İlginçtir, insan felsefesi var ama bir kadın felsefesi veya erkek felsefesi yok. Hâlbuki çocuk yetiştirmekten, aile yapısından tutun devlet yapısına kadar her şey kadının kadınlığı erkeğin erkekliği üzerine kuruludur. Kadının şefkati olmasa, kadın da erkek kadar düşük duygusallığa sahip olsa ya çocuk diye bir varlık dünyaya getirilmez ya da hepimiz devlet yurdundaki yetimler gibi veya daha aşağı seviyede büyürdük.

Erkeğin cesareti, bölüşme duygusu, koruyuculuk duygusu olmasa aile denen varlık hiçbir zaman olamayacağı gibi, erkekteki kadına göre zayıf olan duygusallık zayıf kalmasa, devlet denilen ciddi kurumun da doğrudan yok olmasına neden olurdu. Aslında erkeklik ve kadınlık biyolojik ve psikolojik yönüyle ancak kendi içinde birlikte tanımlanabilen bir hakikattir. İnsan psikolojisi ve biyolojisi birbirine uyumlu yaratılmıştır.

Ne demek istiyoruz?
Şimdi bakalım; aslanın midesi eti sindirecek şekilde tasarlanmıştır. Buna bağlı olarak da et denilen hayvanları avlayabilecek diş ve tırnakla donatılmıştır. Et yiyen aslana ot yiyen koyun ağzı verilmemiştir. İlaveten aslana koyun ruhu verilseydi, et ve tırnak avlanmak için kâfi gelmeyecekti. Bunun tersi ot yiyen hayvanlar için de geçerlidir. Onların ot isteyen midelerine cevap olarak ottan istifade edebilecek diş ve tırnakla donatılmıştır. Koyun aslan ruhuna sahip olsaydı, herhalde bizim çobanlık denen meslek pek var olmayacaktı…

Gelelim insana. Önce insanın iki unsurundan biri olan kadından bahsedelim:

Kadın denilen tikel mantığa sahip bir canlı var. Çocuğu olana kadar kadın, çocuğu olunca bedeninde ve ruhunda deprem olan ve sonucunda duyguları şiddetlenen, sahip olduğu yavrusu için hayatını feda etmekten çekinmeyecek bir ruh hali verilen bir canlı. Hayatına sonradan giren bir varlık onun her şeyi olan, her şeyi ona göre planlayan, onun dışındaki her şeye ancak onun açısından değer verme durumuna gelen bir canlıdır kadın. Yüksek duygusallık nedeniyle çocuğuna karşı sahip olduğu şefkat, karşılıksız zahmete girmeye razı eden bir hakikat.

Şefkat bu derece şiddetli olmasa, duygusallık bu derece aşırı olmasa hiçbir kadın hiçbir ücret karşılığında o çocuğun zahmetine girmezdi. Dünyanın en zor ve karşılıksız yapılan ve zevkle yapılan tek işi. Çocuğun altını temizlerken, çocuk rahatlıyor diye bu durumdan zevk alan bir psikoloji. Okulu yok anneliğin. Aslan aslanlığı, bülbül çorap gibi yuva örmeyi, ördek suda yüzebilecek donanımda olduğu bilgisini tahsil etmediği gibi, anne de anneliği tahsil etmez. Doğuştan verilir ve nasılsa öyledir.

İnsan denilen çokbilmiş ukala canlı türü müdahale edip bozmadıkça, kadın fıtratında annelik; kadını evlat sahibi olmaya zorlayan bir yaratılış var. (Yirmi sekiz sen zindanda suçsuz yere işkence çektirilen ve 19 defa zehirlenen Bediüzzaman hazretleri herkese hakkını helal ettiği halde sadece bir yerde kadın fıtratını bozmaya çalışan malum komitelere kahr ile beddua etmiştir. Meselenin ciddiyetine işaret olur belki.) Erkekte koruma ve sahip olma duygusu, kadında korunma ve biri tarafından beğenilme, sevilme, değer verilme duygusu. Bu duygular okullarda tahsil edilmez. Duygular yoktan var olmazlar. Neyse odur. Hedefleri bellidir. Duyguları toplum yapısı üretmez. Toplum o duygularla var olur. Medeniyet görmemiş bir amazon yerli kabilesine gitseniz, dal parçalarına sardığı bezleri bebek niyetine ayağında sallayan kız çocukları görürsünüz. Toplum insan duygusallığının sonucu var olur. Toplum duygu üretmez. Fakat duyguları saptırabilir. 

