İzahı olmayan meselelerin mizahı olurmuş derler. Eskiden nükte etrafında hikmet süsüyle yükselen, kültürümüzün gülmece ayağı; mizahın dar kalıplarında tek seferlik tebessümlere hapsoldu. Hoş... Tebessümlerin büyük çoğunluğu, acı gülümsemeler sınıfında çile doldurmaktan kurtulmuş değil...

Nükte geleneğimizin piri, hiç tartışmasız Nasreddin Hoca'dır. İzah-mizah kafiyesinden bakınca, Nasreddin Hoca'yı biraz sorgulamak gerekir. Acaba Hoca, ilmi yetmediği için mi izah edemediği hususları nükteye yatırmış? Yoksa, ilmin sözünü idrak edecek muhatap kıtlığına, amiyane tabirle "bir fiske vurmak" için mi nükte kılıcını savurmuş? Ne akılla ne de akılsız içinden çıkılamayacak meselelerin, toza dumana boğduğu Anadolu coğrafyasına; nüktelere sardığı bir dargınlık mı hediye etmiş? Belki de ağlamaktan göz pınarları kurumuş ahaliyi, gülmeceyle bir nebze olsun rahatlatmayı mı arzulamıştı? Allah bilir! Eğer bu suali sormak ve bir cevap alma ihtimalimiz olsa, maazallah Hoca'dan bir nükte tokadı da bize nasip olurdu.

Nasreddin Hoca'nın muhataplarıyla, Yunus Emre'nin muhatapları aşağı yukarı aynı cemiyet... Tarih olarak örtüşmediği yönünde eleştiri cümleleri kurmak mümkün elbette... Lakin o devrin çağ ya da asır olarak anılmasında, yüzyıllık bir zaman diliminden bahsetmek kifayetsiz kalır. Çünkü miladi 1200 ile 1400 arası geçen asırlar; yaşanılan keşmekeş, fetret artık adı her neyse... Anadolu için yekpare bir mengene hükmündeydi. Her gücü yetenin bir tarafa çektiği, görünür görünmez ellerin dumanı üstünde tüten tefrikalar ektiği bir Anadolu... Yunus'un şiirlerinde ve Nasreddin Hoca'nın nüktelerinde bir alt metin okuması yapıldığında... Metin olmak mecburiyetiyle, üç öğün beş vakit sabır aşına kaşık sallayan insanların, gönüllerine giden keçi yolunu görmek zor değil. Kahır demlerinde, söz sanatlarının hikmet vasfı hakikaten güçlü oluyor ki; zamanlar aşıp binbir yozlaşmaya rağmen mesajını nesiller sonrasına -anlayacak kabiliyet erozyona uğrasa da- ulaştırma maharetini gösterebiliyor. Bu noktadan bakınca Yunus Emre de Nasreddin Hoca da yüzyıllardır Hızır misali aramızda yaşıyor. Yaşıyor olmalılar ki ikinci bir Yunus Emre, ikinci bir Nasreddin Hoca zuhur etmiş değil... Demek ki yaşayan ölüler deyince akla sadece zombiler gelmemeli! Hoş ölgün yaşayanlar arasında bu tip metaforlarla virajlara sert girmek akıl işi değil... Nasreddin Hoca gibi eşeğe ters binmeyelim! Neyse... Biz susalım Yunus Emre söylesin:

"Bu dünyaya gelen kişi,

Âhır yine gitse gerek,

Eğer iyi eğer yavuz,

Alıp bile gitse gerek...

Kimse bilmez ölüm nice,

Durmaz alır erte gece,

Yiğit, oğlan, karı, koca!

Boynun eğip yatsa gerek..."