyordu ‘’Hortum Süleyman’’; "Aralarında profesör olan dahi var. Ruhunda gizli dürtüler olanlar için aile eğitimi önemli. Homoseksüelliğe karşı insanlarımızın top yekun seferber olması lazım. Özgürlüğü, eşcinselliğe indirgemesinler!"

Başkan Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinin en sıcak olduğu günlerde; ‘’Ben Kasımpaşa’lıyım! Biz, Gezi Parkı’nı çok iyi biliriz...’’ derken yaptığı göndermeyi muhatapları ve ehli illaki anlıyordu! Bu tavır ve söylem, birilerini daha da fazla öfkelendiriyordu! Bir yönüyle Gezi’ye dokunmak; küresel fuhuş ve uyuşturucu çetesinin mevzisine dokunmaktı ve aileyi korumaya almak anlamına geliyordu! Mesele, kökünden sökülen iki ağaçtan çok daha fazlasıydı!

Hey gidi İstiklal, Beyoğlu, Tarlabaşı, Harbiye!

Hey gidi Taksim!

Hey gidi Gezi Parkı!

Ve hey gidi Topçu Kışlası!

1806’da inşa edildiğinde Asakir-i Mansure-i Muhammed’in olan Mehmetçiğe çok hizmetler vermişti. Taksim Kışlası ya da pek bilinmeyen adıyla Halil Paşa Topçu Kışlası! Ordumuzun karargahlarından biriydi! Küresel sömürgeci emperyalizme karşı vakti geldiğinde cenk edecek vatan evlatlarının yetiştiği ocaktı. Askeri faaliyetlerin dışında Rum hacılara bir dönem ibadet ve dinlenme mekanı olarak tahsis edilmiş bir yapı olarakta ne acıdır ki daha sonra ne hallere düşüyordu!

Gazi Paşa’nın özel davetiyle Türkiye'ye gelip ve 1935 ile 1951 yılları arasında İstanbul'un nazım planını hazırlayan ve İstanbul'un ‘’modern bir mimari ve şehir planına kavuşmasını sağlayan’’ ünlü Fransız mimar Henri Prost’un‘’tavsiyesi’’ üzerine yıkılan kışlanın yerine konut ve sosyal etkinlik alanları inşa edilmesi kararlaştırımıştı ama o dönem planlanan düzenlemelerin pek azı yapılabilmişti. 1923 yılında Türkiye Millî Futbol Takımı ilk resmi maçını Taksim Topçu Kışlası avlusunda bulunan futbol sahasında Romanya'ya karşı yapmıştı. Dün er meydanı olan mekanın, ibadethaneden futbol sahasına ve sonra günü geldiğinde bazı eşcinsellerin açık hava oteline dönüşeceğini kim bilebilirdi ki? Ama öyle oldu! Gezi Parkı bir dönem ‘’ONLARın’’ yatağı oldu!

2003 Haziran ayı’nın son Pazar günüydü! 30 kişilik bir grup Beyoğlu’na çıkmış ellerinde pankartlarla ‘’Onur Yürüyüşü’’ adıyla yürüyordu! 10 yıl sonra ki cüretkarlıkla kıyaslandığında ne bir taşkınlık, ne bir ahlaksız pankart! Hayli ‘’masum’’ sayılabilecek bu mikro eylemi kimse önemsememişti. Eylemi görenlerin edindiği intiba; ‘’kendilerine yapılan şiddete hayır diyorlar’’ şeklindeydi! 10 yıl sonra 2013 Gezi Olayları’nın olduğu günlerde yapılan ‘’Onur Yürüyüşü’’ ne katılanların sayısı neredeyse 100bin olmuş ve ne kadar çirkeflik varsa o günden sonra Brezilya Rio Karnavallarını aratmayacak hale dönüşmüştü.

Ne olmuştu? Nerden çıkmıştı bunlar? Bizim şehrin ‘’eşcinselleri’’ gitmiş, sanki başkaları gelmişti. Kim di bunlar? Yıllardır yedikleri dayak, gördükleri şiddet, aşağılanma, yok sayılma, örselenmeye rağmen mübarek kandil gecelerinde türbe türbe dolaşıp, Eyüp Sultan’a gidip ibadet eden, mumlar yapıp adaklar adayan, Ramazan’da içkiyi bırakıp, işe dahi çıkmayanlar gitmiş, mübarek Ramazan ayında yarı çıplak çıktıkları meydanda ‘Şaban’la Recep’in aşkına Ramazan engel olamaz’ pankartı açan bir takım ‘’i.neler’’ türemişti!

...

Cinsel sapması, ahlaki zaafları, büyük günahlara tevessül etselerde ''bu toprakların eşcinselleri’’ mukaddes bir Ramazan gününde bu ahlaksız, dinsiz-imansız pankartı açıp ardında yürümezdi! Yıllardır Eyüp’te yaşayan biri olarak bir çok kez kendilerine tanık olduklarım, ağlayarak o türbeye girer ve gözyaşlarını silerek çıkarlar halen. ONLAR, O vicdanlı çocuklar, kalplerinde küllenmiş imanı taşıyan çocuklar bizim! Küresel, pedofil, kabalist sömürgeci emperyalistlere, fuhuş ve uyuşturucu mafyasına vereceğimiz bir tek evladımız yok! Bir karışını feda etmediğimiz ve etmeyeceğimiz vatan toprağından nasıl ki bir avuç dahi vermeyeceksek, bu topraklarda yaşayan velev ki ''eşcinsel'' olsun bir tek evladımızı dahi onlara nasıl veririz? İlahiyatçısı, sosyoloğu, siyasetçisi, psikoloğu ile tüm bir millet ve bütün kurumlarıyla devlet eğer bu çocukları onların ağlarına bırakacak olursa bize veyl olsun!

Amacım eşçinsel dahi olsalar ONLARı aşağılamak, nefret suçu işlemek yada hedef göstermek değil! ONLARa aidiyetlerini hatırlatarak: ''Siz bu vatanın evlatlarısınız! Bu memleketin çocuğusunuz! O gönderde gördüğünüz bayrak, minareden okunan ezan, kuşlara attığınız buğday, yediğiniz bir lokma ekmekle siz bu topraktan cansınız. Nuh Nebi, kafir olan evladından dahi son ana kadar vazgeçmemişken, biz; siz ‘’günahkar’’ kardeşlerimizden mi vazgeçeceğiz!?'' demek! ''Bu küresel, pedofil, kabalist sapkınların ağına kim düştüyse gel birlikte ONLARa el uzatalım! Sen bile bu ağa düştükten sonra en yakının da aynı tehlikeyle karşı karşıya olduğunu görmüyor musun?'' demek ''Sen yandın madem! Solukta olsa ışığın; karanlık ve kirli, hain planları aydınlatan bir mum olabilir! Yapma! Sen bari yapma! Sana yapılanı sen başkasına yapma!'' demek!

''Millet olarak ta artık uyanıyoruz! Saraçhane’de başlayan uyanış ‘’seni tekrar kazanmak'’ için! O gün orada açılan bir pankartta şu yazıyordu: ‘’Küresel çetelerden aileni ve neslini koru!’’ Sen de bu ailedensin! Unutma tevbe kapısı son nefese kadar açık!'' demek...

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün”


Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim
İnsta: @bulentsea
http://www.bulentdeniz.com