Keza erkek; kadının tam aksine sevilmeye biraz muhtaç olsa da garip bir şekilde aşırı şekilde sevmeye muhtaçtır. Sevgisini verebilmek için, sahip olduklarını bölüşmek için seven bir tür. Babalığı annenin aksine sonradan öğrenen, sonradan farkına varan ve çocukla ilgili duygusallığı yavaş yavaş kazanan, kazandığı zaman da anneye hiçbir zaman yetişemeyen bir tür. Hâkimiyet kurma duygusu benliğinin temel duygusu olan, hâkimiyet alanındaki eksikliklerden kendini sorumlu tutan ve bu sorumluluğu yerine getirebilmek için biyolojik olarak kadına göre daha güçlü ve dayanıklı yaratılan tümel mantığa sahip insan türü. 

Her ne kadar bu iki canlıyı bir araya getirmek ve çoğalmayı sağlamak için mart ayında birbirinin peşinden koşan mahlûkata verilen bir duygunun benzeri insana verilmişse de ve adına romanlar yazılmış, filmler çevrilmiş türküler okunmuşsa da, o aşk denilen şiddetli duygu, yaratılıştan verilen kodlama gereği, nesli devam ettirmek yani evlendirmek içindir. Evliliği devam ettirmek için değildir. Olmazsa güneş doğmaz zannettiği o duygunun şiddeti ile yaptığı hataların telafisi hiçbir zaman olmuyor, olmayacak. Evlendirmek için verilen duygunun, evliliğin devamına da neden olacağını zannetme hatası son yüzyılın en korkunç anlayışlarından birisi. Batı taklidi çürük bir anlayışın tüm hayatımızı esir eden yanlışı. İnsanlarla konuşunca onları tanıyacağını zannetmek hatası. Hâlbuki insan çevresinden, ailesinden, en yakın arkadaş grubundan tanınır. Konuşarak insanı tanıyacağını düşünmek hele de evlenmeye yeter derecede tanıyacağını düşünmek tam anlamıyla bir kara mizahtır. Yeryüzünün en komik insan davranışı. Davranış diyorum çünkü bu bilinçli hareket demek olan insan eylemi değildir. Kör hissiyatla yapıldığı için davranış diyorum. (Bu komediyi tarif eden daha güzel bir kelime var ama edep sınırlarını aşıyor).

Kadını ve erkeğin yetiştirilmesinde fıtri duygulara göre değil de, batı denilen dışı süs, içi pis anlayışın terbiyesinde insan yetiştirmek, insana kuduz mikrobunu verip de bir şey olmaz, kuduz mu kaldı bu çağda demeye benziyor. Avrupa’nın kuduz mikrobu orada aileleri tarumar etmiş, biz bize deva olacak diye nasıl düşünüyoruz acaba?. Daha doğrusu farkında olmadan öyle düşünme formatı atıldık, normal zannediyoruz. Bazen bizzat şahit olduğum bazı dindar ailelerde bile anne; “kocasına muhtaç olmasın” diye bu minvalde yönlendirme yapıyor geleceğin dul adayı kızına. Müslüman aile yapısında en iğrenç, en kusturucu kelimedir bu “kocasına muhtaç olmasın” demek. Hâlbuki kadının fıtratı muhtaç olmak üzere yaratılmıştır. Erkeği en çok cezbeden şeylerin başında kendisine sadık bir eş, kendisinin kazandığı rızkı bölüşebildiği bir eş gelir. Kadın kendine yeterliyse, erkek fıtratının bunu nasıl algıladığını anlamak için ordinaryüs mu olmak gerekiyor? Bozulmamış erkek fıtratı, kendine yeten kadından yavaş yavaş soğur. Çünkü bu erkeğin en muhtaç olduğu kendisine sığınan eş talebini yok eder. Şimdiden geçmiş olsun dul adayı “muhtaç olmayan” kızımıza. Hatayı nerede aramak gerektiği zannederim anlaşılmıştır.

Hacettepe’de iken bir akademisyen arkadaşım bir kızla el ele geldi, dedi Ahmet, bu nişanlım. Sevdiğim de birisi olduğu için, daha ilk bakışta görülen korkunç hatayı aşk denilen geçici körlük illetiyle göremediği için uyarmak istedim, “oğlum hapı da naneyi de yuttun” diye tabi içimden bağırdım, açıkça diyemedim.. Çok açık şekilde el ele geldiği o şey, şey diyorum mecburen, o akademisyen arkadaşı değil, ondaki menfaatini sevdiğini çok açık gösteriyordu ama ikaz edemedim. Evlendikten yedi ay sonra çok gürültülü bir şekilde boşanma gerçekleşti. İkaz etsem muhtemelen kötü olacaktım ama yine de vicdan azabı çektim. Bazen sınıflarda yüz kişiden iki üç kişinin ancak anladığını fark ettiğim cümleler söylüyorum. Diyorum evleneceğiniz insanı konuşarak tanıdığınıza karar verirseniz şimdiden geçmiş olsun. Lakin çoğunlukla ben söyleyip ben dinliyorum. Mezuniyetten sonra arayıp ne demişseniz doğru çıktı diyen çok öğrencim oldu ama iş işten geçtikten sonra.

