Dayatmalar çağında yaşıyoruz hayli zamandır. Modern zamanlar heyûlası, aslında yaldızlı örtüsünün altında kaypak bir esaret gizliyor. Seküler aklın son birkaç asırdır dünyaya pazarladığı özgürlük teranesi… Etraflıca irdelendiğinde… Esaretini seçme hürriyetinden ötesi değil! Kırk katır mı kırk satır mı durumu anlayacağınız…
Sistemi kurgulayanlar… Rayları kendi hedef ve istikametlerine göre döşemişler. Bütün insanlık da bu raylarda gidip gelmeye mecbur trenler misali… Yolun nereden geçeceği, hangi istasyonlara uğrayacağı belli ve değişmez (?) Değirmencinin kör beygiri gibi içinde dönüp dolaşıp, peyderpey tükendiğimiz devran bu! Ezbere, zoraki, tartışılmaz, aynılaştırıcı ve illa ki sömürgen!
Modernlik denen kemende bütün dünya milletleri olarak başımızı kaptıralı, her şey rayından çıkmış değil mi? Modernite bir kumarhane gibi… Herkesi istediği çerçevede oynatıyor. Görünüşte kazananlar ve kaybedenler var. Lakin modernlik adı altında tezgâhını döndüren kumarhaneci hiç kaybetmiyor. Üstelik her istediğini öyle veya böyle alabiliyor. Teslim alınmış bir dünyanın sakinleri olarak bizler ne yapıyoruz? Koskoca bir hiç… Kem akılların yazdığı senaryoda milyarlarca figürandan biri olarak geçip gidiyoruz. 
Modern hayat dedikleri süslü püslü bir dayatma düzeneği… İç bükey ve dış bükey aynalarla hakikati sislere boğup, pireyi deve deveyi pire gibi göstermede mahir bir gözbağcılık makinesi… Önümüze seçenekler(?) koyarken ince işçilik eseri bir kapana kıstırıveriyor hepimizi… Bazen öyle kabulleniyoruz ki… Modern dayatmanın umdelerini, birbirimize karşı savunan havarilere dönüşüveriyoruz. Modernite pazarlayıcıları, bu karşıtlığın dozunu hesabına göre evirip çevirebiliyor. Bazen sadece dargınlıklar inşa ederken bazen de uluslararası savaşa kadar yükseltebiliyor şer emelleri uğruna… Dayatılana dayanmak da nereye kadar?
Deli gömleği giydirildik vesselam… Uyduruk çerçevelere uydurulmuş iğreti fotoğraf kareleri gibi halimiz… Herkesin zihinlerinde “yapacak bir şey yok” ile başlayan durumu onaylayıcı hüküm cümleleri kol geziyor. Ama bu modern dayatmacılık her saniye ezim ezim eziyor.
Dünyada bir finans kapital sistemi var diyorlar. Modern ekonomik anlayışların zinhar dışında olamazsın diyorlar. Bilimsel-filmsel gerekçeleri kıymık gibi dimağımızın orta yerine saplayıveriyorlar. Bir güruhun doğrularını(?) herkesin doğrusuymuş gibi dayatıyorlar. Bunu yaparken de… Dayattıkları hususlarda, kerhen bir ittifak varmış gibi de bir görüntü balçık gibi sıvanıveriyor gözlere… Yaslandığı temelleri, üçkâğıt, alavere-dalavere, gayrı meşru, hak kavramının derisini yüzen, maruz kalan herkesi üzen bir anlayıştan besleniyor. Farklı farklı dinamiklere sahip milletlerin ve/veya toplulukların, dini, milli, kültürel, örf ve anane tarafından tayin edilmiş her türlü ticari ve iktisadi hakikat ya da kurumunu, devre dışı bırakma dayatmasını bal gibi yapıyor. Ama(!) demeye kalksanız sizi ademe mahkum edebiliyor. Hatta size ama dedirten ne kadar değeriniz varsa hepsini öcü, çağdışı, moderniteye aykırı ilan edip… Üstüne algı inşa eden propaganda çarkları ile alıklaştırdığı kitlelere –kardeşiniz bile olsa- sizi taşlattırabiliyor. Sözün özü; modernlik adına dayatılan bir ekonomik sistemin fasit dairesi içinde, mide bulandıran bir yemeği öğüre öğüre yedir(t)ilen garibanlardan müteşekkil bir dünyada yaşıyoruz. 
