Tarihi perspektiften baktığımızda görürüz ki Kudüs-ü Şerif’e yürüyüş temelde üç’tür.
Bu üç yürüyüşten İlki Hz. Ömer’le, ikincisi Selahaddin Yusuf Eyyubi ile ve diğer ikisinden bariz bir farkla ayrılıyor olsa da üçüncü olarak Yavuz Sultan Selim Han’ladır.
İlk ikisinde Mescid-i Aksa için bir fetih söz konusudur.
Gerek Hz. Ömer ve gerekse Selahaddin Eyyubi şehri küffardan teslim almışlar ve tarihe Kudüs Fatihleri olarak geçmişlerdir.
Ancak Yavuz öyle değildir.
Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye seferleriyle Yavuz, Kudüs-ü Şerif’i yine aslı Türklerden oluşan Sünni bir irade olan Memlüklülerden almış ve Kudüs-ü Şerif 401 yıl boyunca Osmanlı himayesinde kalmıştır.
Yavuz'la olan Kudüs'ün fethi değil, himayesinin el değiştirmesi olmuştur. Ta ki 9 Aralık 1917'ye kadar.
İçinde bulunduğumuz Aralık ayı hem Kudüs-ü Şerif'in 30 Aralık 1516'da Yavuz Sultan Selim Han'la Osmanlı himayesine girişinin 508. sene-i devriyesi ve hem de Kudüs-ü Şerif'in 9 Aralık 1917'de düşerek İngiliz Manda Yönetimine terk edilişinin 107. sene-i devriyesidir.
Kudüs'ün düşüşü hazindir!
25-26 Mart 1917,
19 Nisan 1917 ve
31 Ekim 1917'de gerçekleşen üç Gazze Muharebeside!
Gazze düşmüş ve tam 40 gün sonra Kudüs-ü Şerif düşmüştür!
16. Tümene bağlı, Gazi 125. Alayın kahraman komutanı Binbaşı Rahmi ve silah arkadaşlarının o üç muhasara ve saldırıda Gazze'yi savunurken gösterdikleri fedakarlık ve kahramanlık Milli Eğitim'in orta öğretim ve lise tarih kitaplarında hiç geçmedi. Hazindir!
Bir yanda Kudüs'ün Osmanlı himayesine geçmesinin 508. yıl dönümü, diğer yanda Gazze Muharebeleri ve Kudüs'ün düşmesinin 107. yılı!
Gidin! Fatih ilçesinde Yavuz Sultan Selim Han'ın kabrini ziyaret edin.
Türbesinin girişindeki kitabesini okuyun!
Bakın bakalım Kudüs'ü Şerif'i Osmanlı himayesine almasından tek bir cümleyle bahsedilmiş mi?
Hadim'ul Haremeyn Yavuz Sultan'ın hayat hikayesinin olduğu kitabeye dâhi; ''Kudüs Hadimi'' ifadesi yazılıp kayıt altına alınmamışken ben size daha ne yazıp anlatayım eski bir Kudüs rehberi olarak?
...
Bugün; gönlümüzde, zihnimizde, dimağlarımızda parçalanmayan yer bırakmayan kanlı Gazze Katliamı, Kuddüs olanın lütfu ile büyük bir hayra vesile olmuş, özgür Kudüs için oluşan şuur, beklenti ve talepler 107 yıllık işgal tarihinin en zirvesine ulaşmıştır.
Evet! 107 yıldır süregelen işgal boyunca Kudüs farkındalığı tarih boyunca hiç bu kadar artmamıştı.
Ve bu topraklarda o farkındalığın ortaya çıkarttığı beklenti ise hiç bu kadar büyümemişti.
O beklenti o kadar büyümüştür ki; sokaktaki adamda artık hiçbir söylem karşılık görmemekte ve ‘’söylenecek hiçbir sözün kalmadığı ama yapılacak şeyin çok olduğu’’ konusunda toplumun her katmanında kollektif bir bilinç oluşmaya başlamıştır.
Öyle ki sıradan vatandaşta artık; boykot, miting, yürüyüş, slogan, İsrail aleyhtarlığı sert söylemler vb ''pasif'' tavır alma yöntemi olarak algınmaya başlanmış, karşılık bulmama noktasına gelmiştir. Bu durum öyle bir hal almıştır ki memleket evlatları; yukarıda ifade ettiğim eylem türlerine adeta kayıtsız kalıyor görüntüsüyle; Kudüs için askeri müdahale beklentisi öncesinde en son ve güçlü tepkisini koymaya başlamıştır.
