İngiltere, eğer kararından vazgeçmezse yeni tip koronavirüs Covid-19 ile mücadelede sürü bağışıklığı yöntemini uygulamayı düşünmektedir. Sürü bağışıklığı ile risk grubu düşük olanların yani gençlerin virüse yakalanması ve böylelikle virüse karşı toplumsal bağışıklığın artması amaçlanıyor. Ancak bu arada bağışıklık sistemi zayıf olan yaşlı ve hastaların koronavirüse daha kolay yakalanacağı ve bu sebeple hayatlarını kaybedeceği ihtimali göz ardı edilmektedir. Bu yöntem bana gayri ihtiyari olarak sosyal darvinizmi ve öjenik akımı hatırlattı. Ne demek istediğimi anlayabilmek için, Batı’nın sosyal tarihine kısa bir yolculuk yapmak gerekir.

Şöyle ki geçmişte Batı toplumlarında yaşlıların ve engellilerin çoğu zaman ezildiklerine, hakir görüldüklerine ve zulme uğradıklarına şahit olmaktayız. Ortaçağın Batı insanı, Hıristiyan din adamlarının telkinlerinin etkisi altında kalarak, kendisini çevreleyen tabiatın insanüstü ve bedensiz güçlerle (cin, şeytan) dolu olduğuna ve gözle görülmeyen bu varlıkların insanları istila edip, onları tedavisi mümkün olmayan hastalıklara sürükleyebileceklerine inanmaktaydılar. Dolayısıyla, bu çağlarda hekimlerce de tam olarak mahiyeti bilinmeyen akıl ve ruh hastalıkları bu gibi metafizik varlıklara atfedilirdi.

Özellikle bedenî veya aklî rahatsızlıklara yakalanan yaşlıların, majik (sihirli) ve doğaüstü güçlerin etkisi altında oldukları inancı ile "cadı" muamelesi görürlerdi. Bunun sonucu olarak, ellerinde olmayan sebeplerden dolayı demans olan yaşlılar, topluma çeşitli tehlikeler ve zararlar verebilecek bir konuma geldikleri iddiası ile başta kilise olmak üzere devrin siyasî rejimleri tarafından takip altına alınırdı. Engizisyon mahkemelerinin kurulmasıyla, "cadı" olarak tanımlanan ve fakat aslında bunamış olan yaşlıların yargılanmasına müsaade edilmiş ve bu yolla da birçoğuna en ağır cezaların verilmesinin kanunî kılıfı da hazırlanmıştı.

Bilhassa deliliğin alametlerini üzerinde taşıdığı gerekçesiyle "cadı" diye vasıflandırılan yaşlılar, kilise ve pazar meydanlarında diri diri yakılmıştır. Meseleye uygarlık ve çağdaşlık açıdan bakıldığında, Rönesans devrinden başlayarak aydınlanma ve hatta sanayileşme dönemlerinin başlarına kadar milyonlarca masum yaşlının "cadılık"tan dolayı yargılanıp yakılarak öldürüldüklerini söyleyebiliriz.

Avrupa'da cadılık davalarından yargılanan insanların yalnız yaşlılardan ibaret olduğunu elbette iddia edemeyiz. Ancak, resmî kayıtlara göre, Avrupa'da Ortaçağ’dan başlayarak 18. asrın sonlarına kadar tahminî olarak 9 milyon insanın “cadılık”tan ötürü ölüme çarptırıldığını belirtebiliriz.

Ancak, geçmişte "cadı" gözüyle bakılan insanları bugünün tıp bilimi ışığı altında incelediğimizde, bunların birçoğunun zihnen, aklen veya ruhen hasta ve dolayısıyla yardıma veya bakıma muhtaç insanlardan ibaret olduğunu burada açıkça ifade edebiliriz. Bunun böyle olduğunu, tarihte en son "cadı" yakma hadisesinden de rahatlıkla anlayabiliriz. 1793 yılında Almanya'nın Prusya Eyaletinde vuku bulan bu hadiseye göre, iki yaşlı kadın, gözlerinde belirlenen kızarıklığın komşularının hayvanlarını hasta ettiği iddiası ile yakılmıştır. Cadı mahkemeleri 18. asrın sonlarında dönemin hükümdarları tarafından kaldırılırken, Bavyera Kraliyetine bağlı cadı mahkemeleri 1806 yılına kadar resmen faaliyet göstermiştir.

Batı dünyasında cadı mahkemelerinin ortadan kaldırılmasıyla yaşlıların rahat bir nefes aldığı düşünülmesin. Gerçek insan sevgisinden ve maneviyattan uzak olan Batı toplumlarının aydınları, bu sefer de pozitif sosyal bilimleri ön plâna koyarak, bilim adına yine aynı dezavantajlı grupları hedef aldı. Haddizatında, bu pozitif ve seküler bilim ortamını hazırlayanlar da, zamanında bizzat iktidara ortak olan ve dolaylı olarak devleti elinde tutan Ortaçağın Hıristiyan ruhban kesimiydi. Bu sefer cadılık iddiasının yerini sosyal darvinist teorisi ve buna bağlı olarak öjenik düşüncesi almıştı.

20. asırda somut olarak şekillenen öjenik düşüncesi, 19. asırda ortaya çıkan sosyal darvinizm akımından etkilenmiştir. “Var olmak için mücadele” veya “en iyi uyum sağlayan hayatta kalabilir” gibi hayvan dünyasından alınan sloganlar, toplum hayatına aktarılarak, bundan zenginlerin ve güçlülerin tabiî olarak (doğuştan) fakirlere ve zayıflara göre hayata daha donanımlı olarak geldikleri ve bunun için de hayatta daha başarılı oldukları görüşü çıkarılmıştır. Tabiî seleksiyon neticesinde “iyiler/güçlüler”, “kötüleri/zayfıları” dışlayarak ve yok ederek, toplumun sadece iyilerden ve sağlıklı olanlardan oluşabileceği görüşü yaygın hâle getirildi.

Sosyal darvinizm, toplumda var olan kötü/zayıf unsurların (yaşlıların) doğal ayıklama (tabiî seleksiyon) sonucunda kendiliğinden kaybolacağına inanmaktaydı. Sosyal darvinizm, sosyal müdahalerle kötü/zayıf unsurların (yardıma ve bakıma muhtaç yaşlıların) korunmasına karşı çıkarken öjenik, iyi/güçlü unsurların (zenginlerin ve ırkı temiz olanların) çoğalmasına yönelik tedbirlerin alınmasını istemiştir.

Öjeniğe ve sosyal darvinizme inanan sözde hümanist/demokrat/liberal sosyal bilimciler ve siyasetçiler, toplumda bir fazlalık olarak görülen yaşlıların Koronavirüs sayesinde doğal ayıklanma ile azalmasını istedikleri için, onların korunmasına yönelik herhangi bir tıbbî müdahaleyi gereksiz görmektedir. Koruyucu ve müdahale edici sağlık hizmetlerinin, yaş ayrımcılığı yapılarak, sadece gençlere yönelik olarak uygulandığı bir ülke, ne kadar medenî olabilir? Büyük Britanya, tarihin en alçak dönemini yaşıyor. Ey Koronavirüs! Sen Batı’nın insanlık dışı maskesini ne güzel bir şekilde teşhir edebildin böyle…