Modernliğin (?) dayatması sadece burada bitmiyor ki! Moda kavramı altında ne giyeceğini, nasıl giyeceğini de dayatıyor. Kişi olmanın ayrıcalığını elinden çekip alıveriyor. Yok, arkadaş ben arzu ettiğim şekilde giyinirim derseniz, sanırım yegâne çıkar yol şahsınıza ait kıyafetleri bir terzi marifetiyle diktirmek suretiyle elde etmek kalıyor. Fakat burada da modernitenin ayrı bir dayatmasına yuvarlanıveriyorsunuz. Çünkü her şeyi endüstrileştirip kişisel veya yöresel ne varsa nostaljik(?) kalmaya ya da neslini tüketmeye mahkum edivermiştir. Ya terzi bulamazsınız… Bulsanız dahi gelir seviyeniz bu yolu icra etmeye yetmeyecek durumdaysa… Modernitenin aynılaştırıcı ve dayatıcı yüzüyle bir kere daha baş başa kalıp… Zevkinizin, tercihlerinizin ya da kaçındıklarınızın tamamen dışında önünüze sunulmuş (dayatılmış desek daha doğru) kalıp, renk, beden ve modelde tornadan çıkmış giysilere mahkûm kalırsınız. Kıyafetteki dayatma öyle bir hal almış ki, modernitenin kurucusu toplulukların kalıplarına göre kalıplanmak zorundasınızdır. Etinize budunuza dolgun biriyseniz içine sığabileceğiniz elbise bulmak bir meseledir zira modernite sizin olmanız gereken standardı koymuştur bile… Bol ve rahat kıyafetler tercih etme eğilimindeyseniz, modern küresel otorite daralma ve kısalma buyruğu verdiyse yedi kapı gezseniz bunun dışına taşan bir seçenek bulamayabilirsiniz. İnsanın helalinden kazandığı parasıyla arzu ettiğini alamayacak olmasından daha feci ne olabilir ki? Dayatmayı satın almaya mecbur ve maruz kalmakla bitmiyor hikâye…  Küresel modern heyula farklı farklı kıtalarda, farklı farklı topluluklarda kıyafet üzerinden bir tek tipleştirmeye –hem de para kazanarak- ulaşabiliyor. Derinlemesine düşündükçe… Tek bir söz tutunup kalıveriyor dilimin ucuna: Ne kadar şeytani!
Yeme içme alışkanlıklarında da modernitenin fermanı yürüyor. 
Yazılı-görüntülü basın, sanat, kitap vb ürünlerde de dayatmanın aliy-ül alası sürüp gidiyor. 
Eğitim süreçlerinde de modernitenin bin bir renkli şablonlarının içinde dayatma bataklıklarında yuvarlanıp gidiyor dünya…
Müzikte de dayatmanın en hasını iliklerimize kadar hissedebiliyoruz. Müzik adı altında toplumların his dünyası, zevksizlik/sanatsızlık mengenesinde hurdaya çıkarılıyor.
Tarih ve coğrafya üzerinden de bir dayatmanın zihinlerde yarılmalara sebep verdiğinin farkında olan kaç insan var?
Misaller uzar gider…
Modern şapkasının altında uğradığımız en mühim dayatma “dünyacı” olmaya itilişimiz… Hakikatte… Dünyalı, dünyanın misafiri… Geçerken bir hoş sâdâ bırakan iken… Her hücremizle dünyacılık oynamaya eyvallah dedirtiliyoruz. 
Bu devran böyle gitmez. Artık kerhen eyvallahı terk edip… Modernizmin bizi bizden koparan her türlü dayatmasına illallah demeliyiz… Bunu demek içinse, kabukta dolaşıp durmayı bırakıp, öze doğru yola çıkmak zorundayız. Özü bulduğumuz vakit, söyleyecek çok sözümüz olacak… 
Yaratılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü düsturumuz… Ama son birkaç asırdır bize şöyle deniyor: Dayatılanı hoş gör dayatandan ötürü... 
Rahmetli Abdurrahim Karakoç üstadın şu mısraları, modernizm tarafından bize dayatılana karşı söylenmiş olamaz mı?
“Ben nefret eyledim sizin gerçekten
Yalanı severim, yalanı gayrı...
Tiksindim bülbülden, gülden, çiçekten
Yılanı severim, yılanı gayrı…”