Bu tavrın, duruşun ve güçlü tepkinin adı ise; ‘’Tepkisizliktir!’’
Evet tepkisizlik!
Gazze’den aldığı her haber, izlediği her vahşi katliam görüntüleriyle canı, ruhu yanan, mağlubiyet duygusunu hücrelerine kadar yaşayanlar; Alem-i İslam’ın nüfusunu, ordularının, askerlerinin, silah ve teçhizatlarının gerçeğiyle kıyasladığında; somut, elle tutulur, gözle görülür hiçbir şey ama hiçbirşey yapıl(a)mamış olmasının verdiği acziyet, çaresizlik ve yenilmişlik sendromu ve öfkesiyle soyut hiçbir tepkiye dönüp bakmıyor artık! Ve bugün, geçmişte hiç olmadığı kadar gerçek, somut, elle tutulur, gözle görülür bir müdahale, tavır ve eylem bekliyor! İsrail'in canının yanmasını istiyor!
Bu beklenti öyle bir noktaya ulaştı ki; Tayyip beyin içimize su serpen cesaret dolu sözleri de artık söndüremiyor her geçen gün harareti artan, Deccaliyetin Siyonistler eliyle yaktığı bu Nemrudi ateşin alevlerini.
Bu minvalde 14 aydır elle tutulur tek bir müdahale-tavır göremeyen memleket evlatları geçmişte aciz kaldığımız her zor zamanda olduğu tarihi mod’a bürünüyor ve Haçlı'dan Moğol istilalarına oradan yakın tarihe kadar öz benliğine yapılan hakaretler karşısında yaptığı gibi ''elinden birşey gelmeyeceğini anladığı zamanlarda'' yaptığı gibi içine dönerek ‘’tepkisizlik’’ tepkisini en güçlü bir şekilde veriyor.
Kordoba'lı, Lucius Annaeus Seneca'nın dediği gibi; ‘’Küçük acılar konuşabilir, büyük kederler ise dilsizdir’' sözü şu ana kadar anlatmak istediklerimin özüdür. Kederimizle birlikte büyüyen şey öfke ve hakikattir. O hakikat ise bir lokma ekmek, bir yudum su, tek bir kurşuna muhtaç olan kardeşlerimize Alem-i İslam olarak el uzatamayışımız ve katledilmelerinin önüne geçemeyişimizdir. İsrail'in canını yakamayışımızdır!
Merhum Erbakan Hoca'nın yıllar önce; ''İsrail ancak güçten anlar'' dediği gibi, Siyonist katillere karşı ortaya konacak yegane tavrın bu olduğu gerçeğidir. Ve bugün bu gerçek, toplumun her katmanında ortak bir söyleme, fikre ve inanca evrilmiştir. Hiç kuşkusuz süreç boyunca devam eden boykot-yürüyüş gibi eylemleri yok saymak ya da küçümsemek değil muradımız ve devam da etmelidir.
Ama olmuyor!
Bu necip milletin aziz evlatlarını bu tür yöntemler asla tatmin etmiyor! Çünkü millet kabına sığmıyor!
Söz, hükmünü yitirdi! Bunu biliyor, görüyor ve susuyor!
Ortaya konan eylem türlerini artık ''zaman kaybı'' olarak gören büyük bir kitle oluştu.
Ve dünya dan Siyonist İsrail'in canını acıtacak keskin eylem ve tavır ortaya konmadı!
Alem-i İslam'dan ise hiç!
İsrail'in hakettiği karşılık karşısında, şimdiye kadar ortaya konan herşey bir hiç mesabesinde! Bir, hiç!
Hele ki bu, Pay-ı Tahtı Topkapı Sarayı'nın kapısına ''YA VÂLİYETE KÜLLİ MAZLUM'' (Tüm mazlumların sığınağı) yazmış olan bir milletin tarihi, dini, insani vicdani sorumluluğu olunca bugüne kadar ortaya koyan tavırların tamamı hiçin bile altında kalıyor!
(...)
Gazze’de 14 aydır süren aklın idrakını zorlayan büyük bir vahşet, 18 yıldır fiili muhasara, Filistin topraklarında 76 yıldır Siyonist rejimin, 107 yıldır da küresel çetenin işgali altında ki Beyt’ul Makdis hiç kuşkusuz Kuddüs cc’nin tayin ettiği vakitte özgürlüğüne tekrar kavuşacak.
