Özkan Gözel, Heidegger’in kamusallık fenomeni esasındaki görüşlerinin şerhinde şu hususları da işlemiştir:

“…Özel hayatın ya da mahremiyetin (privacy) giderek ortadan kalkmasını ve her şeyin alenileşerek bir nevi kamusallaşmasını, ileri iletişim teknolojilerinin dikizleme ve gözetleme yordamlarını beraberlerinde getirmesine bakarak da anlayabiliriz. Bu minvalde içinde yaşadığımız ileri teknoloji toplumu giderek bir denetim toplumuna dönüşmektedir. Bugün her şeyin açık seçik, hatta açık saçık bir şekilde ortada olduğu, mahremiyetin ilga, özel alanın işgal edildiği pornografik bir kamusallığın giderek hâkim hale geldiği bir topluma dönüşme riskiyle karşı karşıyayız.”

Bugün, herkes’in diktatörlüğü, ileri teknoloji marifetiyle daha öncesinde hiç olmadığı kadar müesses hale gelmekte ve hayatımızın her köşesine nüfuz ederek hükümranlığını yerleştirmektedir. Heidegger’in 1927’de yayınlanan Varlık ve Zaman’da herkes (das Man) olarak adlandırdığı temel ontolojik fenomeni, daha ziyade yansız (neutrum) bir dil kullanarak tasvir ve analiz etme eğilimi sergilediğini biliyoruz. Ama yine biliyoruz ki herkes’in hâkimiyetini tasvir ederken ‘diktatörlük’ gibi keskin bir nitelemeye başvuran da yine kendisidir, Filozof 1976’da öldü. Öyle sanıyoruz ki yaşayıp da herkes’in diktatörlüğü’nün (Diktatur des Man) aktüel ortamda büründüğü ‘aşırı (ya da ‘sapkın) biçim ve görünümlere tanık olsaydı, öyle sanıyoruz ki ileri teknoloji toplumunun hâlihazırdaki ahvalini yansız bir soğukkanlılık içinde ele almazdı herhalde. Demek istediğimiz o ki, Tekniğe Yönelik Soru’da olduğu gibi, eleştirel yan kendini daha bir hissettirirdi tasvir ve analizlerinde.”

Gözel’in dikizlenme ve gözetlenme sadizmi olarak adlandırdığı hâlin, günümüzde sosyal medya üzerinden gerçekleştiği malumdur. Normalde ferdî bir arızaya yorulabilecek olan bu durum, sosyal medya ile ilişkili olarak düşünüldüğünde hem dikizleyen ve gözetleyen hem de dikizlenen ge gözetlenen bakımından çift yönlü bir sapıklık olarak belirmekte, bu da söz konusu alanda kamusal sapkınlığın herkes için kanıksanmasını beraberinde getirmektedir.

Bunun günümüzdeki tipik örneklerinden birini İsmail Kılıçarslan, Âlim müstağniliğinden fenomen görünürlüğüne başlıklı yazısında (bkz.: 2.8.2022, Yeni Şafak) anlatmış ve

“Etkileşim takibi, takip çok izlenmeyi, çok izlenmek çok kitap satmayı, çok kitap satmak çok konferans vermeyi, bütün bunların toplamı da şanı ve şöhreti getirdiğinde âlimden geriye ilim değil ‘fenomen görünürlüğü’ kalır ki işte bence sıkıştığımız, canımızın yandığı yer tam burasıdır.” cümleleriyle herkes’in muhatap olduğu çıkışsızlığı vurgulamıştı.

Bunlardan hareketle lafı dolaştırmadan söyleyelim: “Sıkıştığımız, canımızın yandığı bu yer” kamusallığa gömüldüğümüz, herkes’liği bile isteye benimsediğimiz bir yerdir.

Oysa ki, İslam inancının bir insanlık durumu olarak herkes’liği / kamusallığı reddetmediği; ancak Gözel’in kelimeleriyle onun ilk tezahürlerinden olan dikizleme ve gözetleme yoluyla oluşan pornografik bir kamusallığı, Nebevî ahlakın nazariyatıyla ve dahası tasavvuf ilimi ve uygulamasıyla kırdığı diğer bir söyleyişle şari’nin ıskalanması mümkün olmayan emirleriyle, konu hakkında düşünenlerin değerli düşünceleriyle, hâl ehlinin terbiyeleriyle sekteye uğrattığı aşikardır.

Bu uyarı vasıtalarına bugün başvurulmuyor mu?

Elbette başvuruluyor ama etkisi olmuyor.

Buradaki “etkisi olmuyor” yargısını, sadece etkilenen cihetinden düşünüp, etkileyen cihetinden düşünmemek ise konunun daha vahim bir yanına tekabül ediyor.

Zira Mevlânâ’nın bal hikayesindeki gibi, bala gark olanlar “bal yemeyin” diye ünleyerek; bizim İsmail’in “sosyal medya hocalığı” olarak terimleştirdiği kamusal mürebbilik tahtında ilgili kişiler, kız öğrencilerin etek boyuyla, sakalın okkasıyla, kavuğun kıvrımıyla uğraşarak sosyal medyanın ürettiği ya da artık bu alana havale edilmiş bulunulan kamusallığın dibine kadar gömülerek ancak görevini ifa etmenin mutluluğunu yaşayabiliyor.

Dolayısıyla bu işleyiş içinde ahlak nazariyatı, tasavvuf bilgi ve deneyimi kamusallığın araçlarına dönüştürülmek suretiyle, daha baştan dönüştürüldüğü şeyin yanlışlığı nedeniyle kendiliğinden etkisizleştirilmiş olunuyor.

Bu durumda sanırım Müslümanların kendilerine şu soruyu sormaları gerekiyor:

Kamusallığın neresindeyiz?

Herkes’ten biri miyiz, yoksa İslam inancına sahip olmakla onun berisinde miyiz?

Kamusal linçlerin aleti, piyonu muyuz, yoksa olaylar karşısında İslamî vasatı gözeterek tavır takınanlardan mıyız?

Bu zor soruların üstüne gitmemiz gerekiyor.