Eğer herhangi bir yanlış toplum yönlendirmesi olmasa özellikle bizim aile yapımız son yüzyıldaki aileyi bozmak için yapılanlara rağmen kuvvetli bir aile yapısı kurmak için yeterlidir. Eksiklerimiz var şüphesiz bozulma kaynaklı. (Bir Japon diyor, “bir Türk ailesine misafir olduğunuzda sizi nasıl rahat ettireceklerini şaşırıyorlar, ikramın haddi hesabı yok. Fakat dışarı çıkıyorsunuz arabayı üzerinize sürüyorlar!”.. Tabi Japon’un anlamadığı şu; evde İslam kökenli Osmanlı kültürü, dışarıda Cumhuriyet kültürü hâkim o yüzden.) Fakat bu durum bile batı ile kıyaslanacak gibi değil. Var olan problemler de yanlış kadın ve erkek tanımlamasından, yetiştirilmesinden geliyor. Yani kadın ve erkeğin sınırlarını belirlememiş olmaktan kaynaklanıyor. Bazı sıkıntılı tanıdık ailelerin problemleri için beni çağırdıklarında, her iki tarafı da dinlediğimde, yüz problemin tartışmasız yüzde doksan dokuzu erkeğin ve kadının ama özellikle erkeğin kırmızı çizgilerinin net olmamasından kaynaklandığını görmekteyim. Kadın sınırını bilmiyor, her şeye müdahale ediyor, erkek bunu kaldıramıyor. Fakat başta sınırlar olmadan yetiştirildikleri için, kadın yaptığında yanlış görmüyor, erkek de problemi bir türlü anlamıyor. Kadına verilen ve ev içinde mükemmel bir dünya kurulmasına sebep olan aşırı duygusallık, evin dışına çıkınca kırılgan hale geliyor, bir faydasına mukabil elli zarar veriyor. Gözle çivi çakılmaz. On paralık çekiç daha iyi yapar o işi. Kadının hassas duyguları evin dışına çıktığında önce kendini sonra başta çocuğu kendi ailesini dolayısıyla da toplumu tahrip ediyor. Fıtratı bozuluyor. (Birisi kadına pozitif ayrımcılık mı dedi? Allah akıl fikir versin demeyeceğim, çünkü akıl fikir için önce beyin lazım sebep dairesinde. İş sahibi bir erkek çalışmayan bir kadınla bir aile kurar. Fakat iş sahibi bir kadın çalışmayan erkekle aile kurmaz. Pozitif ayrım kime yapılmalı acaba akıl dağıtılırken izne çıkan siyasi arkadaşlar!.. ) Erkeğin evin dışı için yaratılan kaba duygularının seviyesine çıkmak icap ediyor ki, bu da kadının kadınlıktan çıkması demek. Psikolog çözemez bu problemi. Çünkü onun formatı da fıtratı inkâr eden batı medeniyetidir. 

Fıtrata göre yetiştirilmeden kurulmuş her ailede iki vali oturuyor, hatlar karışıyor, haberleri yok. Görünüşü erkek olan erkekle ve görünüşü kadın olan kadınla kurulan evlilikler…  Kız öğrencilere diyordum, eşinizin düşüncesinde bir yanlış görürseniz, “bence şöyle daha doğru görünüyor ama sen bilirsin” cümlesi dışında bir şey söylemeyin, sizi önce ciddiye almasa da sonra alacaktır. Fakat hatasını yüzüne vurursanız ipler kopacaktır. Fakat muhteşem terbiyeleri gereği kız öğrencilerin cevabı birbirine benziyor, “aaa biz köle miyiz hocam!..” Hâlbuki evlilikte doğru-yanlış diye bir şey yoktur. Sadece yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler vardır, o kadar.

İnsanlar yaratılışlarında olduğu gibi, kadını kadın olarak, erkeği de erkek olarak yetiştirdiklerinde belki de hiç problem kalmayacak. (Fıtratla neyi kastettiğimiz belli zannederim.) Şimdilerde ise geçtik kadın ve erkeği üçüncü dördüncü cinsleri icat etme eğiliminde olan bir delilik döneminde yaşıyoruz. Hâlbuki insanlar arasında yeni bir çığır açan kimse, kâinattaki mevcut fıtrat kanunlarına muvafık hareket etmezse her yaptığı şer ve tahrip hesabına geçer. Yanlış kadın ve erkek terbiyesi problem iken, yanlış cinsiyet yönlendirmesi sapıklığının ve bunlara ses çıkarmayan devletin uyuşukluğunun neticelerini düşündükçe akıl, kalp ve ruh ürperiyor…