Geçmişte olduğu gibi…
Peki bu nasıl olacak?
İlk adım buna inanmakla olacak?
Üçün birincisi Hz. Ömer döneminde olduğu gibi; kollektif bir cezbe, ortak motivasyon, kalbi-hasbi bir niyet, dost düşman tanımının sağlandığı mutabakat ve hedefi aynı olanlarla olacak.
İlk aşama aşıldı.
107 yıldır olmayan bir şey bugün oldu ve artık söz, fikir ve iman birliği gerçekleşti! Çok şükür artık hepimiz olması gereken şey hakkında aynı şeyi düşünüyor, inanıyor ve söylüyoruz.
Kudüs'ün özgür olması konusu artık herkesin ortak inancı. Ve bunun gerçekleşmesi için hangi yolun izlenmesi gerektiğide!
Üçün ikincisi Selahaddin Eyyubi döneminde olduğu gibi; şimdi herkes, Kudüs özgür olmadan hiçbir şehrin ve Mescid-i Aksa özgür olmadan hiçbir mabedin özgür olamayacağında ittifak etti.
Kabrine, kılıcıyla defnedilen Selahaddin Eyyubi'yi kendi içinden lider seçen bilinçte olduğu gibi o ortak şuur, irfan ve arifane söylem ve akabinde eylem birliği olarak kendini Halep operasyonuda gösterdi ve bölgenin tüm bileşenleri Suriye'de eyleme geçti.
Bu yönüyle taktiksel bir tatbikat başladı!
Bu kadar farklı grubu ortak söylemde ve ortak bir eylemde buluşturup aynı amaç doğrultusunda biraraya getiren o arif akıl şimdi
üçün üçüncüsü Yavuz Sultan Selim'de olduğu gibi Çaldıran'daki fitneye odaklandı!
Günümüz Şah İsmail'ine...
O, tasfiye edilmeden ne Suriye, ne Lübnan ve ne de Kudüs yolu emniyette değil!
Kudüs yolunda karşımızda ki küffarın nokta önemi yok!
Bir Arap olarak Hz. Ömer'in 616'da Kudüs'ü fetheden sahabe ordusu Yermük'e geldiğinde,
Kürt evladı Selahattin 1187'de, Taberiye Gölü'nün batısı Hıttın'e vardığında,
Türkmen evladı Yavuz, 1516'da otağını Remle'ye kurduğunda geriye sadece Kudüs'ün anahtarlarını almak kalıyordu.
Şimdi Arabı, Kürdü, Türkü ile bir yürüyüş başladı.
Afrin!
İdlib!
Hama!
Halep!
''Tepkisizlik tepkisini'' kırıp süreci son aşamaya taşımak üzere inşAllah!
Üçün üçüncüsü Yavuz, Şah fitnesini kırmadan Kudüs'e giremeyeceğini biliyordu!
Yanında ki Kürt alim, mücahid İdris-i Bitlisi O'na öyle salık vermişti!
Selahaddin'in torunu ile Alparslan'ın torunu 1516'da el ele vermişti!
2024'te Yavuz'un torunları, İdris-i Bitlisi'nin torunlarına kollarını değil, yüreğini o yüzden sonuna kadar açıyor bugün!
Kucaklaşma, kenetleşme olmak üzere!
Halep'te olduğu gibi!
Olsun da sen bi gör!
Neler oluyor!
Zemin oluştu, mesele sadece zamandır...
...
(Şah Fitnesinin bugün de kırılması gerektiğini bakın Hamas yetkililerinden Talal Nassar nasıl özetliyor: ''Diplomatik konuşmalar bir yere kadar. Artık net bir vizyon istiyoruz. Kim Halep ve Hama'ya giren mücahitlere karşı savaşıyorsa Filistin'i sırtından vuruyor demektir. Filistin ancak peygamberimizin, Ebubekir'in, Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin ve tüm şerefli sahabelerin sancağını taşıyanların elinde özgürleşecektir. Allah Rasulü'nün sahabelerine iftira atanların eliyle özgürleştirilmeyecektir...'')
''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''
Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Filistin'e girişi yasaklı Kudüs Rehberi
insta: @bulentsea
X: @bulentdenizim
www.bulentdeniz.com