Değerli Okuyucularım;

Salgın/bulaşıcı hastalıklara ve özellikle Koronavirüs tehlike ve tehdidine karşı bugünlerde azami derecede tedbirli olmamız şarttır. Ne var ki daha önce sağlığına hiç dikkat etmeyen insanlarımız, ölüm korkusuyla akla hayale gelmeyen her türlü doğru tedbiri aldıkları halde yine de huzuru yakalayamıyor. Böyle insanlarımız, vesvese içinde Koronavirüs fobisine yakalanmış gibi görünüyor. Bazı vatandaşlarımız ise “bana bir şey olmaz” düşüncesiyle vurdumduymaz ve sorumsuz tavırlarını aynen devam edebilmektedir. Peki, doğrusu nedir?

Bütün işlerde olduğu gibi gerekli görülen ve başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere devlet makamlarınca tavsiye edilen bütün tedbirleri almak ve bunları itirazsız olarak titizle tatbik etmek elzemdir. Aksi takdirde hem kendimize, hem de topluma zarar verebiliriz, yeni felaketlere yol açabiliriz. Olumsuz olayların başımıza gelmemesi için, her alanda plânlı, programlı, sistemli ve dikkatlice bir hazırlık yapmamız şarttır. Onun için hal ve hareketlerimizin sonuçlarını önceden tahmin edip, ona göre temkinli ve teenni ile davranmamız gerekir.

İnsan, hangi konuda olursa olsun tedbir alırken, aşırılığa, sabırsızlığa, ihtirasa ve telaşa kapılmaksızın, hep dikkatle ve rikkatle davranmalıdır. İnsan, ihtiyatlı bir şekilde önünü sonunu iyice düşünürken, sosyal ve manevî sorumluluklarını da unutmamalıdır. Dünya işlerinde gereksiz yere acelecilik, panik, dedikodu ve telaş, şeytandandır. Teenni ise Allah’tandır.

Rikkat, manevî duygu ve sorumlulukları bertaraf edebilecek her türlü riske karşı kalbî uyanıklık gösterme ve gönül âleminde dikkatli olma durumudur. Dolayısıyla dünyevî/maddî/bedenî tedbirin yanında ruh/gönül dünyamızı koruyan rikkate de ihtiyacımız vardır. Bu bağlamda dinimize aykırı bir davranış, maneviyatımızın korunmasını esas alan rikkate tamamen aykırı olduğu gibi dikkati ve nasihati esas alan tedbire de terstir.

Rikkate dayanmayan tedbiri vesvese (vehim) ve modern bir izahla fobi ile açıklayabiliriz. Bilindiği gibi vesvese/fobi, insan beyninin oluşturduğu menfî ihtimallerdir, beynin kendi sistematiği içinde ürettiği hayalî varsayımlar ve zanlardır. Rikkatli olunmadığında şeytan, tedbirli olduğu halde bir insanın nefsine yine de anlamsız korku, kuşku ve tereddütler yükler. Bir İslâm âlimin dediği gibi; “vesvese, öyle bir şeydir ki, cehil (bilgisiz/irfansız bir insan) onu dâvet eder; ilim, onu tard eder (kovar). Tanımazsan gelir, tanısan gider.”

Bütüncül tedbir açısından dikkat ve rikkatin etkin olabilmesi, tevekkül ile mümkündür. Yani kişi, sebeplere sarıldıktan ve işin olması için gerekli enerjiyi sarf ettikten sonra, neticeyi ve başarıyı Hakka sığınarak Yaratandan beklemelidir. Tevekkülün mahiyetinde hiçbir zaman tembellik ve tedbirsizlik yoktur. İlk önce Allah'a güvenmek, sonra işlerini en iyi şekilde yapmak için gayret göstermek vardır. Tevekkülde, iyi veya kötü olarak yorumlanan neticeyi kabul edip, ne aşırı sevince, ne de aşırı üzüntüye kendini vermeden, Allah’ın kaderine teslimiyet vardır. Kısacası tevekkül, en iyi neticeyi almak için, maddî ve manevî şartları hazırlamak, tedbirleri gözden geçirmek, yapılabilecek işleri noksansız bir şekilde ifa etmek ve buna rağmen, her türlü riske ve ihtimale karşılık neticeyi yine de Allah'tan beklemektir.

Tevekkülce bir tutum ve davranış, insan ruhunu olgunlaştırır, insanı stresten ve fobilerden uzaklaştırır. Çünkü bütün tedbirlere rağmen olumsuz bir netice alınması hâlinde bile insan, "bunda da bir hayır vardır" diyerek, üzüntüsünü giderebilir, şüphe ve vesveseden uzak kalır ve gayretini elinden bırakmayarak, umudunu yitirmeden hayata bağlılığını sürdürebilir. Her şeyi yaratan Allah (c.c.) olduğuna göre, O’na güvenip, O’na yönelmek ve her hususta O’nu vekil bilmek, en isabetli ve en akıllı bir yaklaşımdır.

Kur’ân-ı Kerim, birçok âyetinde bizlere mütevekkil olmamızı tavsiye ediyor. “…Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/81). “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/132). “O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyle ise sadece O’nu vekil tutun” (Müzemmil; 73/9). “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” (Al-i İmran; 3/173). “Allah, kendine güvenenleri sever” (Al-i İmran; 3/159). Bu âyetler, Müslümanın, tevekkül sayesinde Allah’ın sevgisini kazanacağını açıkça ifade eder. Allah’ın sevgisine kazanan bir kişi, şüphesiz er veya geç, dünyada ve(ya) ahirette O’nun en güzel sürprizlerine nail olacaktır.

Kur’ân-ı Kerim, “Gerçek müminler iseniz Allah’a itimad-ı tam (tam güven) içinde bulunun.” (Maide; 5/23) diyor. Kalbin kapılarını O’ndan başkasına bütünüyle kapalı tutan gerçek bir mümin, bedenini ubudiyete (kulluğa) ve kalbini de Yaratan’a kilitleyerek, Allah’a büsbütün güvenir. Sebepler dairesinde arızasız sebeplere riayet edip, Yaratan’ın tasarrufunu ümitle bekleyen bir Müslüman, tevekkül görevini layıkıyla ifa edeceği için, bir ileri boyut olan teslimiyet mertebesine ulaşır.

Bu bağlamda tevekkül, imanî süreç açısından bir başlangıç, teslimiyet ise onun tabiî neticesidir. Teslimiyet ruhuyla her şeyi Allah’a havale edip, yine her şeyi O’ndan bekleyen kişi, tam bir kulluk şuuruyla teslim olur. Evrenin sahibine sırtını tam yaslanmış bir Müslüman, zahirî musibetlerin etkisi altında kalmaz. Başına gelenlerin hepsi O’nun iradesi ile tecelli ettiğine göre her şeyde bir hayır görür. Bu doğrultuda İbrahim Hakkı’nın şu sözleri, ne güzeldir. “Sen Hakk’a tevekkül kıl, Teslim ol da rahat bul, Her işine razı ol, Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler”.